Günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SON AV JEAN-CHRISTOPHE GRANGE

 Grangé...Polisiye denince ilk aklıma gelen...En favorim... Tabiki zevkler ve renkler tartışılmaz. İçinizde Jo Nesbo diyen de çıkabilir, Dan Brown da Tess Gerritsen'de.. Hiç birine itirazım yok. Hepsi zevkle okuduğum birbirinden güçlü kalemler ama Jean-Christophe Grangé'nin yeri ayrı bende.

Türkiye'de yayınlanan tüm kitaplarını okudum diyebilirim. Son yayınlanan Küllerin Günü'nü incelerken  2020 Şubat'da yayınlanan Son Avı kaçırdığımı fark ettim..Nasıl gözümden kaçmışsa :) Neyse ikisini de alıp bir solukta okudum ama blogu her zamanki gibi ihmal ettiğim için ancak yazma fırsatı bulabildim. 

Grangé sevme nedenlerimden biri hatta en önemlisi bir çok kitabında mutlaka geçmişten, tarihten esintiler olmasıdır.

Taş Meclisi'nde olduğu gibi Şamanların dünyasını anlatır. Parapsikloji, mucizevi tedaviler, telepatik güçler ile polisiyeyi birleştirir. 

Şeytan Yemini'nde Ruhban okulunun gizemli koridorlarından Vatikan'a götürür okuyucularını...18.yy daki bir saat evinden ve bununla ilgili efsaneleri anlatır. 

Hikayelerini tarihle harmanlaması en çok sevdiğim yönüdür.. Akıcı yazım tarzı da ayrı ama  uzun süredir kitaplarının çevirisini yapan Tankut Gökçe'nin başarısını da yazmadan geçmemek lazım.. 


Son Av'a gelince..  Fransa Almanya sınırında işlenen bir cinayetle başlıyor. Almanya'nın en varlıklı ailelerinden biri olan Geyersbergler'in veliahlarından Jürgen'in her yıl yapılan geleneksel sürek avında ölü bulunmasını araştıran Komiser Niemans ve yardımcısı Ivana henüz ilk cinayetin ipuçları peşinde koşarken Jürgen'in kuzeni Max'ın ölüm haberini alırlar. 

Üst üste gelen iki cinayet ailenin varislerini kimin yok etmek istediği sorunu akla getirir. Komiser Niemans ailenin geçmişini araştırmaya başlar. Geyersbergler'in toprağında saldırıya uğrayan çingene kızı, Laura ve Jürgen'in annesinin intiharı, amcaları Franz'ın gençliğinde başına gelen ve tekerlekli sandalyeye bağlı kalmasına neden olan kaza, kökleri Nazilere dayanan Kara Avcıları, yıllar önce soyları tükendiği söylenen röetken cinsi köpeklerin aileye ait ormanda ortaya çıkması ve soybilimci Czukay'ın hayatına mal olan aile ilgili ortaya çıkardığı gerçekler ve Jürgen'in kızkardeşi Kontes Laura...

Niemans ve Ivana tüm gerçekleri bir bir ortaya çıkarırken Alman meslektaşları ile de cebelleşmek durumunda kalırlar. Bu kadar gerilimin içine sonu gelmese de aşk eklemeyi de ihmal etmemiş Grangé.

Henüz okumayanlar varsa tavsiye ederim Son Av'ı...Her zaman ki gibi sürükleyici...

Ayrıca bu kitabında neredeyse her iki sayfada bir  Volvo'dan bahsetmesi de dikkatimi çekti. 

"İsveç tuğlası"

"Şimdi aziz ve kutsal Volvo'yla Bad Krozingen yönüne yol alması.."

"Herhangi birinin Volvo'suna bu tür saygısızlık yapmasına.."

Sponsorluk mu almış acaba diye düşünmeden edemedim:)  Aldıysa da iyi yapmış..Volvo da iyi araba hani. Yakışır Grangé...

Bol kitapla, sağlıkla, sevgiyle ve mutlulukla kalın...📖📚💖 



DOĞAN CÜCELOĞLU ANISINA...




 "Mükemmel değil, merhametli çocuklar yetiştirin. Karıncaları ezmeyen, ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezip geçmeyen, sevgiyi  hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar." 

