Gece

Okuduğum kitabı koltuğun üzerine bırakıp mutfağa kahve yapmaya gidiyorum. Çaydanlıktaki suyu ocağın üstüne koyup kaynamasını beklerken pencereden dışarıya bakıyorum. Karanlık ve ona eşlik eden puslu soğuk kaplamış ortalığı. Sokak lambaları aydınlatmaya çalışsa da nemli dar sokağı pek başarılı olamıyorlar bu konuda. Camı açtığımda önce soğuk çarpıyor yüzüme sonra is kokusu doluyor içeri. Işık huzmeleri ilerliyor cadde boyunca, kayboluyorlar karanlığın sonunda.

Sesler geliyor kulağıma, ellerine kabanının cebine sokmuş hızlı adımlarla yürüyen bir adamın ayak sesleri. Bir an önce gideceği yere varabilmek için koşarcasına dönüyor köşeyi. Uzaktan çok uzaktan bir ambulans sireni yetişiyor ayak seslerinin peşinden benimde acelem var dercesine. Peşinden bir araba geçiyor sokaktan, bir başkası cep telefonuyla konuşarak devam ediyor yoluna. Ne konuştuğu anlaşılmasa da sesi katları tırmana tırmana çıkıyor yukarıya. Bir uçak geçiyor, ses var görüntü yok. Bulutlar kaplamış gökyüzünü göstermiyorlar, saklıyorlar uçağı, yıldızları ve ayı.

Evlerden sarı, beyaz ışıklar süzülüyor dışarı. Kiminin perdeleri sonuna kadar açık, ekran tam görünmesede televizyonun ışığı görülüyor uzaktan. Kiminin perdeleri sıkı sıkıya kapalı. Kimi kapkaranlık, ışıksız, kimsesiz.

Daha uzaklara bakıyorum. Cadde boyunca ilerliyorum gözlerimle, ara sokaklara dalıyorum. Issızlık ve sessizlik çökmüş. 1945'lerden kalma casus filmlerinden bir sahne seyrediyor gibi oluyorum. Puslu bir hava, ıssız sokaklar. Başında şapkası, ağzında sigarası uzun paltolu yüzü görünmeyen adam eksik bu sahnede. Onuda ben yerleştiriyorum katran karası gecenin tam ortasına kendine eşlik eden gölgesiyle ve ikisinide orada bırakıp kaynayan suyu boca ediyorum kupanın içine.

Tekrar salona dönüyorum, kaldığım yerden devam ediyorum Prag Mezarlığının absent dumanlı çıkmaz sokağındaki eskicinin kalın toz tabakası kaplı vitrininden içeri bakmaya...

Yeşim Ermutlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder