SAHAFLAR TEPEBAŞI'NDA

Sahaf Festivali bu yıl Tepebaşı'nda

Sahaf Festivali bu yıl Tepebaşı'nda

Beyoğlu Belediyesi tarafından beşinci kez düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali bu yıl 6-18 Eylül tarihleri arasında Tepebaşı TRT binasının önündeki alanda gerçekleştirilecek.

Beylikdüzü'ndeki TÜYAP binasına taşınmadan önce TÜYAP Kitap Fuarı da bu sene Beyoğlu Sahaf Festivali'nin yapılacağı alanın altındaki binada gerçekleştiriliyordu. Ulaşım zorluğu nedeniyle pek çok okuyucu ve yayınevi kitap fuarının Tepebaşı'ndan taşınmasından halen şikayetçi.
6 Eylül Salı günü başlayacak ve 18 Eylül Pazar günü sonlandırlacak 5. Beyoğlu Kitap Fuarı her gün 11.00-23.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Bu seneki festivale İstanbul'un değişik semtlerinden sahafların yanı sıra, Ankara'dan gelecek bazı sahaflar da katılıyor.
Bu sene 72 sahafın yer aldığı Beyoğlu Kitap Fuarı, geçen sene 74 sahafın katılımıyla Taksim Gezi Parkı'nda gerçekleştirilmişti.


İflah olmaz bir kitapkolik olarak ki bu hastalığıma tıp hala çare bulamadı, yolumun üstündeki her gördüğüm kitapçıya, sahafa girme gibi bir durumum var. Sanki farklı bir kitap bulacakmışım gibi dakikalarca raflara bakıp, kitapları incelemek, tanınmış yerli, yabancı yazarların yerine çok ta bilinmeyen yazarları ve  kitaplarını keşfetmek hoşuma gidiyor doğrusu. Aç tavuk buğday ambarı misali:)

Neyse sahaflardaki o eski kitap kokusu beni cezbeden kokuların başında geliyor. O kitaplardaki yaşanmışlık hissi ise beni bambaşka dünyalara götürüyor. Galatasaray'da sahaftan aldığım bir kitabın ilk sayfasında şöyle bir not vardı:
8.12.1996 ...... Seni seviyorum. (Yazının hepsini ve isimleri yazmak istemedim. Bende kalsın, aşklarına saygı olarak)   
Belli ki bu kitabı sevdiği bir kıza hediye etmişti. Kitap okundu ve sahafın raflarındaki yerini aldı. Belki de aşk bitti kitap gitti...O kitabı kıza nasıl verdiğini hayal ettim...(Burada herkes kendi hayalini kursun bi zahmet:) Okurken neler hissettiğini, neler düşündüğünü, nerede okuduğunu vs...

O yaşanmışlık duygusu. İşte bu yüzden sahafların ayrı bir yeri var benim için.

Geçen seneki Taksim Gezi Parkındaki Sahaf Festivaline gitmiştim ama ne yalan söyleyim hiç hoşuma gitmemişti. Nedense bana çok özensiz yapılmış gibi gelmişti. Ufacık kulübelere sıkıştırılan dip dibe sahaflar, sığdırabildikleri kadar kitabı sergiliyorlardı. Onlarda sanki dükkanlarında satamadıkları kitaplardı. Çok fazla çeşit olmayan, sevimsiz bir mekan olarak gözükmüştü gözüme.  Umarım bu seneki organizasyona daha fazla özen gösterirler de zevkle eski kitapların dünyasında dolaşabiliriz.

 http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/haber/18626155.asp

POST-IT:))

 
Son günlerde içimi açan gülümseten haberlerden biride buydu. Camlardaki post-it ler. Düşünsenize ofisinizin camlarını sevdiğiniz bir karakter tarafından süslendiğini. Sıkıcı bir ofis gününe renk katmaz mı? Bence katar ama bir de bunu kabullenecek patron bulmak gerekir tabii. Bu da ne böyle çıkarın bunları diyebilecek bir patronunuz varsa hiç denemeyin. Bütün uğraşınız boşa çıkar ve zevkiniz kaçar.
 