Doğan Cüceloğlu

MİNİK PATİLERİMİZİ UNUTMAYALIM 🐾







Şu karlı dönemde bir kap mama çok önemli onlar için..🐾



Evdeki artıklarınız bile hayat kurtarıcıları oluyor..Ve mümkünse korunaklı bir alan...







POZİTİF GÜCÜN BÜYÜSÜ

 İnanırım pozitif düşüncenin büyüsüne...Ağızdan çıkan kelimelerin getireceklerine..Güne pozitif başlamaya.. Ve en önemlisi gün sonunda şükretmeye 🙏 Ne derler iyi düşün iyi olsun..

Yani elimden geldiğince..

Ama hani şu geçmişte olanları affet sana yamuk yapanları yine de sevgiyle kucakla noktasına henüz erişmedim..Trafikte normal bir seyirde giderken önümde makas atana sevgiyle yaklaşacak kadar olamadım daha :) Ya da herkes sokakta maskeli yürürken maske bir tarafta elinde sigara yürüyenlere.. Olabilir miyim?  Kaç sene gerekir onu da bilmiyorum doğrusu..Sonuçta hiç birimiz bu derece sevgi pıtırcığı olamayız herhalde..



Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Louise L. Hay'ın kitapları ile tanıştım. O zamana kadar kişisel gelişim kitapları pek ilgimi çekmemişti. Yıllar önce bir sahaftan alarak okuduğum Dale Carnegie'nin Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak kitabı hariç..

İki kitabını okudum. Pozitif Gücün Büyüsü ve Düşüncenin İyileştirici Gücü. Güzel mi güzel ama iş uygulayabilmekte...Her satırı her sayfası olmasa da farkındalık yaratacak noktalar var. Okurken insanın kafasını dağıtan zaman zaman gülümseten, düşündüren bazen de huzur veren...

Henüz okumayanlar için tavsiye edebilirim. Şu sıkıntılı günlerde ilaç gibi gelebilir bir çoğumuza. 

Düşüncenin İyileştirici Gücü'nden ufak bir tadımlık olsun bu cümle de.. 

"Verdiğiniz şey, size geri döner. Kendinize ve hayata dair inandıklarınız, sizin için gerçek olur."

Tüm isteklerinizin gerçekleşmesi dileği ile..Sağlıkla, iyilikle ve sevgiyle kalın 💖



YENİ YIL YENİ UMUTLAR KEYİFLİ OKUMALAR

Öncelikle herkese tüm dileklerinin gerçekleşeceği sağlıklı huzurlu bereketli musmutlu bir yıl diliyorum.

2021 uğuruyla gelsin hepimize 🙏 




Yılı Isabel Allende'nin güzel bir kitabıyla uğurladıktan sonra yeni seneye Tess Gerritsen ile başlıyorum.

İlk cümlesi beni benden aldı. İlk paragraf demek daha doğru olur..Öyle de bitsin diyorum..

"Eski kitapları dökülmeye yüz tutmuş sayfaların ve zamana yenik düşmüş deri ciltlerin kokusunu kapı aralığından bile alabiliyorum. Kaldırım döşeli bu çıkmaz sokakta önlerinden geçtiğim diğer antikacı dükkanlarının..." 

O kitapçıya girip, o sokaklarda dolanmaya başladım bile.. 



KAHVESİZ GÜN AYMAZ

 Hayat kahveden sonra başlar ☕ 

Bir fincan keyifle içilen kahveden güzeli var mıdır? Yanındaki lokum mudur? 

Üstüne kapatılan fal mıdır? 

Yanında okunan iki satır mıdır yoksa karşılıklı sohbet midir ona bu tadı veren? 

Hepsi bir aradadır bence...

Kahvesiz gün geçmez, içilmeden gün aymaz 🌞 gece batmaz🌛

Günaydın o zaman ☕

Gününüz aydın olsun...Sağlıklı ve mutlu olsun...🌸🌺🌼🍂🍁🐞🦋






KELİMELER..

Kelimelerle oynamayı severim.

Kimi aşüfte nereye çeksen oraya gider ele avuca sığmaz, kimi ağır başlı olduğu yerde çakılır kalır. Alıp başka yere koymaya kalkarsın ıhh inat eder ayak direr sonunda gittiği yerde eğreti durur. Olmaz, uymaz. İntikamını alır kendince.

Sevgi sözcükleriyle dolu cümleler de kurulur,  katı açılmamış küfürlerle dolu en edepsizinden  cümleler de..

