KİTAPLARIN ARKA KAPAKLARININ DİLİ

Uzun süredir beni rahatsız eden kitapların arka kapak yazıları ile ilgili bugün Özgür Edebiyat Dergisi yayın yönetmeni Metin Celal Sel Yayınları'nın bir yazısını paylaşmış.

Kitabevlerinin raflarında duran bazı kitapların arka kapak yazıları o kadar etkileyici yazılıyor ki kitap; adeta dile gelip al beni, almazsan senin için büyük kayıp olur, ben bugüne kadar okuduğun en iyi kitaplardan biriyim, beklediğin hatta bugüne kadar arayıpta bulamadığın kitabım:) diyor. Hakkını verenler olduğu gibi fos çıkanlarda oluyor ki son zamanlarda bu durum arttı gibi. Tamam, bunun yayınevinin kitabını satmak için yaptığı bir satış taktiği olduğunu kabul etmekle birlikte okuyucuya atılan bir kazık olmasını da kabul edemiyorum.
  
Sel Yayınları bu konu üzerine bir yazı paylaşmış: Arka kapaklar aslında ne demek istiyor? başlığı altında. Adeta okuyucuya rehber niteliğinde. Okurken hoşça vakit geçirmeniz dileği ile işte kitapların arka kapaklarının dili:)

Yayıncılık klişeleri: Arka kapaklar aslında ne demek istiyor?

Editörler, yayıncılar ve eleştirmenler bir kitabı tanıtırken "lirik", "kışkırtıcı" ya da "kendine has bir dili var" derken aslında ne demek istiyorlar? One-Minute Book Reviews isimli siteden Janice Harayda, sektörün içinden isimlerden twitter üzerinden yaygın yayıncı terimlerini deşifre etmelerini ve bu deşifrelerde #pubcode hashtagini kullanmalarını istemiş. İşte bazılarının cevapları:

 

"hikâye içine çekiyor": "çok iyi bardak altlığı olur" Don Linn, yayın danışmanı

"dili sade": "çok iddialı ifadeler yok" Mark Kohut, yazar ve danışman

"iyi eleştiriler alan": "pek satmıyor" Peter Ginna, yayıncı.

"çıkış kitabı": "Allah yardımcısı olsun" Larry Hughes, yayınevi yöneticisi

"her türlü kategorizasyona meydan okuyor": "Ne yaptığı hakkında yazarın bile hiçbir fikri yok." James Meader, yayınevi yöneticisi
"yaşadığımız zamanı yakalıyor": "İki yıl önce yaşadığımız zamanları yakalıyor." Mark Athitakis, eleştirmen

"okul için ideal": "Çocuklar bunu okumak zorunda kalmadıkları sürece okumazlar." Linda White, kitap tanıtımcısı

"J.R.R. Tolkien’in görkemli geleneğini sürdürüyor": "Kitapta cüceler var" Jason Pinter, yazar

"kendine has bir dili var": "Editör kontrolünden geçseymiş iyiymiş."

"heyecanlı": "İçinde aklı başında bir şey yok." William Preston, İngilizce öğretmeni

"destansı": "çok uzun" Sheila O’Flanagan, yazar

"erotik": "porno" Peter Ginna, yayıncı

"etnik edebiyat": "beyaz olmayan biri tarafından yazılmış" Rich Villar, yayınevi yöneticisi

"ilgi çekici": "Sayfaları hızla çevirdim ama aslında kitabı okumadım." Sarah Weinman, edebiyat eleştirmeni

"cesur bir sokak masalı": "Mahalleli siyah yazar. Kaçın." Bir edebiyat öğrencisi

"ince işlenmiş bir metin": "Sözcüklerin yarısının ne anlama geldiğini bilmiyorum." Jennifer Weiner, yazar

"edebi": "olay örgüsü yok" Mark Kohut, yazar ve danışman

"uzun süredir beklenen": "geç kalmış" Jan Harayda, yazar ve editör

"lirik": "Pek fazla bir şey olmuyor." Peter Ginna, yayıncı

"özenle araştırılmış": "Çok fazla dipnot var." Larry Hughes, yayıncı

"anı": "Aksi ispatlanana dek kurgu değil." Larry Hughes, yayıncı

"novella": "büyük fontlu kısa öykü" Larry Hughes, yayıncı

"acıklı": "Bu kadar kötü yazmak insanı ağlatıyor." Drew Goodman, yazar ve sosyal medya analisti

