LONDRA GÜNLÜĞÜM


Yağmurlu bir havada kaldırımlarda yürürken ve yolun kenarında bizde olduğu gibi sular birikmesine rağmen kimse üzerimize su sıçratmadı. Sürücüler yayaların üzerine su sıçratmamak için özellikle dikkat ediyorlar ve birikintilere girmiyorlar. Ayrıca trafik ışığı olmayan yerde yaya geçitinde karşıdan karşıya geçmeye kalkan yayalara durup yol veriyorlar. Kaldığım bir hafta içinde duramayan iki araç gördüm onlarında milliyetini merak ettim...Küçük çocukların hepsinde scooter var. Okula onunla gidip geliyorlar. Bazılarının anneleri de scootera biniyor. Gördüğüm kadarıyla okul servisi diye bir kavram yok. Okula ya yürüyerek anneleri, babaları veya bakıcılarıyla gidiyorlar ya da aileler arabalarla bırakıyor. Yollarda sakin sakin ailelerinin yanında okula gidip geliyorlar.

Sabahları bisikletle işe giden kadınlar ve erkekler var. Araçların dikkatini çekmek için üzerlerine fosforlu yeşil yelek giyiyorlar. Kimi ellerinde kahve ve sigarayla, kimi kruvasanlarını yiyerek, kimi sadece sigara içerek hızlı hızlı işlerine, okullarına yetişmeye çalışıyorlar. Kimi ise sabah sporunu yapıyor. Kısa mesafelerde işe gidiş gelişler daha kolay ama metroya binmek zorunda kalanlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sabah ve akşamları işe gidiş gelişler tam bir işkenceye dönüşüyor. Yerin üstü kadar yerin altında da bir sürü insan bir yerden bir yere ulaşmaya çalışıyor. Trenler şehir içinde hınca hınç dolu. Eskiden iki katlı otobüsler ayakta çok az yolcu alırken şimdi artık bizim otobüslere dönmüşler. Merkezden uzaklaştıkça araçlar biraz daha tenhalaşıyor. Yirmi yıl önce öğrenci olduğum dönemlerde Londra daha tenha ve ulaşımı daha kolay bir yerdi. Aldığı göçler sayesinde nüfus artışıyla birlikte ulaşım ve yaşam da zorlaşmış. Göçler dedimde, aldığı göçler sayesinde bazı bölgelerde İngilize rastlamak mümkün değil. İspanyolu, İtalyanı, Çinlisi, Hintlisi, Fransızı, Pakistanlısı kısacası 72.5 millet doluşmuş Londra'ya ve yerli halk banliyölere yönelmiş. Publardaki, lokantalardaki garsonlar, mağazalardaki tezgahtarların çoğu yabancı.

Hoşuma giden taraflarından biri ise gençlerin giyim tarzları oldu. Londra'nın soğuk ve yağışlı havasında kısa kollu tişört ve şort giyende var, paltoda. Paltonun altına yazlık ayakkabı giyeni de var çizmede. O gün akıllarına ne esmişse, dolaptan ellerine ne gelmişse giymiş çıkmış gibiler. Türkiye'de görmeye alışık olmadığım bu tezatlık ve serbestlik çok ama çok hoşuma gitti. Orta yaş ve üstü kıyafetlerine daha dikkat ediyor hatta şık giyiniyorlar diyebilirim. Yaşlı hanımlar makyajlı ve bakımlı. Tabii bu anlatmaya çalıştığım giyim tarzı bölgesine göre farklılık gösterebiliyor. New Bond Street ve St.James Street'dekilerle Oxford Street'dekiler arasında ciddi tarz farkı bulunuyor. Londra'nın ve dünyanın ünlü moda tasarımcılarının giyim ve mücevher mağazalarının olduğu St.James Street ve çevresinde insan profilide tamamen değişiyor. Buradan sörler, üst tabakadan ve eski gelenekleri sürdüren insanlar alışveriş yapıyor. Ayrıca Londra'nın en eski giyim mağazası ve eczanesi burada bulunuyor. Bahsettiğim bu iki yerde eskiye sadık kalarak dükkanlarını yenilemişler.

Alışveriş merkezi yerine çok katlı mağazaları tercih etmiş İngilizler. Bizdeki gibi adım başı bilmem kaç tane  mağazanın toplandığı, havasız, kapalı ve sevimsiz alışveriş merkezi yerine buralardan alışveriş yapıyorlar. John Lewis, Debenhams, M&S, Selfridge, çocuk cenneti Hamley's, Harrod's, Boot's gibi ünlü mağazaların yanında ufak butikler ne tabikii bolca hediyelik eşya dükkanları var. Oxford Street, Bond Street, Regent Street en ünlü alışveriş caddelerinden bir kaçı ama kalabalık olmalarından dolayı ben High South Kensington'u tercih ederim. Çok daha tenha ve bu caddelerdeki mağazaların çoğu burada da var. Üstelik kaldığım otele de bir istasyon uzaklıktaydı. Dolayısıyla deli gibi alışveriş yapmak yerine Londra'yı gezmeyi tercih ettiğim için bu bölge ufak tefek alışverişler için bana yetti de arttı bile.

III Bölümde müzeler, tarihi yerler var...