Beyazlı Kadın

Veeee bitti. Sonunda bitirdim. Biraz elimde süründürdüm ama sonunda vedalaştık Wilkie Collins'in esrar romanı ile. Kitabın başlarında beyazlı kadının birdenbire beyazlar içinde orman yolunda ortaya çıkıp imalı bir biçimde konuşması varlığı konusunda insanın kafasında soru işaretleri oluşturuyor. Beyazlı kadın var mı yoksa o bir hayalet mi? İlerleyen sayfalarda Anne Catherick'in yanı nam-ı değer Beyazlı Kadın'ın bir hayalet olmadığı olduğu ortaya çıkıyor. 



Roman Walter Hartright'in Limmeridge Malikanesinde yaşayan Laura ve Marian'a resim dersi vermek için yıldızsız dolunaylı bir gecede malikaneye gitmek için yola çıkmasıyla başlıyor. Tenha yolda ilerlerken aniden önüne çıkan bir kadın Londra'ya giden yolu soruyor. Hartright gecenin birinde tenha ormanlık yolda karşısına çıkan beyazlar içindeki kadını görünce çok şaşırıyor. İlk şaşkınlıkla kadının sorusuna cevap veremiyor. 'Gecenin o saatinde o tenha yerde bu garip hayaletin ansızın karşıma çıkıvermesi beni ciddi surette sarsmıştı' diyerek karşılaşma anlarını anlatıyor. İlk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra kadınla birlikte yürümeye başlıyorlar. Kadın Hartright'a geçirdiği bir kazadan ve Limmeridge Malikanesini bir kez daha görmek istediğini çünkü orada çok sevdiği Bn. Fairlie'nin olduğunu söylüyor. Walter duydukları karşında iyice şaşkınlığa düşüyor ama kadının 'Bir şey sormayın bana. Zalim bir kötülüğe, zalim bir haksızlığa uğradım' demesiyle bir şey soramıyor. Ana caddeye geldiklerinde Walter kadına bir araba çeviriyor ve kadın arabaya binip gözden kayboluyor. Biraz sonra gelen bir başka arabanın içindeki iki adam yolun kenarındaki polise beyazlı bir kadın görüp görmediklerini eğer görürlerse hemen yakalamaları gerektiğini çünkü kadının tımarhaneden kaçtığı söyleyerek gidiyorlar.    


Walter'ın Limmeridge Malikanesine varmasıyla romanın diğer kahramanlarıyla birer birer tanışıyoruz. Marian Halcombe, hastalık hastası odasından çıkamayan B. Fairlie, yardımcıları Bn. Vesey ve Laura Fairlie, Sir Pervical, Bn. Clements, Kont ve Kontes Fosco. 


Marian Halcombe ailesini şöyle tanıtıyor Walter'a : 'Adım Marian Halcombe. B.Fairlie'ye amcam, yeğeni Miss Fairlie'ye de kardeşim derim. Annem iki kere evlenmiş. Önce benim babam Halcombe ile, sonra üvey kardeşimin babası B. Fairlie ile. Kardeşimle benim aramda ikimizin de anasız babasız olmamızdan başka benzerlik yok. Benim babam fakir bir adammış. Miss Fairlie'nin babası ise zengin. Benim beş param yok, onun ise bir serveti var. ben esmerim, o sarışın güzel.' Bu sohbet sırasında Walter Marian'a yolda başından geçen olayı ve Beyazlı Kadın'ı anlatır. 


Laura, Sir Percival ile nişanlıdır. Kendinden oldukça büyük olan bu adamı sevmemekte evlenmek istememektedir. Sir Percival geniş arazilere sahip ama borç batağında kıvranan bir adamdır ve bir önce Laura ile evlenmek istemektedir. Ve bu arada avukatları aracılığı ile Laura'ya bir evlilik anlaşması imzalatmak ister. Bu anlaşmaya göre Laura kocasından önce çocuksuz  ölürse tüm serveti kocasına kalacaktı. Laura bu anlaşmayı imzalamak istemez. Bu arada Kont Fosco sahneye çıkar. Malikanede dersler devam ederken Laura ile Walter arasında imkansız bir aşk doğmuştur. 


Bir süre sonra Walter Hartright'tan malikaneyi terk etmesi istenir. Walter Londra'ya döner oradan da  Marian'a gönderdiği mektupta seyahat hazırlıklarından ve Londra'ya döndüğünden beri takip edildiği ve tam Liperpool'dan gemiye bineceği sırada birinin arkasından Anne Catherick'ten bahsettiğini ve tüm bu olanların bir manası olduğunu yazar. 


Laura bir süre sonra evlenir ve Sir Pervical ile balayı için İtalya'ya giderler. Dönüşlerinde Anne Catherick ortaya çıkar ve ona Sir Pervical ile ilgili sırrını açıklayacağını söyler. Buluşacakları gün Laura hastalanır buluşma yerine gidemez yerine onları takip eden Kont Fosco gider. Ve kısa bir süre sonra Laura'nın ölüm haberi alınır. 


Roman bundan sonra yazarınında dediği gibi esrara bürünüyor. Tüm entrikalar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Laura ve Anne Catherick'in benzerliği ilginç bir şekil alıyor. Sir Pervical'la Anne Catherick arasındaki sır ortaya çıkıyor. Ufak bir tüyo vermek gerekirse roman mutlu sonla bitiyor.


Kitaptaki;


'Karımın en cüretkarane emirlerime, en karışık atasarılarıma, hiç tereddüt etmeden boyun eğmesindeki sır nedir?' 


'Müsaadenizle size B.Hartright'ı tanıtayım. B.Harthright da benim adıma konuşmak lütfunda bulunacaklar. Anlatacağı gayet acı bir hikayedir. Lütfen onu dinleyiniz...Gürültü yapmayınız'


gibi cümlelerden dolayı okurken bazı yerlerinde kendimi eski Zeki Müren, Ayhan Işık,  Belgin Doruk filmi izler gibi hissettim:) 1964 basımı olunca tercümesi de böyle oluyor. 


Gotik edebiyat 'Esrar' romanı okumak isteyenlere tavsiye edilir...Can yayınlarında yeni basımını bulabilirsiniz. 


İyi okumalar:)

















Kitaplar




Kitaplar ölüleri canlandırmaz; bir budalayı akıllı, bir aptalı zeki yapmaz. Zekayı canlandırır, biler, keskinleştirir ve bilgi açlığını giderir. Ondan sessizlik istediğinde dilsizdir; konuşturmak istersen eğer bir hatip olur. Kitap sayesinde, bir ay içinde, bir uzmanın ağzından bir yaşam boyu öğrenemeyeceğin kadar şey öğrenirsin ve bu yüzden bilgiye borçlanmış olmazsın. Kitap seni iğrenç insanlarla düşüp kalkmaktan ve aptal, anlayışsız insanlarla ilişki kurmaktan kurtarır. Gece gündüz, hem yolculuklarında hem yerleşik bir yaşam sürerken itaat eder sana. Gözden düşersen eğer, kitap sana gene hizmet etmeye devam edebilir. Sana doğru ters rüzgarlar esmeye başlarsa, kitap sırtını dönmez. Öyle bir zaman gelir ki kitap, yazarından üstün olur.

N.Tusi