"günceli yakalıyor": "orijinal bir kurgusu yok" Jacqueline Deval yazar ve yayıncı

"çok eğlenceli": "kaotik" Peter Ginna, yayıncı

"duygusal": "yumuşak porno" Peter Ginna, yayıncı

"çarpıcı": "Baş karakter ölüyor." Mark Athitakis, eleştirmen

"provokatif": "ırklar ya da dinle ilgili" Mark Athitakis, eleştirmen

"ümit veren": "Çok fazla kusur var ama görmezden gelinebilir." Mark Athitakis, eleştirmen

"cesur": "çok fazla küfür var" Isabel Kaplan, yazar

"ileriyi gören": "Yanlışlığı henüz kanıtlanmadı." Isabel Anders, yazar

"bir kuşağın sesi": "demode" Mark Kohut, yazar ve danışman

"ağır": "Bu canavarı sürekli yanımda taşıyorum ama hâlâ bitiremedim." Emily Nussbaum, eleştirmen

"hayal gücünün sınırlarını zorluyor": "Yazarın kafası iyiymiş." Simon McNeil, yazar

"takip edilmesi gereken bir yazar": "Gerçekten okumak isteyeceğiniz bir yazar değil." Jan Harayda, yazar ve editör

"geniş aile hikayesi": "Anneniz bunu sevebilir." Mark Kohut, yayıncı

"Amerika için ‘uyan’ alarmı": "önceki hükümette yer alan bir yazardan huysuz, sert bir eleştiri" Gary Krist, gazeteci ve yazar

"katmanlı bir anlatım": "Atlayarak okumaktan ya da hızla göz gezdirmekten çekinmeyin." Nancy Pate, yazar ve editör

"dokunaklı": "Bir şey dokundu. Yediğim yemek de olabilir, kitap da." Jennifer Weiner, yazar

"uzun süre konuşulacak": "Hemen şimdi okumanıza gerek yok." Mark Kohut, yazar ve yayıncı

"büyüleyici": "Metni etkileyici bulup, olan biten bir şey olmadığını fark etmeyeceğinizi umuyoruz." Miss Bennet, editör

"yazarın sıkı hayranları": "anne ve eş" Mat Johnson, yazar

"orijinal bir romantik komedi": "Sonunda kadın karaktere araba çarpar. Bir erkek sürücü tarafından." Phillipa Ashley, yazar

"aklınızdan çıkaramayacaksanız": "Aylardır başucumda duruyor ve hâlâ bitiremedim." Sara Eckel, eleştirmen

"sıcacık bir öykü": "Ana karakter bir köpek, yaşlı bir adam ya da ikisi birden." Katha Pollitt, şair ve köşe yazarı

"tarihi bir roman": "Amerika’da geçiyorsa toz, çayırlar ve soluk renkli kıyafetler; İtalya’da geçiyorsa zehir ve entrika, İngiltere’de geçiyorsa seks, güzel kıyafetler ve kelle uçurma." Jennifer Weltz, yazar ajanı

"Hemingwayvari": "kısa cümleler" Arthur Phillips, yazar

"Faulknervari": "uzun cümleler" Arthur Phillips, yazar

"Fitzgeraldvari": "pişmanlık, özlem, zengin insanlar" Arthur Phillips, yazar

"Pulitzer adayı": "Yayıncı 50 dolarlık başvuru ücretini ödedi." Mat Johnson, romancı

"güçlü": "Entrika dolu, bir yargısı var." Mark Kohut, yazar

"alışılmadık": "Beklediğinizden kısa, büyük harf kullanılmamış." Tamara Paulin, yazar

"Shakespearvari": "Herkes ölür, vay be, aynı Hamlet gibi." Mark Kohut, yazar

"insanlık halleri üzerine heyecan uyandıran bir yaklaşım": "Duygular üzerine bir erkek tarafından yazılmış bir kitap." Sara Eckel, eleştirmen




GOLEM

Prag'ın sis çökmüş karanlık dar sokaklarında koşar adımlarla nefes nefese ilerliyorum. Arada bir arkama bakıyorum geliyor mu diye. Evet tam arkamda beni takip ediyor. Ben hızlandıkça o da hızlanıyor. Etrafımızdaki insanlar kaçışmaya başlıyor. Sığınacak bir yer arıyorum ama buraları iyi bilmediğim için saklanamıyorum. Nereye gittiğimi bilmeden koşmaya başlıyorum. Gece çökmeye başlıyor bir an önce bir yer bulmam lazım. İyice yaklaştı elini uzatsa beni tutacak gibi, nefesini ensemde hissediyorum Golem'in. Hepsi senin yüzünden diyorum göğsüme sıkı sıkıya bastırdığım kitaba. Senin satırlarından çıkıp benim peşime düştü. Kurtulamıyorum...

