'Duvarların Yarım Yüzyılı'

'Duvarların Yarım Yüzyılı'

Ressam Burhan Doğançay'ın 14 ayrı dönemine ait eserleriyle dünyanın önde gelen müzelerinin koleksiyonlarında bulunan 120 çalışmasından oluşan “Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi” sergisi, yarın İstanbul Modern Sanat Müzesi'nde ziyarete açılacak.

Serginin tanıtımı amacıyla düzenlenen basın toplantısına konuşan Doğançay, serginin Türkiye'de bir ilk olduğunu söyledi.
Bir ressamın 50 yılını kapsayan bir sergiyi düzenlemenin kolay olmadığını belirterek, “İlk defa 13 resim dünyanın önemli müzelerinden buraya geldi. Bu eserler, 23 Eylül'den sonra geldikleri müzelere geri gönderilecek” diye konuştu.

Doğançay, duvar yazılarına da değinerek, şöyle konuştu:
“Şimdi duvarlar tertemiz. Çünkü her gencin bilgisayarı var. Yazacaklarını buralara yazıyorlar. 1970'li yıllarda İstanbul'da bir santimetrekare yer yoktu duvarlarda. Politik mesajlarla doluydu. Şimdi duvarlarda yazan tek şey 'Buraya çöp dökmeyin.' Gelişen bu teknolojiye rağmen taş devrinde yaşıyorum. İnternetteki duvarlar ve tweetlerle hiç ilgim yok. Nasıl işlediğini bile bilmiyorum. Bu arada, fakir ülkelerle zengin ülkeler arasındaki uçurum giderek artıyor. Böyle giderse terörizm artacak.”

“En kapsamlı Doğançay sergisi”
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, İstanbul Modern'de Doğançay'ın ülkedeki en kapsamlı sergisinin oluşturulduğunu söyledi.
Ezcacıbaşı, serginin sanatçının 50 yıllık sanatsal yaşamından kesitler sunduğunu belirterek, şunları kaydetti:

“Burhan Doğançay'ın Türkiye'deki ilk retrospektifi 2001 yılında Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı tarafından Dolmabahçe Kültür Merkezi'nde düzenlenmişti. Böyle bir serginin bir müzede sergilenmesini arzu eden Burhan Doğançay'ın isteğini, yıllar sonra İstanbul Modern'de gerçekleştirmekten dolayı büyük mutluluk duyuyoruz. 1987 yılında, 1. İstanbul Bienali'nde sorumlu olduğum Askeri Müze'de aynı salonda yan yana sergilenen 'Muhteşem Çağ', 'Madonna' ve 'Mavi Senfoni', bu sergide yine bir arada yer alıyor.”
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız

Edebiyat tarihinin en iyi 100 giriş cümlesi

Sabit Fikir'den 'Edebiyat tarihinin en iyi 100 giriş cümlesi'
 
En kötü giriş cümlesi yarışmasının kazananları belli olurken, stylist.co.uk sitesi, kendilerine göre “en iyi ve en ikonik” giriş cümleleriyle başlayan eserleri seçti. “Bir kitabın okuyucuyu ilk cümleden itibaren etkilemesi gibisi yoktur. Okuyucunun okuduğu ilk cümle, kitabın giriş cümlesi, o kitabın satmasını, kapanış cümlesi ise yazarın daha fazla okuyucu kazanmasını sağlar derler,” diyen sitenin “En iyi 100 giriş cümlesi” listesi aşağıda. Cümlelerin Türkçe çevirilerini okuyucularımızın katkısıyla yerleştirmeye devam ediyoruz.


1.J.D. Salinger Çavdar Tarlasında Çocuklar
"Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum."

2.Leo Tolstoy Anna Karenina
"Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir."

3.Jane Austen Aşk ve Gurur
"Parası pulu olan her bekar erkeğin kendine bir yaşam arkadaşı seçmesinin kaçınılmaz olduğu, herkesçe benimsenen bir gerçektir."
"Dunyaca kabul edilmis bir gercektir, hali vakti yerinde olan her bekar erkegin mutlaka bir ese ihtiyaci vardir." (Hamdi koç çevirisiyle)

4.Charles Dickens İki Şehrin Hikayesi
"Akıl çağıydı, budalalık çağıydı da. İnanç çağıydı aynı zamanda inkar çağıydı da. Bir taraftan aydınlık bir taraftan karanlık mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz vardı ama hiç bir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz cehenneme de gidiyorduk."

Yazının devamını okumak için linki tıklayınız...

İtfaiye arabası her geçtiğinde...