Bazıları kifayetsiz kalır. Kaleminiz işlemez..Durur..Boğazınızda 40 düğüm. İnsanın içini de kanatır, acısını da dindirir.

Bazen tek bir hece yeter derdimizi anlatmaya, bazende sıra sıra dizersin sadede gelmezler.

Ağzından çıkan kelimeye dikkat et der büyükler. Sihirlidirler..Kelimelerin güçleri vardır. Seni rezil de eder vezir de. Öyle bir çarpar ki neye uğradığını şaşırırsın. Koruyucudur aynı zamanda yeter ki kullanmayı bil.

Bazen hatırlayamazsın, beyninin kıvrımlarında saklanır çıkmazlar ya da en olmadık yerde aklına bir kelime gelir seni uzaklara taşır..Belki geçmişteki bir sevgiliye. Hikaye olur dökülür kağıda.

Yazmayı sevenler için çok önemlidir kelimeler. Bir yandan can dostudur diğer taraftan en azılı düşmanı. Yazmak bir tür deliliktir kelimeler ise en azılı deliler. Sayfalarca yazar bir hareketle buruşturup hepsini çöpün dibine atarsın. Harflerle rakamlar birbirine karışır. Çığlıkları duymazsın bile. Birden tüm değerini kaybeder her şey.  Akreple yelkovan isyan eder.

"Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler
ağzına dolar insanın
sussan acıtır
konuşsan kanatır." demiş Oğuz Atay.

İşte öyledir kelimeler..Oynamayı sevdiğim..








ÖZLEDİM




Bu aralar yapmayı özlediğim o kadar çok şey var ki. Biraz bahar biraz da yoğun koşturmanın verdiği yorgunlukla evde oturmayı özledim mesela. Şöyle yanıma kahvemi alıp ayaklarımı uzatıp kitap okumayı. Hem de öyle böyle değil. Sabahtan akşama kadar çalan telefona ve kapılara aldırmadan gün boyunca satırların arasında yok olmayı. Şu aralar Paul Auster'in Cam Kent'ini okumaya çalışıyorum İstanbul'un ufak bir kafesinde verdiğim kısacık molalarda.

Güzel bir film seyretmeyi özledim mesela ama geçenlerde şöyle bir göz gezdirdim ne var ne yok sinemalarda diye. Hani geçte olsa belki giderim diye..Pek kayda değer bir şey bulamadım doğrusu. Belki ilerideki günlerde.

Evimin yakınlarında zaman zaman yürüyüşe gittiğim parkı özledim. Ağaçlar çiçek açmıştır şimdi. Ya köpekler..Onları da özledim. Mama götürdüğümde beni gülen yüzleriyle karşılamalarını.. 🌳🌿🌼🌺🌸🌷🌹

Kitapçıları arşınlamayı özledim mesela. Her defasında sadece yeni çıkanlara bir bakiim ama almayacağım diye kapısından girip elim kolum kitap dergi dolu çıkmayı..

Yazmayı özledim. Öykülerimi yazdığım defterlerimi ve rengarenk kalemlerimi. Çalışma masamın üstünde öyle boynu bükük duruyorlar şu aralar. Oysa yazacak anlatacak o kadar çok şey birikti ki..

Arkadaşlarımla dedikodu yapmayı da özledim. Kahve falı uydurmayı da :) ☕

Ilık geçen bir kışın ardından yağmayan karı da özledim mesela.. Kimsenin canını yakmadan şöyle inceden inceden bile yağmadı bu sene buralarda..Kısmet seneye artık..⛄☃

Sağlık olsun her şey olur..:) Er ya da geç...