17 yy'da Prag Musevileri arasında antisemitiklere karşı adaleti sağlayan Golem ruhsuz, düşük zekalı, kilden veya topraktan yapılmış bir efsanevi bir canlıymış.

Efsaneye göre haham Judah Ben Bezalel tarafından kilden bir heykel yapılmış ve musevi halkı koruması için canlandırılmış.Alnına 'emet' (doğruluk) kelimesi yazılan heykelin cumartesi günleri çalışması yasaklanıyor. Bu nedenle kelimeden e harfi silininiyor ve ölüm manasına gelen 'met' kelimesiyle Golem hareketsiz kalıyor. Bir cumartesi e harfini silmeyi unutuyorlar ve Golem kontrolden insanlara zarar vermeye başlıyor. Bunun üzerine alnındaki tüm harfleri siliyorlar ve Golem parçalara ayrılıyor. Söylentiye göre parçalar Altneu Sinagog'unun altındaki bir odaya kilitleniyor.

"Golem ile ilgili öyküler güç kavranır...Her zaman yinelenen şudur: Moğol tipli, tamamen yabancı, sakalsız, sarı yüzlü bir adam, eski moda hırpani giysilere bürünmüş olarak, düzenli ve garip bir biçimde sekerek, sanki her an yuvarlanacakmış gibi yürüyerek Yahudi mahallesinden geçer ve birden görünmez olur" diye yazıyor Gustav Meyrink 1915'de yazdığı başyapıtı Golem'in tanıtım yazısında.



Kitabın birbirinden ilginç karakterleri var. Yüzük taşı oymacısı Pernath, Alay Grubu'nun kurucusu hukukçu Prof. Hulbert, arşivci Hillel ve kızı Miryam, eskici Aaron Wassertrum, yaşlı kuklacı Zwakh, öğrenci Charousek...Hepsi Prag'ın sokaklarında okuyucularını peşinden sürüklüyor.

Kitabın yazarı Avusturyalı Gustav Meyrink geçen yüzyıl sonunda bulunduğu Prag entellektüel çevresinde eserleri için kendine kaynak yaratmış. Kozmik yasalar, gizemcilik ve insanın yazgısı konularıyla ilgilenmiş, estetik anlayışlara karşı çıkmış bir kişi. Münih ve Viyana sanat çevrelerinde bulunmuş. 1915'de başyapıtı Golem'i yazmış.

Romandaki mekan betimlemeleri çok güzel. Prag'ın sisli, kasvetli dar sokakları,evleri gözünüzün önünde canlanıyor okurken.

Ve her zaman olduğu gibi kitaptan ufak tadımlıklar;

"Her soru, insan onu kafasında sorduğu anda yanıtlandırılmıştır."

"Bütün yaşam, biçimlenmiş sorulardan başka bir şey değildir. Bunlar, yanıtın özünü içinde taşırlar ve de sorular cevaplara gebedir. Yaşamda bunun dışında bir şey gören çılgındır."

"Tarot oyununun 22 kozu olduğu hiç dikkatinizi çekmedi mi-tıpkı ibrani alfabesinde olduğu gibi? Bizim Bohemya kartları daha fazla resimle dolu değil midir? Sembolleri açıktır: Deli,ölüm,şeytan,kıyamet günü.Yaşamın yanıtları kulaklarınıza ne derece hızla bağırsın istiyorsun sevgili dostum? Bilmeniz gereken şey tarot sözcüğünün İbranicedeki 'tora-yasa', ya da eski Mısırcadaki 'tarut-soru sorulan kişi' ile eşanlamlı oluşu ve en eski Zen dilinde 'torisk sözcüğünün yanıt istiyorum manasına geldiğidir."


