BEYAZ GECELER




"Evlerle de tanışırız.Yürürken sanki hepsi beni selamlamak için sokakta sıraya dizilir ve bütün o pencereleriyle bana bakıp benimle sohbet ederlerdi: "Merhabalar sağlınız nasıl? Ben Tanrı'ya şükür gayet iyiyim, mayısta bir kat çıkacaklar," ya da "Nasılsınız? Yarın bir onarım göreceğim de", ya da "Az kalsın cayır cayır yanacaktım, öyle korktum ki." Aralarında sevdiklerim,yakın dostlarım vardı; bunlardan biri, bu yaz bir mimarın elinden geçecekti. Her gün özellikle evin önünden geçmeliydim ki, ustalar yanlış bir iş yapmasın, Tanrı saklasın!...Ama o açık pembe, güzel mi güzel, sevimli evin başına gelenleri asla unutmayacağım.Ufacık, taş bir evdi, bana hep dostça bakardı; hantal komşularının yanındaki mağrur duruşunu görünce, evin yanından geçerken bile yüreğime mutluluk doluyordu. Bir gün, geçen hafta, yine o yoldan geçerken dostlarıma baktım ve birden acı bir haykırış duydum:"beni sarıya boyuyorlar!" Şeytanlar! Barbarlar! Hiçbir şey ellerinden kurtulamamıştı: ne sütunlar, ne saçaklar; kanarya gibi sapsarı olmuştu dostum. Sırf bu olay nedeniyle sarıdan hiç hoşlanmam, zaten o günden beri de Sarı İmparatorluk'un rengine boyanarak güzelliğinden edilmiş o zavallı dostumu görmeye içim el vermedi"



Dostoyevski'nin bu satırlarını okurken İstanbul'un  Galata, Balat, Üsküdar gibi semtlerinde kalan eski evlerin arasında dolaştım. Kimi restorasyona kurban gitmiş veya gitmek üzere kimi de kentsel dönüşüm canavarının ağzında 😟 Tarihi eser kapsamına girenler ise ayrı bir içler acısı. Neyse ki arada derede paçayı kurtarmış olanlar var da zaman buldukça gidip aralarında eskiyle özlem giderebiliyoruz. Yok olanların yerlerine dikilenlerden bahsetmek bile istemiyorum 😒Hepsi birbirinden soğuk estetik faciası..Çok mu acımasızım ? Hayır hiç sanmıyorum...Eminim benim gibi düşünen bir çok kişi vardır. Ne desem ne yazsam faydası yok biliyorum zaman hızla ve acımasızca akıyor. Her ne kadar şehrin geçmişine tevellüdüm yetmese de ben eski İstanbul'u istiyorum..



MUTLU İNSANLAR KİTAP OKUR VE KAHVE İÇERLER

Üstüne bir de fal kaparlar...Neyse halim o çıksın falım diye rastgele şöyle bir fincanı çevirip kenara bırakırız.

Her zaman olmasa da nadiren kitap seçimlerimde böyle oluyor. Rastgele...Kitapçının rafında görüp bazen ismine bazen de kısacık arka sayfa yazısına tav olup alıyorum. Genelde bu şekilde seçtiklerim  ülkemizde adı sanı duyulmamış yazarların eserleri oluyor. İçlerinde gerçekten okunmaya değer güzel kitaplarda çıkmıyor da değil. Kendi ülkesinde bir çok kitabı yayınlanıp Türkiye'de tek kitapla kalanlarda var içlerinde Gümüş Karası Deniz gibi..

Mutlu İnsanlar Kitap Okur ve Kahve İçerler'de isminin cezbettiği  kitaplardan biri. Bir dramla başlayıp eski fotoromanlardan fırlamış bir aşk hikayesiyle devam edip okuyucuyu ters köşeye yatırarak sonlanan bir roman.



Diane, eşi Colin ve kızı Clara'yı trajik bir trafik kazasında kaybettikten sonra hayata küser. Kendini toparlamak için işletmekte olduğu Mutlu İnsanlar adlı kitap-kafesini arkadaşına emanet ederek İrlanda'nın bir köyüne gider. Orada bir ailenin kır evini kiralar. Komşusu ve aynı zamanda ailenin yeğeni olan Edward'la tanışır. Edward ve Diane ilk başlarda birbirlerinden hiç hoşlanmasalar da daha sonra aralarında bir yakınlaşma olur. İlk başlarda Diane'ı sürekli aşağılayan kaba saba Edward eşini ve çocuğunu kazada kaybettiğini öğrenince bir anda Diane'a karşı değişir. Aralarında aşk kıvılcımları canlanmaya başladığı sırada Edward'ın eski kız arkadaşı Megan ortaya çıkar. Her ne kadar Edward Megan'a yüz vermez ve Diane'la bir hayat kurmak istediğini söylese de Diane yol ayrıma gelmiştir ve bir seçim yapmak zorundadır. Kitabın sonunu tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum.

Kitap yazma süreci çok zor ve sancılı bir süreç bunu kabul ediyorum ama bu kitabı bizlerden biri yazsaydı basarlar mıydı diye düşünmeden edemedim doğrusu.

Eğer raflarda görüp benim gibi merak edip okumak isterseniz vakit kaybı derim.

Keyifle okuyacağınız ümitle açılıp kazançla kapanan kitaplarınız olsun...📖📖🍵🍵