SİBİRYA'DA KAYIP

Ben değil, Matthias :)

Bugün öğleden sonra evde otururken televizyon kanalları arasında dolaşmaya başladım. Bir sürü dizi, magazin programı, film derken bir tanesini ilgimi çekti. Lost in Siberia. Alel acele bir kahve yapıp yayıldım koltuğa. Güzel bir öğleden sonra keyfi oldu benim için. 

Utangaç Matthias Bluel patronu tarafından işlerini geliştirmek üzere Sibirya Kemerovo'ya gönderilir. Dil ve bölge halkının adetlerini bilmeyen Matthias'ın başına trajikomik olaylar gelir. Genç tercümanı sayesinde bunlardan sıyrılmayı başarır. Bir gün birlikte gittikleri panayırda şarkı söyleyen Saya'yı görür ve aşık olur. Saya Kemerovo'da yaşayan Şorlardandır ve şamandır. Gelenekleri ve görenekleri Matthias'ın ilgisini çeker ama vizesi bittiği için Almanya'ya dönmek zorundadır. İstemeden de olsa gözü arkada kalarak ülkesine döner. Bir süre sonra Matthias Saya'nın aşkına dayanamayarak tekrar yollara düşer. Bu kez farklı bir Matthias olarak...

Uçsuz bucaksız güzel manzaralar eşliğinde içinde biraz şamanizm çokça aşk, sevgi barındıran bir film. Gülümseyerek seyredeceksiniz. Bu aralar Dijitürk Festival'de oynuyor...





MURATHAN MUNGAN'DAN HAYATA DAİR...






Kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz kaç yol arkadaşı?
Sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
Ölenler, terk edenler,
... bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler...

Murathan Mungan

DANIEL PENNAC OKUR HAKLARI:)





1- Okumama hakkı
2- Sayfa atlama hakkı
3- Bir kitabı bitirmeme hakkı
4- Tekrar okuma hakkı
5- Canının istediğini okuma hakkı
6- "Bovarizm" hakkı
7- Canının istediği yerde okuma hakkı
8- Çöplenme hakkı
9- Yüksek sesle okuma hakkı
10- Susma hakkı

İlgimi çekmeyen bir kitapta okumama hakkımı kullanmayı;
Çok sevdiğim kitaplarda defalarca tekrar okuma hakkımı kullanmayı;
Canımın istediği kitabı istediğim yerde okuma hakkımı kullanmayı;

Seviyorum. 


Roman Gibi      Daniel Pennac       Metis Yayınları   

DOLUNAY



Dolunay olduğu gecelerde bazen balkonumda oturup dakikalarca gökyüzünü seyrettiğim olurdu. Hele hava açıksa ve yıldızlar eşlik ediyorsa...Bu gece de dolunay gecesi ama ay bu gece şehri kaplayan bulutların ve yağmur damlalarının ardına saklanmış. Yıldızlar ise çoktan uykuya yatmış bile. 

Ayın dünyaya dönük yüzünün tam olarak aydınlık göründüğü evreymiş dolunay. Kısaca doğanın insanlara sunduğu muhteşem güzelliklerinden biri. Bir doğa olayı. Bugüne kadar olmadı ama kim bilir belki bir gün rasathaneden izleme olanağı bulurum dolunayı. Belki de bir teleskop edinmem lazım. 

Dolunayla ilgili ufak bir araştırma yaptım ama okuduğum yazıların hiç birinde iyi şeyler yazmıyordu. En çok yazılan ise dolunayın biz insanlar üzerindeki negatif etkileri idi. Bu dönemde duygu taşkınlıkları kavgalar ve cinayetlerde artış olurmuş. İntiharların çoğu bu dönemde gerçekleşirmiş. İnsan zekasında düşüş olduğu bile söylenenler arasında. Tüm bunlara zemin hazırlayan ise ayın insanlar üzerindeki güçlü çekim kuvveti imiş. Vücuttaki su miktarının çoğalmasına yol açarak bedensel ve ruhsal değişikliklere sebep oluyormuş. 

Bir başka yabancı kaynakta ise dolunayın insanlardan çok hayvanları özellikte köpekleri etkilediğini yazıyordu. Köpekler aya duyarlı oldukları için dolunay zamanında daha heyecanlı ve hareketli olurlarmış. Yapılan araştırmalarda bu dönemde köpek ısırmalarında artış olduğu görülmüş. Kurt adam efsanesinin de buradan çıktığı söyleniyor. 

Bazı kültürlerde ayın ölümden sonraki mekan olduğuna inanılırmış. 

Eski bir Türk inanışa göre ise (Tengri) insanlar Gök'e dua ederek buyan adlı enerjiyi elde ederlermiş. Buyanın en çok yeni ay ve dolunayda elde edilebileceğine inanılırmış. 