Ben boş bir vaktimde denemek istiyorum. Evin küçük odasını gözüme kestirdim bile. Siz ne dersiniz. Denemeye değmez mi? Hayatımıza biraz renk biraz eğlence katmanın bir zararı olmaz...Haydi kolay gelsin...
İyi eğlenceler:))
 
 
Avrupa'nın son çılgınlığı

Son günlerde Paris sokaklarındaki ofislerin pencerelerinde sıra dışı bir hareketlilik ve renklilik var. Ofis çalışanları renkli yapışkanlı not kağıtlarını kullanarak pencereleri birer tuvale dönüştürmüş durumda.

Paris’in doğusundaki Montreuil’de oyun yazılım üreticisi Ubisoft ile BNP-Paribas bankasının IT çalışanlarının başlattığı “La Guerre des Post-it” (Post-it Savaşı) işyerlerinin yoğun olduğu La Défense mahallesine sıçradı.

Bilgisayar ekranındaki pikselleşmiş görüntüleri andıran Post-it’ten tablolar arasında yok yok. Bilgisayar oyunu karakterleri Super Mario, Angry Birds ve Worms, çizgi film karakterleri Pikachu, Snoopy ve Homer Simpson, hatta Mona Lisa ve Marilyn Monroe, Paris sokaklarındaki pencereleri süslüyor.

“Post-it Savaşı” çılgınlığı Avrupa’nın diğer şehirlerine de yayılmaya başladı. Yapılan çalışmaların fotoğraflarının yer aldığı postitwars.com sitesine şimdiden, Brüksel’den Londra’ya, birçok Avrupa şehrinden fotoğraflar yüklendi.

Planking, owling gibi hareketlerin Türkiye’de ne kadar hızlı yayıldığı düşünülürse, yakın zamanda buradaki ofislerde de böyle renkli tablolar görmemiz olası.

AZINLIKTA KALAN BİR DİNAZOR- MİNA URGAN


"Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum.

eğer yaşadığım...
çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse;

eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa;

eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa;

eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense,

ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım?

tam tersine baş kaldırırım,

direnirim böyle bir çağa karşı.

bu yüzden dinozorlukla suçlanmam da vız gelir bana.

çünkü ben dinozoru,

tarih öncesi çağların nesli tükenmiş bir hayvanı olarak değil;

geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınmaz değerlerini

yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan

bir yaratık olarak tanımlıyor,

dinozorluğumla övünüyorum."



Katılmamak mümkün mü? Mina Urgan'ın "Bir Dinazorun Anıları" adlı kitabında bu yazdığı satırlara. Yaşadığımız çağ köşeyi dönmek için yapılanları kolayca kabulleniyorsa, toplumsal adeletsizlik söz konusuysa, bayağılık ve çirkinlik egemense BENDE AZINLIKTA KALMIŞ ÇAĞA AYAK UYDURMAYAN BİR DİNAZORUM!



Bir Dinazorun Anıları - Mina Urgan - Yapı Kredi Yayınları

HAYATIMIN KİTABI VE STING



It's the book of my days
It's the book of my life
 It's a book I'm afraid to write

and it's all there to see
as the section reveals
There is some sorrow in every life

I'm still forced to remember
Remember the words of my life

There is a chapter of secrets,
and word to confess


Bu benim günlerimin kitabı,
Bu benim hayatımın kitabı
Yazmaya korktuğum bir kitap

Ve bütün görülecek ve keşfedilecekler var içinde
Her hayatta biraz hüzün vardır

Hala kendimi hatırlamak için zorluyorum
Hayatımın kelimelerini hatırlıyorum

Sır konular ve itiraf kelimeleri...

Böyle devam ediyor Sting'in 'Hayatımın Kitabı' adlı parçası. Sözleri çok anlamlı geldi bana. Bu benim hayatımın kitabı diyor. İçinde bir sürü şey barındıran. Tüm görülmesi gereken, açığa kavuşturulması gerekenlerin yanı sıra gizlenenler ve itiraflar. Yazmaya korktuğum bir kitap diye de ekliyor. Çünkü ne kadar istensede her zaman güzel satırlar eklenemiyor kitaba.

