YA ŞUNDADIR YA BUNDA:)

          

Bir haftadır ya şundadır ya bunda diyerek dolaşıyorum evin içinde (evde olduğum zamanlarda tabii). Gidip gelip sayfalarını karıştırıyorum. Oturup içlerinden bir kaç sayfa okuyorum ve dördünüde öyle merak ediyorum ki hangisine öncelik vereceğime karar veremiyorum. Birini seçsem öbürüne haksızlık yapacakmışım gibi geliyor. Acaba bu durumun psikolojideki açıklaması nedir? Sonucun benim açımdan pek parlak olamayacağını tahmin edebildiğim için açıklamayı duymaktanda korkuyorum doğrusu.

Yine yaptım yapacağımı, duramadım daha elimdekini bitirmeden kitap aldım. Hemde bir tane değil dört tane. Bu gazetelerin kitap ekleri var ya işte onları dava etmeyi düşünüyorum. Onları okudukça soluğu kitapçılarda alıp ve tabii yalnızca ekte okuduğumla kalmayıp şekilde görüldüğü gibi o ve diğerlerinide alıp geliyorum. Sonrada ya şundadır ya bunda:)

Neyse sonunda karar verdim ve Oscar goes to Alexander McCall Smith'in İskoçya Sokağı 44 Numara oldu:)

Aslında Radikal'ın kitap ekinde aynı yazarın 'Kahve Öyküleri' adlı kitabını görmüştüm. Ama kitabı inceleyince İskoçya Sokağı 44 Numara'nın devamı olduğunu görünce tabii bunuda almak zorunda kaldım ki iyi ki almışım. Kitabın önsözünde 'Her biri Edinburgh'da yaşarken karşılaştığım insan tiplerini yansıtan bu karakterleri yaratırken çok keyif aldım. Bu şehirdeki hayatın tek bir kesiti bu belki ama eğlenceli olabilen bir kesit. Bu kitapdaki insanların bazıları gerçek ve metinde kendi isimleri ile yer alıyor' diye yazıyor McCall Smith.

İlk 100 sayfasını okudum bile. Okuduğum yere kadar günlük hayatta karşılaşabileceğiz karakterler ve olaylarla abartısız yazılmış bir roman. Bende bu kitabın karakterlerinden biri olabilirim diyeceğiniz türden.
Hele 5 yaşındaki Bertie ve annesi Irene'in ilişkisi...Bugün günümüzde proje çocuk yaratmak isteyen yüzlerce anneden biri Irene. Hırslı ve zaman zaman bu yüzden komik duruma düşen.
Üniversiteden mezun olduktan sonra hayatına ara veren Pat, ev arkadaşı Bruce, resim galerisi sahibi Matthew, Koca Lou, Pat'in komşusu orta yaşlı Domenica ve diğerleri ilk 100 sayfada karşıma çıkan karakterler oldu...Devamı kitabın sonunda:)

Sizde benim gibi kitap kurtlarındansanız ve bu kitabı okumak isterseniz;

İskoçya Sokağı 44 Numara    Alexander McCall Smith   Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

PERA'DAN BEYOĞLU'NA

                                                            


Jak Deleon ve Nur Akın...Bu iki yazarı çoğunuz bilirsiniz. Ortak özellikleri Pera - Beyoğlu ile kitaplar yazmaları.

Jak Deleon'un ki, artık malesef kitaplarını okuyamayacağız, Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar'ını , Nur Akın'ın ise 19.yy İkinci Yarısında Galata ve Pera isimli kitaplarını her karıştırdığımda hayallere dalar, Pera'nın o şaşalı günlerini gözümün önüne getirmeye çalışırım.

Jak Deleon Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar Kitabının tanımında şöyle yazar:

"Kapısında siyah kasketli, gümüş hançerli Kazak'ların beklediği ve sahnesinde beyaz kürklere sarınmış kadınların 'evvel zaman raksı' icra ettiği 'Odessa Serkli' adı verilen gece kulübünde rastlar Beyaz Rus Luba'ya Fransız genci Pierre. "Şiir ve hayal" kadar güzeldir Luba. Ve bir Beyoğlu gecesinde Pierre'e şunları söyler :
"Şiir ve hayal burada yok".