"Bugün karanlık köşelerden yükselen fısıltılar, taşıdıkları kötü, yüreksiz, bıkkın kuşkular umurumda mıydı: "Bırakmayız seni-bizimsin sen, sevinmeni istemiyoruz-burada bu evde sevinmek daha iyi olurdu!"

"Eski bir efsane vardır o sokaktaki bir simyacı eviyle ilgili; bu ev yalnız siste görünür ve yalnız pazar günü doğanlar onu görebilir. O eve 'son laternanın duvarı' denir. Gündüzleri oraya giden, orada büyük, gri bir taş görür, arkasında uçurum vardır, Hirschgraben'a iner ;bir adım daha atmadığınız için çok şanslısınız Pernath:aşağı düşer kemiklerinizi kırardınız.
Taşın altında büyük bir servet yatar denir, Asya'lı biraderler tarikatının ki Prag'ı kurdukları söylenir-üyeleri tarafından bir evin temel taşı olarak konulmuştur, orada güllerin sonunda bir insan, daha doğrusu bir hermafrodit, erkek ve kadından oluşan yaratık oturacak. Armasında bir tavşan resmi taşıyacak,ayrıca,tavşan Osiris'in simgesidir ve bu yüzden paskalya tavşanları geleneği doğmuştur."

Fantastik, felsefe, gizem yüklü içinde entrika ve cinayet barındıran bir roman okumak isteyenlere tavsiye ederim Golem'i. Benden şimdilik bu kadar. Prag'ın sokaklarından İngiltere kırsalına Stonehenge'e doğru yeni bir yolculuğa çıkıyorum. Görüşmek üzere sevgiyle kalın:)

GOLEM              Gustav Meyrink                 YKY Yayınları           Sezer Duru çevirisi

Kartalkaya'yı Ateşleyenler

Hayalin bir dağın tepesine karlarla kaplı olsa da ateşle iz bırakmak kadar zor bir şey olsa bile peşini bırakma. Önce hayal eder, sonra o hayale inanırsın; nasıl yapabileceğini tasarlar ve denersin, yılmadan. Yeterince denersen, neden olmasın?

Onlar tam da bunu yaptı. Karlarla kaplı Kartalkaya’nın zirvesine ateşle iz bırakabileceklerine inandılar. Burn, sadece ihtiyaç duydukları cesaret ve enerji desteğini sağlayarak bir hayali ateşledi. Onlar da tutkularının peşinde yola çıktılar. Boardlarını hazırladılar, pompalarla modifiye ettiler, rampalarını kurdular ve kaydılar. Olmadı, baştan aldılar, onları amaçlarına ulaştıracak şartları gerçekleştirmeyi başarana kadar, tekrar tekrar.

Ve 3. gün de bitip gece yarısı olduğunda Kartalkaya’da istedikleri ateşi yakmayı başardılar. Çektikleri videoyla da ‘İçindeki kıvılcım nasıl kocaman bir ateşe dönüşür’ü hepimize gösterdiler. Tutku ve cesaretle yanmayacak ateş yoktu, inandık. Burn, gençleri tutkularından başka bir şeye kulak asmadan, istediklerini alana kadar denemeye, vazgeçmeden denemeye çağırıyor. Tutkuları cesaretle besleyen kocaman bir ateş yakmak için Burn gençleri ateşlemeye devam edecek.

İçindeki kıvılcımı farket ve büyüt. Burn ateşler.

http://www.facebook.com/BurnTurkiye



Bir bumads advertorial içeriğidir.

ESKİ İSTANBUL KAHVEHANELERİ VE KAKTÜS CAFE

Kahve Öyküleri'ni okuduktan sonra Milliyet'te gördüğüm Cem Sökmen'in "Eski İstanbul Kahvehaneleri" kitabını paylaşmadan yapamazdım.Cem Sökmen kitabında Osmanlı'nın son döneminde aydınların, akademisyenlerin, yazarların şairlerin buluşmaları noktaları kahvehaneleri, çayhaneleri ve kıraathaneleri anlatmış. Şu anda çoğu tarihe karışmış mekanları ünlü ziyaretçileri ile kaleme almış. Okumak lazım. Hem de Pierre Loti'de nefis bir Türk kahvesi eşliğinde keyifle:)

