SERENAD - ZÜLFÜ LİVANELİ

((

(Serenad'ın tanıtım videosu- Doğan Kitap- YouTube'dan alınmıştır)


 Zülfü Livaneli'den Serenad...1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış 87 yaşındaki Alman asıllı profesör Maximilian Wagner ile yine aynı üniversitede halka ilişkiler görevlisi Maya Duran'ın hikayesini anlatıyor Serenad.

Bir yanda 87 yaşındaki bir adamı soğuk bir kış günü Şile'ye sürükleyen 60 yıllık bir aşk hikayesi, diğer yanda ailesinin sırlarını öğrenen genç bir kadının hikayesi. Okurken elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, bir solukta okuyacağınız sürükleyici bir roman. Zülfü Livaneli'nin akıcı anlatımı ile Yahudi Soykırımının yanında çok az kişi tarafından bilinen Mavi Alay'ın acı hikayesi. Ülke politikaları sayesinde oradan oraya savrulmuş, yok olmuş hayatlar. Okunması gereken çok güzel bir kitap...

Serenad         Zülfü Livaneli       Doğan Kitap

GALATA'DA BİR GÜN...


İlk "Kitap Kulübü" yazımdan sonra blogların kapatılmasından bende herkes gibi nasibimi aldım:( Tembel bir blog yazarı olmama rağmen o zamandan bu zamana yazacak o kadar çok şey birikti ki...Bende açılışı Kitap Kulübü 2 ile yapmayı tercih ettim. İşte Galata'da bir gün ve Max ile Serenad...

Kadıköy'den bindiğim motor hareket ettiğinde  "makineler tam yol ileri" cümlesi anılarımın derinliklerinden çıktı geldi aklıma. Bu sözü defalarca duymuştum babamla çıktığımız seferlerde. Önce Haydarpaşa'yı gördüm tüm ihtişamı ve yanmış çatısıyla, sonra limanda yük alıp, boşaltan gemileri. Yarın kimbilir hangi denizlere çevirecekler rotalarını?. Sonra Marmara Üniversitesi eski adıyla "Mekteb-i Tıbbiye-i Askeri-i Şahene":)

Biraz daha ilerleyince Selimiye Kışlası geçti yanımdan ben ne olaylara şahidim diye fısıldıyarak yanımdan. Tam karşımda Galata Kulesi. "Bekle, biraz sonra yanındayız. Bugün kitap kulübümüzün toplantısı var. Mekan olarak senin orayı seçtik."dedim kendi kendime kimse duymadan.

Karşılıklı iki deniz fenerinin ortasından geçtik sonra. Biri İstanbul'un en eski deniz feneri "Kız Kulesi" diğeri Yalnızlığın Işıkları Deniz Fenerleri kitabında "O yalnızca denizi geçen gemilerin değil, bütün İstanbulluların feneri " olarak anlatılan Ahırkapı Feneri.

Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii, iki yakayı birbirine bağlayan üstü günün her saati karınca gibi araçlarla dolu köprülerin tablosunu, Marmara Denizinde dolaşan motorlar, boğazı geçen gemiler, şehirhatları vapurları ve balığa çıkmış sandallar tamamlıyordu. Bir yanda eski bir İstanbul tablosu, diğer yanda gözümü tırmalayan 8000 yıllık bu şehre hiç yakışmayan ve sanki dünyanın en önemli tarihi kentlerinden biri olan İstanbul'dan hınç alırmış gibi yapılmaya devam edilen gökdelenler, çirkin yapılaşma. "Günün birinde bu şehre bir çivi
çaktırmayacak yönetici gelecek mi acaba?" diye düşünmeden edemedim doğrusu bir arkeolog olarak.

Sonunda Karaköy'e yanaştık. Oradan şehrin en eski metrosuyla Tünel'e çıktım. Tünel'in çıkışında tam karşıdaki Kırmızı Kedi Kitapevinin vitrinine bir göz gezdirdim. Ufak ve şirin bir kitapçı. Büyük mağazalardan nefret eden biri olarak tam benim kalemim. Yolunuz düştüğünde uğramanızı tavsiye ederim.

Saat 10:30'u gösterdiğinde tam kadro geçmişe, Bizans'a doğru gezintiye çıktık. Tünel'den yokuş aşağı yürümeye başladığımızda etrafımızı yapılışları 18.yy'a kadar dayanan binalar çevirdi. Kimileri sahipleri gibi bu dünyadan göçüp gitmek üzere, tutunacak hiç bir dalları kalmamış, metruk...Kimileri ise geçirdikleri restorasyonlarla, içlerindeki eski Galata günlerinin özlemiyle hayata dönmüş. İki kişinin yanyana zor geçtiği dar kaldırımlardan ilerleyerek Büyük Hendek Caddesinde bulunan Neve Şalom Sinagog'unun önünden geçerek Cenevizlilerin Istanbul'a hediyesi Galata Kulesine geldik. Kuleye çıkmak isteyen  T.C vatandaşlarından 5.5,-TL turistlerden ise 11,-TL.bilet ücreti kesiliyor.Bazı müzelerde de uygulanan bu çifte standart hiçbir zaman hoşuma gitmedi doğrusu ama öyle uygun görülmüş yapacak bir şey yok. 5.5,-TL olan biletlerimizi alıp yaklaşık 3.5 m kalınlığındaki duvarların arasından asansörle yukarı çıktık. Manzara süper:) Tüm Marmara ayağımızın altında. Saint-Benoit Fransız Lisesi tam karşısında Surp Grigor Lusavoriç Ermeni Kilisesi, Barnathan Apartmanları, Serdar-ı Ekrem Caddesi ve en meşhur binası Doğan Apartmanı, diğer tarafta Altın Boynuz Haliç...Ve kulenin tepesine bu güzellikleri fotoğraflayan yerli yabancı bir sürü insan.
360 derecelik turumuzu tamamladıktan sonra Serenad'ı konuşmak üzere kulenin hemen yanındaki dar sokaktan kıvrılarak aşağıya inip Konak Cafe'nin terasındaki masalardan birine oturduk. 1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış Alman asıllı 87 yaşındaki profesör Maximilian Wagner ile yine aynı üniversitede halkla ilişkiler görevini  görevini yürüten 36 yaşındaki Maya Duran'ın hikayesini anlatan bu kitabı tartışmak için seçebileceğimiz en doğru en mekanda olduğumuza karar verdik. Acaba Max  bu sokaklarda da dolaşmışmıydı Istanbul'da geçirdiği acı dolu günlerinde?  
İçimizde kitabı okuyupta beğenmeyen daha doğrusu etkilenmeyen kimse yoktu. Hepimizin canını acıtmıştı Max'in hikayesi. Gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmış Serenad. Bu yıl okuduğumuz en güzel roman diyebilirim. Ve okumanızı tavsiye ederim.Şimdi sırada Kırmızı Kedi'den aldığımız Paulo Coelho'nun Brida'sı var. Kitabın çıktığı çok oldu ama biz arada yazamadığım başka kitaplar okuduğumuz için ancak sıra geldi.

Şimdilik Kitap Kulübünden bu kadar...Bir sonraki kitaba ve mekana kadar hoşça kalın, sevgiyle kalın...











Bu martının burada ne işi var diye düşünenleriniz için son bir not. Kitap Kulübümüzün son üyesi olur kendileri:)