Nur Akın ise şöyle anlatmıştır Pera'yı 19.yy İkinci Yarısında Galata ve Pera isimli kitabının Toplumsal ortam bölümünde:

"Ayrıca başta karnaval olmak üzere, çeşitli bayram eğlenceleri de Pera'nın vazgeçemediği faaliyetlerindendi. Örneğin Rum karnaval eğlencelerini, yollarda maskeleriyle ve özel kıyafetleriyle bir müzisyenler grubunu izleyenleri anlatan ilginç haberlere rastlanılmaktadır."
"1 Mayıs Bahar Bayramı kutlamalarıda Pera ve Galata için özel önem taşır. O gün, geleneğe uygun bir biçimde Rum ve Ermenilerin büyük gruplar halinde, sabahın erken saatlerinde kırlara çıktıkları ve bütün günlerini burada çiçek toplayarak, eğlenerek geçirdikleri yazılmakta, evlerin kapılarının yine gelenek uyarınca çiçeklerle donandığı, bir buket ya da çelengin kapıya asıldığı, özellikle bazı kapıların üst düzeyde bir zevki yansıtacak biçimde bezendiği yazılmaktadır."

İşte bu kitapları okuyup Pera ve Galata'yı şimdiki Beyoğlu ile karşılaştırdığımda Jak Deleon'un yazdığı gibi şiir ve hayalin yok olduğunu görüyorum.

Sahaflar Festivaline gittiğim gün İstiklal'de kalabalık ama bomboş bir caddede yürüdüm. Kulağım sokak çalgıcılarının güzel ezgilerini ararken, gözlerimde kafelerin önüne atılmış ufak masaları aradı. İkisi de yoktu.

Tamam yukardaki yazılardaki gibi Beyoğlu beklemiyorum. O günler geçmişte ve yaşayanların anılarında kaldı. Hiç bir şey durağan değil. Zaman tüm hızıyla ilerliyor. Yıllar geçiyor, dünya değişiyor, bazı şeyler tarihe karışıyor, büyük bir değişim ve gelişim yaşanıyor. Artık ne Beyaz Ruslar var, ne Pera tiyatrolarını dolduran zarif hanımefendiler, çok değil yakın zamana kadar Beyoğlu'na kravatsız çıkılmaz diyen eski İstanbul beyefendileri. Ne eski dükkanları kaldı ne de eski esnafı. Geri dönüşü imkansız bir yolda ilerleyip gözden kayboldular. 

Yerine gelenler ise gelen gideni aratır sözünün canlı kanıtı oldu. Yine bazı hoşluklar da yaşanmadı değil. Kafelerin önüne atılan ufak masalarda sohbet eşliğinde içilen kahveler, yudumlanan içkiler. İstiklal Caddesi'nde ilerlerken kulağımıza gelen insanın ruh halini değiştiren, gülümseten, çaldıkları parçalarla anılara götüren akordeon, gitar veya keman sesleri. Son yapılan uygulamalarla artık duyulmaz oldular. Sırada ne var diye düşünmeden edemiyorum.

Avrupa'daki bir çok şehirde Londra, Paris, Prag, Amsterdam, Zagreb ve daha nicelerinde yorulduğunuzda oturup kahvenizi ya da biranızı yudumlayacağınız kaldırımlara yayılmış cafeler ve caddelerinde önlerine koydukları enstrüman çantalarına atılmış bir kaç bozuk parayla sokak çalgıcıları varken Avrupa Başkenti (?) diye adlandırılan İstanbul böyle bir muameleyi hak etmiyor.

Luba'nın söylediği gibi hayaller yok artık burada...Geçmişe gömüldüler...Tüm güzellikleri ile....