Lizbon'a Gece Treni beyazperdede


Lizbon'a Gece Treni geçen yıl okuduğum en güzel kitaplardan bir idi. Çok zevkle okuduğum bu romanın filmi şubat ayında beyazperdede okuyucuları ve sinema izleyicileri ile buluşacakmış.  Filminini sabırsızlıkla beklerken, Sabitfikir'in haberini de sizlerle paylaşmadan edemedim:)


Pascal Mercier’in on beş dile çevrilen romanı Lizbon'a Gece Treni, sinema izleyicisiyle buluşuyor. Başrollerinde Jeremy Irons, Jack Huston, Christopher Lee, Charlotte Rampling gibi oyuncuların yer aldığı film, Şubat ayında yapılacak prömiyerle sinema izleyicisiyle buluşacak.



Kitabın kahramanı, Bern’de tekdüze bir hayat süren antik diller öğretmeni Gregorius, tuhaf bir tesadüfler silsilesi sonucunda kurulu düzenini, mesleğini terk ederek hiç tanımadığı Portekizli bir yazarın izinde Lizbon’a doğru tekinsiz bir yolculuğa çıkar. Kendisine yabancı bir insanı tanımak, onla aynı havayı solumak için atıldığı bu serüven, kendisini keşfetmesine olanak verirken, kendini Salazar döneminin acımasız diktatörlüğünün karanlık sayfalarında bulmasına da neden olur. Bir solukta okunan bu kitap, okuyucuyu Gregorius’la beraber bilinmeyenin peşinden gitmeye davet ederken, içerdiği hayat, dostluk, cesaret, direniş gibi konulardaki derinlikli düşüncelerle de ilgi çekiyor.


Huzur



 "Çok defa kapalı duran dükkanın kepengi önünde, Rus işi semaver borusu, kapı topuzu, otuz sene evvel o kadar moda olan sedef bir kadın yelpazesinin dağınık parçaları, büyükçe bir saate mi yoksa bir gramofona mı ait olduğu kestirilemeyen bir kaç alet, nasılsa buraya kadar bölünmeden, parçalanmadan, gelmiş bzaı şeylerle birlikte yere serilmiş -kim bilir neyi- bekliyorlardı. En göz alacak yerde sarı pirinçten bir kahve değirmeni ile geyik boynuzundan bir baston sapı vardı. Dipte, dükkanın kepengine kalın, sarı, tahta çerçeveli iki büyük fotoğraf dayalıydı. Bunlar Abdülhamit devrinden, yahut biraz daha yakın zamanlardan kalma Rum patriklerinin resimleri olacaklardı. Nişanları, elbiseleri, alametleri, gazetelerde gördüklerinin eşiydi. İyi silinmiş camlarının arkasından geçmiş zaman gözleriyle önlerine yayılmış eşyaya, her kımıldanışı bu camları bir an için zapteden sokağın kalabalığına bakıyor gibiydiler. Belki de seneler sonra gelmiş bu hayat uğultusundan  , bu güneş ve ses tedavisinden memnundular. "



"Bir yığın eski eşya, karyolalar, kırık dökük mobilyalar, bezi yırtık paravanlar, mangallar, yol boyunca iki tarafta üst üste, yan yana diziliydi.
En hazini sadece oraya düşmeleriyle bir facia teşkil edilen yatak ve yastıklardı. Yatak ve yastık...Kaç türlü rüya ve kaç cins uyku vardı burada."

Bugün Kadıköy'de bir kaç antikacı ve eskici dükkanına uğradıktan sonra eve gelip bir fincan yorgunluk kahvesi eşliğinde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'unu okumaya başladım. Ve karşıma yukarıda sizinle paylaştığım satırlar çıktı bir anda...

Hayatta hiç bir şey tesadüf değildir cümlesi doğru galiba...Bana bir şeyler mi anlatmaya çalışıyor acaba? Çalışma masamın üstünde çok güzel duracağını düşündüğüm ama almadan dükkandan çıktığım ve hala aklımın bir kenarında kalakalan o eski lambayı mı işaret ediyor yoksa?





                                       Huzur       Ahmet Hamdi Tanpınar      Dergah Yayınları






Karlı Bir İstanbul Sabahına Günaydın Derken...


İstanbul'da Karı Beklerken...