Yazarların, şairlerin buluşma yeri kahvehaneler derken bugün okuduğum bir haber beni Beyoğlu'ndan bir adım daha uzaklaştırdı. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim Kitap Kulübü'müzün buluşma mekanlarından biri yılların Beyoğlu KAKTÜS kafesi mart ayında kapısına kilit vuruyormuş. İnsanların rahatsız edilmeden rahatça oturduğu yerlerden biri daha tarihe karışıyor. Benim vazgeçilmez uğrak yerlerimden biriydi...Kaliteli yerlerin ömrüde kısa oluyor. Öğrencilik günlerimden beri güzel günlerim geçmişti koyu yeşile boyalı önceleri tablo asılı, sonra aynalı iç mekanında ya da önündeki minik bahçesinde zarif ferforje masalarında. Kah kahve içmiştim, kah serinlemek için limonata yazın sıcak günlerinde, kah sıcak şarap soğuk karlı kış günlerinde...

Belki bir mucize olur ve müşterilerine kapılarını kapatmazsın. Veda etmek zor ama her gittiğimizde bizi en iyi şekilde ağırladığın için ve güzel dakikalar geçirttiğin için teşekkürler KAKTÜS CAFE...

Ve işte Cem Sökmen'in "Eski İstanbul Kahvehaneleri..."

KAHVEHANE DEYiP GEÇMEYiN

KAHVEHANE DEYiP GEÇMEYiN
Cem Sökmen, ‘Eski İstanbul Kahvehaneleri’nde Osmanlı’nın son döneminde ve genç Türkiye’de aydın, akademisyen, yazarlarla şairlerin buluşma noktası ‘kıraathane’, ‘çayhane’, ‘kahvehane’ gibi mekanları anlatıyor

İnsan hayatının en önemli parçalarından birini içinde yaşadığı sosyal ve kültürel ortamla teması oluşturuyor. Bu teması sağlayan mekanlar da toplum ihtiyacına cevap vermesinin yanında toplumun sosyo-kültürel dokusunu da içine sindiriyor. Her bir müdavimine, kendi istekleri oranında nispetinde pay veren bu mekanlar yaşadıkları döneme de şahitlik ediyor. Dolasıyla bu mekanlar her dönemde farklı biçimlerde karşımıza çıkabiliyor. Bugün modern-popüler kültürün bir eseri olarak birbirinden alımlı, birbirinden çekici gece kulüpleri, barlar, kafeler, alışveriş ve kültür merkezleri ya da konferans salonları var. Peki 100 yıl önce nasıldı? Mesela Osmanlı’da ya da Cumhuriyet sonrası dönemde insanlar ‘sosyalleşme’ ihtiyacını nasıl karşılıyordu?
Cem Sökmen’in hazırladığı, Ötüken Yayınları’ndan çıkan ‘Eski İstanbul Kahvehaneleri’ bu soruya güzel bir cevap veriyor. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’ten itibaren genç Türkiye’de aydın, akademisyen, yazar ve şairlerin buluşma noktası olan ‘kıraathane’, ‘çayhane’ ve ‘kahvehane’ gibi mekanları anlatıyor. Her biri İstanbul’un ‘kültür merkezi’ haline gelen bu mekanları, müdavimlerini ve özelliklerini okuyunca insanı; bu mekanlarda çay ya da kahve yudumlarken bir şairin sohbetini dinleme arzusu sarıyor...





