"Cümlelerle oynuyorum.Hayatım bundan ibaret. Bir cümle yazıyor ve sonra onunla oynuyorum. Sonra ona bakıp tekrar oynuyorum. Sonra öğle yemeği yiyorum. Sonra geri gelip bir cümle yazıyorum. Sonra çay içiyor ve yeni cümleyle oynuyorum. Sonra iki cümleyi yeniden okuyor ve her ikisiyle de oynuyorum. Sonra divanıma uzanıp düşünüyorum. Sonra kalkıp onlara yol veriyor baştan başlıyorum. Bir günlüğüne de olsa bu rutinin dışına çıksam, bir ziyan hissiyle sıkıntıdan çıldırıyorum."

Hayalet Yazar - Philip Roth   




GABRIEL GARCIA MARQUEZ...





Artık Yüzyıllık Yalnızlığın Kırmızı Pazartesi'lerinde Şili'de Gizlice Kolera Günlerinde Aşk'ı yaşayamayacağız...
Dünya Edebiyatı büyük bir yazarını kaybetti. Gabriel Garcia Marquez arkasında birbirinden güzel eserler ve milyonlarca okuyucu bırakarak bu dünyadan göç ederken dostlarına son bir kaç satırlık mektubu ile veda etti. İşte Marquez'in mektubu...

Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup, can vererek beni ödüllendirse; aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.
Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim.
Başkaları uyurken, uyanık kalmaya gayret ederdim.
Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı, nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin kendini göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenadlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek, dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım daha olsaydı…
Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım.
Yaşlılara ise, ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.
Ey insanlar sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim.
Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Yeni doğan küçük bir bebeğin babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim.
Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak.
Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde…
Artık ölebilir miyim?”
Gabriel Garcia Marquez

PERİLİ EVLERİN ESRARI ÇÖZÜLÜYOR MU?





Her şehrin bir perili ev hikayesi vardır. Çoğumuz çocukluğumuzda büyüklerimizden dinlemişizdir veya okumuşuzdur hikayelerini. 

Perili evlerin en önemli özelliği içlerinden gelen garip seslerdir. Tekinsizlikleri de buradan gelir. Daha da ileri gidilirse içinde yanan titrek mum ışığı ve buna eşlik eden bir takım görüntüler de söylenebilir ama en önemlisi o gizemli sestir. Özellikle geceleri evlerin önünden geçenler "sanki biri sesleniyordu ya da nefes alıyordu." diye anlatırlar bu metruk mekanları. 

Nedir bu evleri perili yapan? Nereden gelir bu sesler? Daha önce bu mekanda yaşamış ve ölümünden sonra kopamamış bir hayalet mi? Evi mesken tutmuş bir evsiz mi? Ya da....

Ya da metruk evlerin vazgeçilmezi bir baykuş mu? 





Evet perili evlerin seslerinin geceleri buraları kendilerine mekan tutmuş baykuşlardan geldiği söyleniyor.

Mesela eski binaların ve harabelerin müdavimi peçeli baykuşların çıkardığı ürpertici sesler mekanın perili olduğu hissi veriyormuş insana. Nasıl mı? İşte böyle :)

bit.ly/pecelibaykus

Biri hiiiişşşşşt mi diyor ????