Musmutlu rengarenk bir bahar geçirmemiz dileği ile...🌷🌸🌹🌺🌼🍀🌿








BEYAZ GECELER




"Evlerle de tanışırız.Yürürken sanki hepsi beni selamlamak için sokakta sıraya dizilir ve bütün o pencereleriyle bana bakıp benimle sohbet ederlerdi: "Merhabalar sağlınız nasıl? Ben Tanrı'ya şükür gayet iyiyim, mayısta bir kat çıkacaklar," ya da "Nasılsınız? Yarın bir onarım göreceğim de", ya da "Az kalsın cayır cayır yanacaktım, öyle korktum ki." Aralarında sevdiklerim,yakın dostlarım vardı; bunlardan biri, bu yaz bir mimarın elinden geçecekti. Her gün özellikle evin önünden geçmeliydim ki, ustalar yanlış bir iş yapmasın, Tanrı saklasın!...Ama o açık pembe, güzel mi güzel, sevimli evin başına gelenleri asla unutmayacağım.Ufacık, taş bir evdi, bana hep dostça bakardı; hantal komşularının yanındaki mağrur duruşunu görünce, evin yanından geçerken bile yüreğime mutluluk doluyordu. Bir gün, geçen hafta, yine o yoldan geçerken dostlarıma baktım ve birden acı bir haykırış duydum:"beni sarıya boyuyorlar!" Şeytanlar! Barbarlar! Hiçbir şey ellerinden kurtulamamıştı: ne sütunlar, ne saçaklar; kanarya gibi sapsarı olmuştu dostum. Sırf bu olay nedeniyle sarıdan hiç hoşlanmam, zaten o günden beri de Sarı İmparatorluk'un rengine boyanarak güzelliğinden edilmiş o zavallı dostumu görmeye içim el vermedi"



Dostoyevski'nin bu satırlarını okurken İstanbul'un  Galata, Balat, Üsküdar gibi semtlerinde kalan eski evlerin arasında dolaştım. Kimi restorasyona kurban gitmiş veya gitmek üzere kimi de kentsel dönüşüm canavarının ağzında 😟 Tarihi eser kapsamına girenler ise ayrı bir içler acısı. Neyse ki arada derede paçayı kurtarmış olanlar var da zaman buldukça gidip aralarında eskiyle özlem giderebiliyoruz. Yok olanların yerlerine dikilenlerden bahsetmek bile istemiyorum 😒Hepsi birbirinden soğuk estetik faciası..Çok mu acımasızım ? Hayır hiç sanmıyorum...Eminim benim gibi düşünen bir çok kişi vardır. Ne desem ne yazsam faydası yok biliyorum zaman hızla ve acımasızca akıyor. Her ne kadar şehrin geçmişine tevellüdüm yetmese de ben eski İstanbul'u istiyorum..







Ben burayı seviyorum.

Sabahları pencereyi açtığımda gelen deniz kokusunu, akşam kapatırken esen deli rüzgarı..

Yağmurun toprakla kavuşmasını..Kıyıya vuran deniz kabuklarını, çürümüş tahtaları..

Bir sürü iş var yapılacak..Sorunlar da yok değil..

Şu içeriye vuran güneş ışığı var ya..Silip süpürüyor hepsini.

Sonrası..

Bir keyif kahvesinin telvelerindeki iki güzel satır..

Derin bir nefes ve yaşama şükretmek...


MİNİ MİNİ KİTAPLAR

Evden dışarı çıkarken çantama ilk kitabımı atarım. Otobüs, vapur, metro hiç fark etmez kaldığım yerden devam ederim okumaya. Uzun bir günün ardından, dönüş yolunda yorgunluk yavaş yavaş çökmeye başladığında, çantamda o kitap gülle gibi ağırlaştıkça ağırlaşır omzum sızlamaya başlar.

E-Kitap buna çözüm diyenler çıkabilir okuyucularım arasında ama ben alışamadım bir türlü şu e-kitaba. Çok büyük avantajlarının olduğu göz ardı edilemez. Haklı olarak çevreciler tarafından tam destek görmesinde ağaçlar açısından ben de hemfikirim ama kitaba gelene kadar ağaçları yok eden o kadar olumsuz unsur varken kitabın onların içinde ufacık  kum tanesi kaldığına inanıyorum.
O sayfaları o dokuyu hissetmem lazım okurken. Biraz klasik oldu..Oldukça klasik ama öyleyim..



Can Yayınlarının mini kitapları benim gibi kitapsız çıkmam diyen kitap kurtlarının omuz sızılarına çare bulmuş gibi. 2015 yılından beri yayınladığı mini kitapları hem çantada hem de cepte kolaylıkla taşınabilecek türde. Yazı karakteri ve kitapların içerikleri normal kitaplarla aynı. Kısaltılma yok.

En çok satan kitaplarını mini kitap formatında piyasaya sürmüş yayınevi. İçlerinde Simyacı, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, Şeker Portakalı, Suç ve Ceza, Zorba, Koku, Satranç, Otuz Beş Yaş gibi okuyucusunun kalbini fethetmiş eserler var.