Sarafim Kıraathanesi: 1857 yılında Ermeni Sarafim Efendi tarafından kurulan bu mekan, Beyazıt’ın Okçular Caddesi üzerinde yer aldığı için ‘Okçular Kahvesi’ olarak, dikdörtgen şeklinden dolayı da ‘Uzun Kahve’ olarak anılmış. Sarafim, Osmanlı’da ‘Kıraathane’ olarak anılan ilk mekan. Çünkü gazete ve dergilerin arşiv olarak saklandığı ilk kahvehanedir. Dönemin meşhur gazeteleri Takvim-i Vakayi, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkâr başta olmak üzere imparatorluğun farklı bölgelerinde basılan gazetelerin bulunduğu Sarafim, zamanla yazar ve yayıncıların kitaplarını sattığı bir yer halini de almış. Hatta öyle ki bir dönem Sarafim Efendi kendisi de kitap basımı yapmış. Ahmet Rasim, Hâlit Ziya, Namık Kemal ve Ebuzziya Tevfik Bey Sarafim’in en bilinen müdavimlerinden...  
Küllük Kıraathanesi:
Tam olarak hangi tarihte kurulduğu bilinmeyen Küllük, 1950’li yılların sonuna kadar Beyazıt’ta bir nevi ‘kültür merkezi’ olarak hizmet verir. Beyazıt Camii’nin Marmara Denizi’ne bakan köşesinde bulunan Küllük, yol genişletme çalışmalarının kurbanı olur. Reşat Nuri, Yahya Kemal, Peyami Safa, Necip Fazıl, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Mehmet Kaplan, Orhan Veli, Cahit Sıtkı ve daha nice aydın, yazar, şair Küllük’ü mekan tutanlardan... İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin eski hocalarından Prof. Süha Gökey’in anlatımına göre, Faruk Nafiz ve Behçet Kemal 10. Yıl Marşı’nı burada yazmış. 



Marmara Kıraathanesi: Beyazıt’ta 1958’de açılan ve 1984 yılında kapanan bu kıraathane, Küllük yıkıldıktan sonra kendine yeni mekan arayan müdavimlerine ev sahipliği yapar. Dönemin siyaset ve edebiyat gündemi bu mekandan takip edilir. Son Osmanlı kuşağı aydınlaryla  Cumhuriyet’in genç aydınları arasında da bir köprü görevi gören Marmara Kıraathanesi, Sezai Karakoç, Fethi Gemuhluoğlu, Mükremin Halil Yinanç, Ergun Göze, İsa Yusuf Alptekin, Arif Nihat Asya gibi isimlerin de arasında bulunduğu çok sayıda aydın ve yazara mekan olur.
Acemin Kahvesi: Küllük’ün yıkılmasının ardından müdavimlerinin bir kısmı da Acemin Kahvesi’ni mesken tutar. Ali Nihat Tarlan, Münir Nurettin Selçuk, Mükremin Halil Yinanç ve Ahmet Kabaklı bu müdavimlerden sadece birkaçıdır.  
Adliye Kıraathanesi
: Sultanahmet’teki bu mekan Nizamettin Nazif, Aziz Nesin, Peyami Safa, Vâlâ Nurettin, Çetin Altan, Yaşar Nabi, Doğan Nadi, Burhan Felek, Doğan Avcıoğlu, Yaşar ve Abdi İpekçi gibi birçok ismi ağırlar. Hasip ve Edip adlı iki kardeşin işlettiği bu mekan, ‘öğrenci kahvesi’ olarak da bilinirmiş. Vedat Türkali’nin ‘Güven’ adlı romanında adı geçen mekanlardan olan kıraathane uzun yıllar yazar, aydın ve öğrencilerinin buluştuğu yer olmuş.
İhsan Kıraathanesi:
Bab-ı Ali Yokuşu’ndaki bu mekan, hem buluşma yeri hem de ‘gözetleme kulesi’ olarak kullanılırmış.  Bab-ı Ali olarak da bilinen valiliğe girip çıkanları, gazeteciler hep buradan takip edermiş. Dönemin acar gazete muhabirleri Hikmet Feridun Es, Fuat Duyar, Mekki Sait, Burunsuz Tevfik, Burhaneddin Ali ve Tahsin Banguoğlu burada toplanır, haber konuşur ve haber peşine koşarlarmış. 
İkbal Kıraathanesi:
Kuruluş tarihi bilinmeyen Milli Mücadele döneminin ünlü mekanlarından İkbal, 1965 yılına kadar faaliyet göstermiş. Nuruosmaniye caddesi ile Vezirhanı’nın kesiştiği noktada bulunan kıraathane, Orhan Kemal, Ahmet Haşim, Mustafa Nihat Özön, Osmal Cemal Kaygılı gibi yazar ve edebiyatçıların merkezi olmuş. Yusuf Ziya Ortaç’ın ‘akademi’ olarak tanımladığı bu mekan, Fuad Köprülü, Orhan Seyfi Orhon, Celal Sahir ve Ömer Seyfettin gibi isimlerin de uğrak yeriymiş.

