ŞEYTAN VE ŞAİR

"Bu kitabı mezarımdan yazıyor olduğum gerçeğini asla unutmam. Mezarımdan yazıyorum çünkü bu kitap basıldığında ben çoktan ölmüş olacağım. Hayattan yazmayı tercih etmeminse iyi bir sebebi var: Bu şekilde kendimi özgürce ifade edebiliyorum."


İşte böyle başlıyor Şeytan ve Şair. Her zaman gittiğim kitapçıda yeni çıkanlar bölümünün en alt rafında buldum kitabı. Birçok dergide ve gazetede köşe yazarlığı yapmış asıl ismi Gene Ayres olan John Underwood tarafından yazılmış. Şimdiye kadar altı dile çevrilmiş ve söylendiğine göre kitabı basma cesaretini ilk İtalya göstermiş. Kitabın ilk kez çevirisiyle çok satanlar listesinde yer  alması edebiyat dünyasında bir ilk niteliğini taşımaktaymış.

Orjinal adı The Shakespeare Chronicles olan kitaptaki bütün belgeler, el yazmaları, bulgular gerçek olup İngiliz Milli Arşivi ve  British Library de bulunabilirmiş. Kitap bu güne kadar açıklanmayan bir takım belgelere dayanmaktaymış. Yazar, edebiyat dünyasına damgasını vurmuş bazı yazar ve şairlerin kirli çamaşırlarını ortaya döktüğünü anlatıyor. 

Roman, Prof. Desmond Lewis'in California'da vereceği konferans için yola çıkmasıyla başlıyor. Tüm dünyayı yerinden oynatacak açıklamalar yapacağı konferansa gitmeden önce eski dostu Jack Fleming'i arıyor ve yazdığı bir kitap hakkında fikrini almak istiyor. Ancak Prof. Lewis kalacağı otele varamadan ortadan kayboluyor. Olayı araştıran polis Golden Gate köprüsünde içinde ve üzerinde adı yazılı belgelerin bulunduğu terk edilmiş kiralık bir limuzin buluyor ve olayı intihar olarak değerlendiriyor. 

Jake Fleming ise arkadaşının intihar ettiğine inanmıyor ve olayın peşine düşüyor...Ve macera başlıyor. 

Kolay okunan sürükleyici bir macera romanı. Kitap ilerledikçe neden ilk kendi dilinde değilde başka bir dilde yazıldığı ortaya çıkıyor. Hele ki yazdıkları gerçek bilgilere dayanıyorsa edebiyat dünyasını alt üst edecek bir konu yakalamış Underwood. 

Ben henüz kitabın ortasındayım. Bakalım daha neler olacak? Kimlerin sırları ortaya dökülecek?
Bu aralar macera kitabı okumak isterseniz tavsiye ederim Şeytan ve Şair'i.

Şeytan ve Şair       John Underwood     Arkadya Yayınları    Çağla Dirice çevirisi 

İstanbul Oyuncak Müzesi :)



"Noel Baba Türkiye'de mi yaşadı?"
"Evet oğlum,..."
"Oyuncak dağıtırken ölmüş, değil mi baba?"

Kırdığımız Oyuncaklar
Sunay Akın



Bugün Oyuncak Müzesi günüydü. Benim gitmekten asla bıkmadığım,her gidişimde yeni birşeyler keşfettiğim, çocukluğumu bulduğum, her seferinde beni İstanbul’un bomboş sokaklarında, caddelerinde fütursuzca koştururken ki günlerime geri götüren Türkiye’nin tek Oyuncak Müzesi’ne.

Evimizin en küçük ferdi sabah uyanır uyanmaz ben Oyuncak Müzesi’ni görmedim dedi. Evet, okulla gidecekleri gün bizimki hastalıktan döşek yatak yattığı için gidememişti ve içinde kalmıştı. Bugün uyandığında bu kelimeler döküldü ağzından. Tamam dedim bugün Oyuncak Müzesi günümüz. Gidiyoruz…

Sokağı döner dönmez karşımıza çıkan dinazorlar hoşgeldiniz diyor  minik ziyartçilerine.
İstanbul Oyuncak Müzesi 23 Nisan 2005 yılında şair ve yazar Sunay Akın tarafından hayata geçirildi. Çok anlamlı bir tarihte açılışını yapmış Akın. Bir oyuncak müzesi açmak için seçilebilecek en güzel günü seçmiş. 23 Nisan. Geçmişin ve şimdinin çocuklarına ithafen. Müze geçmişten günümüze dünyanın dört bir yanından toplanmış 5000 adet oyuncağa ev sahipliği yapıyor. Daha çok geçmişten gelen oyuncaklara. Plastik bebeklerden, teneke arabalara, barbilerden, Fatoş oyuncaklara J.



Benim en çok sevdiğim alanlardan biri müzedeki oyuncakçı dükkanıdır. İçinde yaşlı bir adamın tahta oyuncaklar yaptığı yer. Bana "Affan  Dede" yi hatırlattı. Cahit Sıtkı Tarancı'nın Çocuk adlı şiirinin Affan dedesini...

Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbirşey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.

Bu bahar havası, bu bahçe,
Havuzda su şırılşırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim.



Müzenin en üst katındaki tavan arasını da unutmamak lazım. Nedense orası bana hep Anna Frank’ı hatırlatır. Bodrum kattaki denizaltı ise Denizler Altında 20000 Fersah'ı.



Ayrıca müzede sergilenen minyatür evlerdeki ve dükkanlardaki ayrıntılar ise kesinlikle görülmeğe değer. Bir evin içindeki en ufacık bir abajur bile yerleştirilmiş masanın üzerine. Şekerci dükkanı, gelinlikci, şapkacı…Hepsi birbirinden güzel ve detaylı ama benim favorim kitapçı idi.



Gülümseten oyuncakların yanında hüzünlendirenlerde var tabikii. Mesela Tosya depreminde bebeği ile enkaz altında kalan küçük kızın enkazdan kurtarıldıktan sonra bebeğinin kırılan kolunu selobantla tedavi etmesi ve büyüyüp yıllar sonra emekli bir öğretmen olarak bu bebeği Oyuncak Müzesi’ne hediye etmesi. Ayrıca atom bombosının atıdığı Hiroşima’da bir okul enkazından çıkarılanlar. Hüzenlenmemek elde değil.

Çocuklar için olur da Harry Potter olmaz mı? Kovboylar, Pembe Panterler, Süpermenler, Star Wars, Uzay Yolu, trenler, uçaklar, bebekler, arabalar…Daha neler neler…Anlatılmaz gezilir diyorum…

Ellerine sağlık Sunay Akın…Ne güzel bir müze kazandırmışsın İstanbul’a J Hem büyüklere, hem çocuklara…




"Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından
çocuk ellerinin 
izlerini
siler"