Yeni kitaplarında mini formatını yayımlarsa çok iyi olur diyorum. Hem kütüphanelerde koyacak daha rahat yer bulunur hem de omuz ağrılarına çare :) 📖

Sizce de öyle mi? Ne dersiniz ?

Sevgiyle ve mutlulukla kalın 💖


BİR BAŞKADIR KADIKÖY




Kadıköy'ü sevmem için onlarca sebep var..Kitapçıları, sahafları, kahveleri, balık pazarı, birbirinden renkli mağazaları...Evet mağazaları..İşte burada bir es veriyorum..Hem de en kocamanından en sevimlisinden :)🐾🐱🐶

Yolu Kadıköy'e düşen herkesin dikkatini çekmiştir mağazaların içlerine ya da kapılarına sığınan minik dostlarımız..

İşte görüntüleyebildiğim  hayvan dostu mağazalardan bir demet :) Teşekkürler Oxxo, Oysho, Penti,Tefal, Gratis, Nezih, Uzak Işıklar, Karaca ve görüntüleyemediğim diğerleri..

Sizleri seviyorum 💕



Oxxo


Oysho 


Penti


Gratis


Uzak Işıklar


Tefal


Nezih


Akmar


Fahriye Cafe


Kedilerden söz açılmışken onu yazmadan geçemedim...
Tanıştırayım efenim...
Felix...
Kedim 😊🐈













ÜZGÜNÜZ...









"Saçlarım tutuştu önce,

Gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
Külüm havaya savruldu."


-Nazım Hikmet-

10 KASIM








İNGİLİZ HAYALET

Nasıl İstanbul'un taşı toprağı altınsa İngiltere'nin de taşı toprağı hayalettir. Avrupa'daki en iyi hatta biraz daha genişletirsek dünyadaki en iyi hayalet hikayeleri bu ülkeden çıkar..Cinler periler ülkesidir İngiltere..

İngilizlerin batıl inançlara, geçmişe, harabelere, antika kitaplara düşkünlüğünden kaynaklanır bu hayalet geleneği..Bir çok İngiliz yazar eserlerinde bu konuya yer vermiş,  1882'de ülkede kurulan Psişik Araştırmalar Derneği sayesinde ruhlarla ilgili araştırmalarda yapılmış.



Her bölgenin kendine has hayaletleri ve bu hayaletlerinde kendilerine göre bulundukları yerler ve davranışları varmış. Kimileri kulelerde, köprü altlarında saklanırken,  kimileri de terk edilmiş evleri kendilerine mekan tutarmış .Hayaletlerden bir kısmı bölge halkını korkutup rahatsız ederken, çiftliklere bağlanıp kalanların ise orada yaşayanlara yardım ettikleri gözlenmiş..

Peter Ackroyd Can Yayınlarından çıkan İngiliz Hayalet adlı eserinde geçmişten günümüze İngiltere'deki hayalet hikayelerini yazmış.. Esra Birkan'da dilimize çevirmiş..

Hayalet hikayelerine ilgi duyanlara tavsiye edebileceğim bir kitap.. Üstelik bu hayaletler sadece korkutmuyor içlerinde huzur arayanından eğlence peşinde koşanına kadar her türlüsü var..

Hoşça vakit geçireceğiniz güzel bir anlatı...





LUPİTA ÜTÜ YAPMAYI SEVİYORDU :)

Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu..Bir Laura Esquivel kitabı daha...

Esquivel ile ilk tanışmam Acı Çikolata ile olmuştu...Okurken yemek kokuları içinde Tita'nın mutfağında oturmuş, tariflerini bir kenara not etmiştim. Kendim de pek meraklısı olduğumdan en çok ta kocakarı ilaçlarını sevmiştim..Grip mi oldum, nezle miyim ? Var mı ıhlamur, adaçayı, elma, limon, tarçın, zencefil, karanfil karışımından daha güzel bir ilaç ? Ahhhh şimdi aklıma Barış Manço'nun o güzel şarkısı geldi işte...

"Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman
Ha ha ha İçine hatmi çiçeği, biraz tere otu katasın aman 
Ha ha hatta biraz tarçın bir tutam zencefil aman
Ha ha ha bin derde deva geliyor..."