Hacı Reşit’in Çayhanesi: 1880’lerden itibaren aydın ve ediplerin buluşma noktası olan mekan II. Balkan Savaşı yıllarına kadar varlığını sürdürmüş. Muallim Naci, Balıkhane Nazırı Ali Bey, Nabizade Nazım Reşit’in Çayhanesi’nin öne çıkan müşterileri... Çayının lezzeti dillere destan olan Reşit, aynı zamanda bir şairdir ve kahvenin duvarları da çay için yazılmış beyit ve dörtlüklerle bezelidir. 

Fevziye Kıraathanesi:
Müzisyen, bestakâr ve musikişinasların mekanı olan Fevziye’de, Tanburi Cemil, Hacı Arif Bey, Hacı Karabet, Kanuni Şemsi gibi dönemin usta bestakâr ve müzisyenleri buluşur, sanatların icra ederler. Bir ‘konser mekanı’ haline gelen Fevziye, yüksek müzik zevki olan Osmanlı beyzadelerinin kapısını aşındırdıkları, bazen oturacak yer bile bulamadıkları bir yerdir.

Halk Kıraathanesi: Felsefecilerin ağırlıkta olduğu akademisyen ve aydın zümresinin merkezi bu mekan, lise öğretmeni Turgut Bey tarafından kurulur. Felsefe Cemiyeti toplantıları için bu mekanı kullanır.

Eftalikus Kahvesi:
1870’li yıllarda Cafe D’Europe adıyla İstiklal Caddesi’yle Sıraselviler Caddesi’nin keşiştiği köşede (bugünkü dönercilerin olduğu yerde) açılır. 1881’den itibaren üç ayrı Rum tarafından işletilen yer, Cumhuriyet döneminde Ahmet Atalay’a geçer. Kahvenin adı ‘Ulus’ olarak değiştirilse de müdavimleri tarafından Eftalalatos ya da Eftalikus olarak anılmaya devam eder. Sait Faik’in eserlerinde adı sıkça geçer.
Lebon Pastanesi:
İstiklal caddesinde 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında Fransız Büyükelçiliği’nde görevli Edouard Lebon tarafından kurulur. 100 yıllık tarihi içerisinde şairleri, paşaları, asilzadeleri ağırlayan Lebon, Peyami Safa ve Orhan Pamuk’un kitaplarında da yerini alır. 
Musa Kesler

KAHVE ÖYKÜLERİ



İskoçya Sokağı 44 Numara'daki Bruce, Pat, Domenica, Matthew, Bertie ile felaket annesi Irene, kendine faydası olmayan psikoterapistleri Dr.Fairnbain ve Big Lou'nın maceraları Kahve Öyküleri'n de devam ediyor.

Kahve Öyküleri genel hatlarıyla Bertie'nin ilişkilerine odaklanmış ve serinin diğer kitabı Berti'nin Dünyası'na giriş niteliğinde yazılmış. Bertie ön plana çıkarken diğer karakterler biraz arka planda kalmış.

İskoçya Sokağı 44 Numara'da okul hayatına ara veren Pat bu kitapta komşusu Domenica'nın çöp çatanlığı sayesinde davet edildiği nüdist partiye gidip gitmeme kounusundaki kararsızlığı ile boğuşuyor. 

Pat ile sürekli çekişme halinde olan Bruce ise çalıştığı emlak firmasından patronun karısı ile çıktığı yemek sonrasında işten atılınca kendi işini kuruyor ve şarap dükkanı açıyor. Finansal açıdan kendini destekleyecek arkadaşının nişanlısı sayesinde, arkadaşından iyi bir kazık yiyiyor ama çok ucuza kapattığı hatta bu yüzden sahte olabileceğini düşündüğü Petrus şaraplarından hiç beklemediği bir anda yüzü gülüyor ve umutsuzluğu bir anda umuda dönüşüyor.

Pat ile Bruce'ün entellektüel, çılgın, yaşıtlarına göre sıradışı komşuları Domenica ise İskoçya Sokağı 44 Numaradan beri kitaptaki en sevdiğim karakterlerden biri oldu. Bence McCall Smith Bertie'nin Dünyası'nı yazdığı gibi Domenica üzerine de bir kitap yazsa hiç fena olmaz. Her eve lazım bir komşu Domenica. Hindistan'daki geçmiş hayatı, içindeki başına buyruk yaşama sevinci, sanat aşkı ve kitabın sonunda ki bunu yazmayacağım bir bilim insanı olarak yeni bir araştırma için tekrar uzak ülkelere yelken açması... Domenica'yı şimdilik çıkacağı yolculuğa hazırlık yapması için bırakıyorum.  