İstanbul'da bu gece kar bekleniyor. Büyükşehir alarma geçmiş durumda. Dün geceden beri beklenen kardan bu saate kadar tık yok. IDO bazı seferlerini iptal etmiş, valilik zorunlu olmadıkça özel aracınızla yarın trafiğe çıkmayın diyor. Tedbirler alınmış (?), gözler gökyüzünde yağacak kar bekleniyor. 

Benim ise aklım hala Kars'ta. Buz tutmuş kaldırımlarında, caddelerinde, göz alabildiğince bembeyaz kırsalında. İstanbul'la Kars'ı karşılaştırmayacağım. Bu imkansız neredeyse ama bazı şeylerini özellikle de trafiğini ve insanlarını anlatmadan bu konuyu kapatmayacağım. 



Kars'a giderken en çok görmek istediğim yerler Ani harabeleri ve Sarıkamış'tı. Taksiciler ve minibüsçüler Ani'ye gidebileceğimizi yolların açık olduğunu ama ören yerine kardan ulaşamayacağımızı ancak uzaktan fotoğraf çekebileceğimizi söyledikleri için Ani'den vazgeçip şansımızı Sarıkamış'tan yana kullandık. 

Şehri arkamızda bıraktıktan sonra bomboş beyazlık içinde ilerliyoruz. Kar ilk defa gözlerimizi alıyor ve güneş gözlüklerimizi takıyoruz. İlçenin içinde görülecek çok fazla tarihi eser yok. Kars'taki bugünkü Fethiye Cami'nin (Aleksandr Nevksi Kilisesi) benzeri olan St. Michail Kilisesi var. !877-1878 yıllarında Osmanlı Rus Savaşında Rus işgaline uğrayan Sarıkamış'ta Rus yönetimi tarafından iki alay kilisesi kuruluyor. Bunlardan biri Aziz Geogiy diğeri ise baş melek Michail'e ithaf edilen Baltık mimarisi tarzıyla inşa edilmiş St. Michail Kilisesi. Rus işgalinin ardından bir süre boş kalmış, sonra Sarıkamış Belediyesi tarafından sinema olarak kullanılmış. Daha sonra ise yanına iki minare eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanmış. Bir çok yangın geçirdiği için halk arasında Yanık Kilise olarak bilinmekte. 



Sarıkamış denince bir çok kişinin aklına kayak merkezi gelse de benim aklıma Sarıkamış harekatında Allahüekber dağlarını aşmaya çalışan ordumuzun şiddetli kar yağışı ve tipi sonucunda verdiği kayıplarımız ve Katerina'nın Muhteşem Köşkü geliyor. Önce şehitlerimiz için dikilen anıtı ziyaret ediyoruz. Türkiye'nin dört bir yerinden şehitlerin isimleri yazılı duvarda. Bizim şimdi üşüyerek gezdiğimiz yerde onlar yıllar önce bu ülke uğruna donarak şehit düşmüşler. Işıklar içinde yatsınlar. 



Ve işte çamların önünde Katerina'nın muhteşem köşkü. 80 derecede haşlanmış çam topluluklarının çivi kullanılmadan birbirine geçirilmesiyle inşa edilen tek katlı bina bir rivayete göre Çar II Alexandr'ın sevgilisi Ekaterina Dulgorukova ile gözlerden uzak buluşabilmesi için  yaptırılmıştır. Katerina'nın Köşküne'de kardan yaklaşamıyoruz ama çevre halkı ile konuştuğumuzda yöneticilerin ilgisizliğinden şikayet ediyorlar. Söylenenlere göre köşk bakımsızlıktan çökmek üzere. Yazın gelin ziyaret edersiniz ama görülecek bir yok diyorlar. Belki yazın, bu yaz olamasa bile gelecek yaz mutlaka diyerek bu güzel manzarayı da arkamızda bırakarak Sarıkamış'tan biraz da kayak merkezinde vakit geçirerek ayrılıyoruz. 


Kars'ta nereye giderseniz gidin, isterseniz adres sormak için bir dükkana girin hemen çay ikram edelim diyorlar. Sobanın üstünde gün boyu demlenen sıcacık çay yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olmuş Karslıların. İkram ettikleri çayı içmemek onlara yapılacak ayıp  gibi geldi bana. Çayla arası olmayan ben hayatımda en çok çayı burada içtiğimi söyleyebilirim :).