İster negatif etkilesin ister pozitif Ay Ata'nın bu muhteşem gösterisini kaçırmamanızı tavsiye ederim. Ufak bir tüyo bir sonraki 25 Nisan'da. Bilgilerinize :)




YAZMAK





Kötü bir haftanın sonunda kitapların satırları arasında saklanıp kendimi dinlemekten vazgeçmeye kızgınlığımı unutmaya (kolay olmasa da) çalıştım. Uzun zamandır kitap yerine dergilere sarmıştım. Kafamı dağıtmak için kendimi her zaman gittiğim kitapçıya attım. Aklımda alacağım bir kitap yoktu aslında sadece raflara göz gezdirmek içinde bulunduğum ortamdan biraz olsun uzaklaşmak için ufak bir terapi niteliğinde girdim kapısından bu kez. Ama ben, iflah olmaz kitapkolik bu güne kadar girdiğim hiçbir kitapçıdan eli boş çıkamayan ben, bu kezde geleneği bozmadım ve Marguerite Duras'ın Yazmak adlı kitabını alıp kitabevinin kafesinde acı bir kahve eşliğinde okumaya başladım.  İncecik 106 sayfalık bir deneme. İlk bölümü kitaba adı veren Yazmak. Sonra sırasıyla "Genç İngiliz Havacısının Ölümü, Roma, Saf Sayı ve Resim Sergisi" adlı öyküler geliyor. Hepsi birbirinden güzel. Özellikle Yazmak. Duras kendi yazma deneyimi anlatmış bu bölümde. Dedim ya tam bir terapi oldu benim için. Kalkarken kitabın yarısını okumuştum bile. 

"Yazmak, yaşamımı dolduran, beni büyüleyen tek şey buydu. Ben de öyle yaptım. Yazma edimi hiç ayrılmadı benden." diyor ve devam ediyor.

"İlk kitapların bu yalnızlığını içimde sakladım. Gittiğim her yere götürdüm. Yazı'mı her yere taşıdım, nereye gidersem gideyim. Paris'e. Trouville'e Ya da New York'a. Lola Valerie Stein'ı kafamın içinde biçimlendirmeyi sürdürmeye çılgınlık nöbeti içinde Trouville'de son verdim. Yann Andrea Steiner'ın adı, unutulmaz gerçekliğiyle yine Trouville'de karşıma çıktı. Bir yıl önce.

Yazının yalnızlığı, o yalnızlık olmaksızın yazı ediniminin gerçekleşmediği ya da yazacak daha başka ne kaldığı araştırılırken ufalanarak dağılıp giden bir yalnızlık. Yazı, kan yitimine uğruyor, onu yazanın tanıyamayacağı hale geliyor. Ve her şeyden önce, istediği kadar becerikli olsun, hiç bir sekretere dikte edilmemesi ve aşamada hiçbir editöre verilmemesi gerekiyor."

"Yalnızlık hazır bulunmaz, oluşturulur. Yalnızlık, yalnız başına oluşturulur. Ben öyle yaptım. Çünkü orada yalnız olmam, kitap yazmak için kalmam gerektiğine karar vermiştim. İşte böyle oldu. Bu evde yalnızdım. Bu eve kapandım.- tabii korkuyordum da buna, kuşku yok. Sonra sevdim o yalnızlığı. Bu ev, yazı evi haline geldi. Kitaplarım bu evden çıkıyor. Ayrıca bu ışıktan da, bahçeden. Küçük gölden yansıyan bu ışıktan. Şu söylediğim şeyi yazabilmek için tam yirmi yıl gerekti bana."

Kitaptan tadımlık bu kadar şimdilik. Kendimi tutamayıp hepsini yazacağım neredeyse. Okudukça Marguerite Duras'ın göl kenarındaki evinde hissettim kendimi. İyi geldi doğrusu. Hemde çok iyi. Favori kitaplarım arasında yerini aldı bile. İlk basımı 1997 yapılmış. Geç keşfettiğim ama iyi ki okudum dediğim kitaplardan biri.  

Okumadıysanız tavsiye ederim Duras'ın Yazmak adlı kitabını. Can Yayınlarından Aykut Derman'ın güzel çevirisi ile. 



BİR KAYIBIN ARDINDAN YAŞANAN KIZGINLIK


Bu hafta başında çok ama çok sevdiğim bir insanı kaybettim. Hiç beklemediğim bir anda eli avuçlarımda kapayıverdi gözlerini bu dünyaya. 10 gündür rahatsızdı ama ölümü doktoru dahil hiç kimse yakıştıramıyordu ona. İyileşecek gözüyle bakılırken bir anda ayrılıverdi aramızdan. 

Geride onunla geçirdiğim çok güzel anlar bıraktı bana.Üzgünüm, kırgınım ama çokça kızgınım.
Kızgınlığım şu anda her şeyin üstünde. Kimlere mi? Hastalığı boyunca ki sadece 10 gün sürdü onu son kez ziyaret etmeyenlere. Kimler mi? Bütün gün sokaklarda gezip iki merdiven çıkmayanlara, bütün gün evin içinde bir odadan öbür odaya tur atıp iki merdiven çıkıp ziyaret etmeyenlere mazeret olarak yaşlılık, hastalığın (?) arkasına sığınan ve vefatını duyduklarında timsah gözyaşları döken en yakınlarına. Hastalığı boyunca gözü kapıda beklediği iki kişiye. 

Artık yok. İstedikleri kadar peşinden göz yaşı döksünler hiç bir faydası yok. Gün ola devran döne diyorum. Ölüm bu hepimizin başına gelecek bir gün ve benim kızgınlığım asla geçmeyecek onlara karşı. Avazım çıktığı kadar haykırmak istiyorum suratlarına karşı Özlem Tekin'in sözleriyle...Tabi kii anlayana...


Yer yarılsa dibine düşse
Gök kararsa yüzünü örtse
Şeytan görsün
Son sözün ne
Hadi her neyse

Bugün seni öldürsem mi?
Cesedine tükürsem mi?
Kargaları gözlerinle beslesem mi?

Ya da vazgeçip yalnız üzülsem mi?
Affetsem mi affetsem mi affetsem mi


Üzülmek evet çok ama çok üzgünüm affetmek mi asla asla asla...