Pat'in patronu galeri sahibi Matthew ise bu bölümde ansızın ortaya çıkan babasının genç sevgilisine savaş açıyor. Genç kadının sırf parası için babası ile birlikte olduğununa karar veriyor ve düşüncesini babasına açıkladığında hiç beklemediği bir cevapla karşılaşıyor. Cevap mı? Kitabın satırlarında saklı:)

Gelelim benim okurken en acıdığım karaktere; Bertie'ye...İskoçya Sokağı 44 Numara'da
annesi Irene'nin altı yaşındaki oğlunu en iyi şekilde yetiştirmek adına bana göre yaptığı türlü işkencelere katlanan Bertie Kahve Öyküleri'nde babasınında yardımıyla (gerçi Berti'nin de babasına çok büyük bir yardımı oluyor) annesini dize getiriyor. Ve öyle bir yer geliyor ki derin bir nefes alıp 'Bravo Bertie sonunda başardın' dedim. Bertie günümüz deyimiyle annesinin hırslarına kurban gitmiş tam bir proje çocuk. O yaşta saksafon çalmak, İtalyanca öğrenmek, su terapisine, yogaya gitmek ve haftanın belirli günlerinde kendine faydası olmayan Dr.Fairbain'in 
söylediklerini dinlemeden taktığı çirkin kravatları nasıl keserim veya bu adamı nasıl akıl hastanesine sokarım diye hayal ederek, seanslarına katlanmak zorunda kalıyor. Bu seansların sonunda bir gün  Dr. Fairbain sadete gelerek Irene'e sorunun Bertie'de değil kendisinde olduğunu söyleyince Irene bu kez de doktoru terapiye alıyor. Neredeyse hiç arkadaşı yok. Annesi arkadaşlıklarını engellenmeye çalışıyor ama o ne yapıp ne edip kendine arkadaş edinmeyi beceriyor. Bir gün babası ile çıktığı tren yolculuğu Bertie'nin hayatının dönüm noktası ve nefret ettiği, utandığı için kimseyi davet edemediği pembe renkli odasının sonu oluyor. Bertie böylelikle özgürlüğe bir adım daha yaklaşmış oluyor...

Son olarak, Big Lou'yu biraz önce okuduğu mektuptaki mutlu haberi Matthew ile paylaşmak üzere "tek başına yaşanan üzüntünün ve kaybın iki katına çıkması gibi paylaşılmayan sevincin de yarım kalmış bir sevinç olduğunu" düşünerek barın kapısına KAPALI tabelasını asıp galeriye doğru gittiğini görüyorum ve fincandaki son yudumumuda içip Kahve Öyküleri'ni burada bitiriyorum:)

Bu romanda en kahraman yok, nefes nefese bir macera da yok, entrika ve olağanüstü güçler hiç yok. Sıradan insanların sıradan öykülerini okumak isterseniz tavsiye ederim Kahve Öyküleri'ni...

İyi okumalar...

KAHVE ÖYKÜLERİ      Alexander Mccall Smith        İş Bankası Kültür Yayınları

Ece Sükan Benim Bloguma Yakışan VAIO'yu Seçti... Sıra Sende!

Bana en çok Turuncu VAIO yakışıyor!

Ünlü moda ikonu Ece Sükan, Sony VAIO için ilginç bir işe imza attı. Blogların renkli dünyası ile Sony VAIO'nun renkli dünyasını birleştiren Ece Sükan, bir çok blog gibi benim blogumu da inceledi ve yakışacak olan rengi belirledi. Ece Sükan, blog içeriği, tasarımı, duruşuna göre 6 farklı rengi olan Sony VAIO içinden bana Turuncu VAIO'yu seçti.

Ayrıca Facebook üzerinde yapılmış özel bir aplikasyonla Ece Sükan profil fotoğraflarını inceliyor ve sana yakışan Sony VAIO'yu belirliyor. Sen de fotoğrafa tıklayarak Facebook üzerinden VAIO kazanma şansı yakalayabilirsin...


sony-vaio
Bir bumads advertorial içeriğidir.