Şehirde en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de trafiği. Trafik ışıkları sürekli sarı yanıp sönmesine, yolların buz olmasına rağmen değil kafayı camdan çıkartıp bağırmak birbirlerine korna çalan bile çok az. Herkes birbirine ve yaya ya yol veriyor. Vermeyen de var tabi ama plakalarına baktığınız da maalesef ama yol vermeyen araçların ya 34 ya da 06 plaka olduğunu gördük. Bu konuda kesinlikle en ufacık bir abartım yok. Aynı şekilde yollarda patinaj çeken araçlarda aynı şekilde Kars'ın çevre illerinden değil de daha farklı illerden gelen araçlar olduğunu gördük. Kaza mutlaka oluyordur ama biz kaldığımız beş gün içinde şahit olmadık. 



Kars'a gidilipte çarşısını gezmeden yöresel tatlarını denemeden olmaz dedik ve çarşının en eski dükkanlarından Serhat Pazarı ile işe başladık. İçinde yok yok. Yöreye ait kurutulmuş meyveler, köme, kıtlama şeker, simişka (nasıl öğrenmiş miyim ama:) daha neler neler. Kars'a giderseniz uğramadan dönmeyin derim. Eğer dükkan boşsa içeride fazla müşteri yoksa ki boş bulmak pek mümkün olmuyor sahibi size o zamanki Azerileri, Rusları ve eski Kars'ı anlatır.



Çarşıda adım başı bal ve peynirci dükkanı var. Bir peynir canavarı olarak tam yerine düştüğümü söyleyebilirim. Hediyelik almak istiyorsanız çok güzel paket yapıyorlar, yanınızda taşımak istemezseniz de kargoyla gönderiyorlar. Ha bu arada unutmadan kavanoz bal ve petek balı uçakta kesinlikle el bagajınızda kabul etmiyorlar. Tecrübeyle sabittir :)



Kars denince kazı unutmamak lazım. Kaz eti tüm restaurantlarda porsiyonu 40,-tl den satılıyor. Sorulunca pişirilmesi uğraştırıcı deniyor ama kaz eti satan birine sorduğumda normal tavuk gibi haşlanıp didikledikten sonra tavada kızartılmasının yeterli olduğunu söyledi. 



Birazda yemek yenebilecek yerlerinden bahsedeyim.Kamer Kadıneli Restaurant yöresel yemekler sunan bir yer. Kaz eti, Erişte aşı (evelik otu çorbası) , hangel, acem kavurması. Hepsi birbirinden lezzetli. Sobanın üzerinde illaki kaynayan çay ve karanfil tarçın karışımı sıcak içecekte cabası. Kars'ın en eski yerleşim yeri olan Yusufpaşa Mahallesinde hiç düşünmeden kapısından girebileceğiniz bir restaurant. 

Bir diğeri ise Ani Ocakbaşı. Çarşının içinde tertemiz, modern dekorasyonu ve servisi ile İstanbul'dakileri aratmayacak bir restaurant. Burada da gönül rahatlığı ile yiyebilirsiniz. 

Fiyatlarına gelince turist diye sizi kazıklamıyorlar. Makul fiyatları var. 



Bu arada Kars'ta motiflerini çok beğendiğim özellikle Kars halısı satan bir dükkan yoktu. Sorduğum zaman istek üzerine dokunduğu ama her yer gibi burada da makine halısı moda olduğu için yöreye özel halı dükkanını olmadığını öğrendim. 

Daha hikayelerini anlatacak bir sürü tarihi yer, bina, insan var ama şimdilik burada bırakmak istiyorum. Belki ara ara tekrar yazarım. 



Ve Kars maceramızın sonunda kişisel facebook sayfama şu notu düştüm : İstanbul'u en çok bir yerlere giderken arkamda bırakırken seviyorum. Ve gittiğim yerlerde özlemiyorum. Ama maalesef her defasında da kürkçü dükkanına geri dönüyorum. Karlar Kraliçesini birbirinden güzel insanları ve yapılarıyla baş başa bıraktık ve döndük :(





Ve saat gece yarısını çoktan geçmesine rağmen bir kar tanesi düşmedi henüz pencereme...