Hepimizin hayatının kitabında yazanlardan bahsediyor. Ulu orta yaşadıklarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz, dışa vurduğumuz duygularımız, içimize attıklarımız, paylaştıklarımız, kendimize bile itiraf etmeye anlatmaya korktuğumuz sırlarımız. Sonuçta tüm yaşadıklarımızla hikayeleri olan insanlarız biz. Ve en önemli hikayelerin bizim olduğuna inanan.

Hani şehirlerarası bir yolculuğa çıkarsanız da yanınızdaki kişi yol boyunca tüm yaşadıklarını anlatır ya size. İşte o da onun kitabıdır. Onun için önemli olan ne varsa bulur çıkartır içinden ve belki hayatında bir kez daha karşılaşmayacağı bir insana ki üzerinde birazda bunun rahatlığını hissederek sayfa sayfa okur yaşadıklarını. Sizi belki hiç ilgilendirmez ama onun için çok önemlidir yaşanmışlıklar tıpkı sizinkiler gibi. Yolculuk biter o alır kitabını kolunun altına, sizde kendi kitabınızı farklı yönlere gidersiniz ama ikinizinde kitabına yeni satırlar eklenmiştir yolun sonunda.

Hepinizin kitabına sayfalar dolusu uzun mutlu bölümler eklemeniz dileği ile iyi bayramlar...

Minu / Deniz Kurbanzade

Minu / Deniz Kurbanzade

Tutkulu bir aşkın ve bir aşk sürgününün öyküsü...

Minu, yaşam boyu süren tutkulu bir aşkın öyküsü… Üstelik aynı zamanda bir aşk-ı memnu, yani yasak bir aşk bu! Tıpkı Halit Ziya Uşaklıgil’in unutulmaz eseri Aşk-Memnu’da olduğu gibi, Minu da aile içinde yaşanan ancak son derece masum ve hüzünlü de olan bir yasak aşkı anlatıyor. Ama öte yandan aynı mitolojideki Ulises gibi, bir yol ve kendini bulma hikayesi de bu! Romanın kahramanı olan Refik’in dünyanın pek çok farklı noktasına yaptığı uzun yolculuklarla süren yaşam öyküsü, Mevlana öğretileriyle olgunlaşıyor.
Amerikalı bir Hollywood yıldızı sanılacak kadar yakışıklı bir genç erkek ve Berlin’den üstün başarıyla mezun olan, son derece zeki bir mühendis; Refik… Ateş rengi saçlarıyla her göreni büyüleyen güzeller güzeli ve aynı zamanda ayakları yere basan, tuttuğunu koparan, başarılı bir avukat kadın; Minu… Geçtiğimiz yüzyılın başında İstanbul’da başlayan, Boğaziçi’ndeki zarif yalılardan İsveç’e, Avrupa’nın şık başkentlerinden Arjantin’e dek uzanan bu heyecanlı, tutkulu ve görkemli öykü, artık pek rastlanmayan büyüklükte bir aşkı anlatıyor.
Bu renkli hikaye, her sayfada eklenen yeni bir renkle okuyucusunun başını döndürüyor. Öte yandan İkinci Dünya Savaşı’ndan şiddet dolu manzaralar gibi 20. Yüzyılın bütününe dair pek çok tarihi detayın da yer aldığı bu görkemli roman, epik bir niteliğe de sahip. Bir Osmanlı ailesinin geleneklerini, geçtiğimiz yüzyıl başından İstanbul manzaralarını ya da Boğaz’daki bir yalıda geçen hayatı anlatırken birden bir mobilya detayını olanca canlılığıyla tasvir edebiliyor. Ya da Refik’in annesinin piyanoya değen parmaklarından yükselen müziği sanki canlıymış gibi kulaklarınıza taşıyabiliyor. Deniz Kurbanzade’nin bu canlı, son derece renkli ve detaylı anlatımıyla zenginleşen Minu, hem unutulmaz bir aşkın tutkusunu, hem de geniş bir tarih diliminde dünyanın pek çok farklı köşesinde yaşanan maceraları iç içe geçerek anlatıyor. Minu ise Cumhuriyet’in ilk yıllarından, ayakları yere basan, erkeklerle eşit, tuttuğunu koparan, başarılı bir kadın portresi olarak unutulmaz roman kahramanları arasına ismini yazdırıyor.  


http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/kitap-cd/18558474.asp