Canhıraş siren sesleri geliyor caddeden. Pencereden dışarı bakıyorum. Kıpkırmızı itfaiye arabaları yol vermek için önlerinde böcek gibi oraya buraya kaçışan araçları yara yara ilerlemeye çalışıyorlar. Bir süreliğine yol açılsa da ileride aynı manzara ile karşılaşılıyor. Yol yine tıkanıyor, sirenler yine etrafını yırtarcasına çalıyor ve yol yine açılıyor. İlerledikçe sesleri azalıyor sonra tamamen yok oluyor. Olay yerine varılıyor. Seyirciler toplanmış,yorumlar başlamış. Her kafadan ayrı bir ses, ayrı bir kurtarma senaryosu yazılıyor. Akıl verenler, vah vah çekenler. Kurtulanlar ağlaşıyor, bağırışıyor. Canlarını kurtardıklarına sevineceklerine, giden mallarına yanıyorlar. Ne de olsa mal canın yongası. İtfaiyeciler hummalı bir çalışma başlatıyor. Hortumlar çıkıyor, sular boşalıyor koyu duman yavaş yavaş açılıyor. Tüm bu curcunadan geriye simsiyah isle kaplı bir bina ve genizleri yakan yanık konusu miras kalıyor. İtfaiyeciler toplanıyor ve geldikleri gibi geri gidiyorlar. Bir sonraki ihbara kadar...


Bir filmi geçmişe sararak gözlerim itfaiye arabalarının arkasına takılmış, sirenleri kulaklarımda kaybolana kadar takip ediyorum onları.


Derken başka ihbar geliyor. X cadde Y sokak Z numarada yangın var. Hemen hazırlık yapılıyor. Yine sirenler, yine kaçışmalar olay yerine varılıyor ama bu kez yangın falan yok. Asayiş berkemal. Asılsız bir ihbar belli ki. Dönüyorlar gerisin geriye biraz kızgın. Dalga geçilecek bir konu değildir itfaiyenin işi. Asılsız ihbar kurtarılacak bir insanın kaybına, söndürülecek bir yangının dalga dalga yayılarak bir mahallenin felaketine yol açabilir. İşte bunun için kızgındırlar bu duyarsız kişiye.


Sonra başka bir gün yine bir ihbar geliyor. X cadde, Y sokak ve Z numarada yangın var. Yine atlıyorlar araçlara, açıyorlar sirenleri düşüyorlar yollara. Olay yerine varıldığında bir gariplik var. Kimse toplanmamış, ağlayan bağıran insanlar da yok, is kokusu da sarmamış etrafı dahası yangın da yok. Adresi kontrol ediyorlar, etraflarına bakıyorlar. Normal bir gün yaşanmakta mahalle. Bakkal kapının önünde sigara tüttürmekte, kedi kasabın kapısını beklemekte, manav müşterisine domates seçmekte, postacı bir apartmandan diğerine postaları dağıtmakta...Evlere bakıyorlar, camlara bakıyorlar, sokağa göz gezdiriyorlar ve yine kızgın toplanıp gidiyorlar. Ah bir ellerine geçirseler bu sorumsuzu.


O sırada kimsenin farketmediği biri pencereden sokağa bakmakta, tülün arkasından yanıp sönen itfaiye arabalarını seyretmektedir. Ne güzel renkleri vardır koca koca arabaların. Ne güzel sirenleri vardır. Onları gören tüm sürücüler yol vermek zorundadır. Her zaman öncelik onlarındır. Kahramandır onlar. Kırmızı kahramanlar. Polislerinde ambulanslarında sirenleri vardır ama itfaiyeler farklıdır. Hele geceleri ışıkları ne güzel yanar. Nani nani geceyi böler sesleri. Aynı oynadığı oyuncak arabaları gibi. İtfaiyeciler gittikten sonra tekrar döner salonun ortasına yaydığı arabalarına. Bu sefer yangına gitme sırası ondadır. Başlar nani nani diye taklitlerini yapmaya ve eliyle hızla ilerletir döşemenin üzerinde. O sırada annesinin yan odadan sesi gelir kulağına. Komşusuyla dertleşmektedir. 'Ahhh Selma Hanım'cığım aslan gibi delikanlı oldu ama öyle bir illet ki yakasındaki tedavisi yok. Doktorlar böyle idare edeceksiniz diyorlar. Neyse ki bazı şeyleri biliyor, biraz okuma yazma öğrendi, rakamları da tanıyor. Ne olur ne olmaz diye evin adresini de ezberlettik. Sürekli göz altında tutuyoruz. Bazen çok sakin bazen beş yaşındaki çocuklar gibi kaşla göz arasında oraya buraya saldırıyor. Dışarı çıkardığımızda insanların meraklı bakışlarına maruz kalıyoruz. Bilmem anlıyor mu? Huysuzlanıyor eve dönmek istiyor. Evde bile çok dikkat etmek zorundayım. Ocağı açıyor ateşi seyrediyor ya da rastgele telefon numaraları çeviriyor. Bir keresinde yakaladım. Halamı arıyorum dedi. Ses etmedim. Neyse ki şu arabalarla kendini oyalıyor en çokta itfaiye arabalarıyla.'


Gülümseyerek içeriye kulak kabarttı. Kendisinden ve arabalarından bahsedildiğine çok sevinmişti. Evet, annesi çok iyi biliyordu itfaiye arabalarını sevdiğini ama galiba canı sıkıldığında onlara telefon edip çağırdığını bilmiyordu. Bilseydi onu da söylerdi komşu teyzeye...


Yeşim Kuşçu Ermutlu


Hayatın içinden gerçek bir hikayeden esinlenerek yazılmıştır...

Robin Gibb'in anısına

Too Much Heaven...

William Shakespeare'den

 
 
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

William Shakespeare