Neyse dağıtmayalım konuyu bu sefer ki kitabında ise kadın polis Lupita ile tanışıyoruz. Lupita ütü yapmayı seviyor öyle ki hiç yorulmadan saatlerce bu işi yapabiliyor, bir çok kadının kabusu olan ütü onun için bir terapi...Lupita ütü yaparken sakinleşiyor, kırışıklıkları açmak ona  dünyayı düzene sokmanın bir yolu gibi geliyor. 



Lupita çamaşır yıkamayı da seviyor. Suyun içinde kutsal bir varlığın olduğuna inanıyor ve korkunç hatalarının pis suyla birlikte akıp gittiğini hissediyor. 

Lupita çıngar çıkartmayı da seviyor. Sadece içip körkütük olduğunda değil kendisini hor gördüklerinde yokmuş gibi davrandıklarında anında saldırıya geçiyor. 

Lupita dans etmeyi, örgü örmeyi, geceleri gök cisimlerini seyretmeyi, yalnızlığı, sessizliği, toprağı ekmeyi de seviyor...

Derken bir gün gözlerinin önünde ilçenin belediye başkanı öldürülüyor.. Lupita bu işi çözmek için canına dişine takıyor ve roman akıp gidiyor... 

Orta ve Güney Amerika yazarlarının çoğunun özelliği olan ve  romanın içine serpiştirilmiş halk efsaneleri ise ayrı bir tat veriyor..

Okurken Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu film olsa Lupita'yı beyaz perdeye en iyi kim yansıtabilir diye düşündüğümde aklıma gelen ilk isim çok ama çok sevdiğim Whoopy Goldberg oldu. Kim bilir belki bir gün Goldberg'i Lupita rolünde izleyebilirim.. Fena da olmaz hani :) 

Son bir not...Yazar kadar kitaba emeği geçen çevirmeni de atlamadan geçmeyeceğim..Güzel Türkçesi ile dilimizde zevkle okumamızı sağlayan bir İnci Kut çevirisi..

Eğlenceli bir roman okumak isteyenlere tavsiye ederim..



TRENDEKİ KIZ

Tesadüfen raflarda görüp kapak tasarımı ilgimi çektiği için aldığım ve iki günde bitirdiğim kitaptı Trendeki Kız...İlk başlarda hikayesi biraz karmaşık gelmesine rağmen ilerleyen sayfalarda taşlar yerine oturmaya başlayınca sonu da çorap söküğü gibi gelmişti..

Eşinden ayrılmış alkol sorunu olan Rachel her gün şehre indiği trenin penceresinden bir çifti izlemektedir. Tanımadığı bu mutlu çift hakkında hayaller kurmaya başlar..Adları, meslekleri, birlikte neler yaptıkları vs...Bir gün yine evlerinin önünden geçerken kadını bir başka erkekle evlerinin balkonunda öpüşürken görür. Kısa bir zaman sonra da kadının ortadan yok olduğu haberi çıkar. Şüpheli olarak kocası gösterilmektedir. Rachel kadının kocası ile temasa geçerek gördüklerini anlatır. Polise de ifade vermesine rağmen psikolojik durumunu göz önüne alan polis Rachel'in anlattıklarını dikkate almaz. Yapılan araştırmalar sonunda kadının ceseti bulunur ve olaylar bundan sonra hız kazanır.



Romanın filminin çıkacağını öğrendiğimde her zamanki gibi ön yargılı yaklaştım. Kitaplar mı filmleri mi diye sorduğumda kitaplar her zaman önceliklidir benim için. Onlarca sayfa 1.5 saate sığdırılmaya çalışılırken hikayenin tam olarak yansıtılamadığını düşünenlerdendim ki bunun örneklerini de çok görmüştüm.

Trendeki Kız için ise bu kez film diyeceğim. Karakterler, mekanlar, anlatım bu kez romanın önüne geçti bana göre..

Okumakla vakit kaybetmeyin, seyredin derim bu kez..


ŞEHİRDEN UFAK BİR SERGİ...

Hafta sonu yolu Fenerbahçe'ye düşecek olanlara ufak bir not...İki günlük mini minnacık bir fotoğraf sergisi..Khalkedon Fenerbahçe'nin bahçesinde...



Cide Gideros koyundan Kaş'a oradan da Sinop'a insanın içini açan, şimdi orada olmak vardı dedirten fotoğraflar...Üstelik bir kısmı da sadece I-Phone5 ile çekilmiş...





Görülmeye değer...