PERA'DAN BEYOĞLU'NA

                                                            


Jak Deleon ve Nur Akın...Bu iki yazarı çoğunuz bilirsiniz. Ortak özellikleri Pera - Beyoğlu ile kitaplar yazmaları.

Jak Deleon'un ki, artık malesef kitaplarını okuyamayacağız, Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar'ını , Nur Akın'ın ise 19.yy İkinci Yarısında Galata ve Pera isimli kitaplarını her karıştırdığımda hayallere dalar, Pera'nın o şaşalı günlerini gözümün önüne getirmeye çalışırım.

Jak Deleon Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar Kitabının tanımında şöyle yazar:

"Kapısında siyah kasketli, gümüş hançerli Kazak'ların beklediği ve sahnesinde beyaz kürklere sarınmış kadınların 'evvel zaman raksı' icra ettiği 'Odessa Serkli' adı verilen gece kulübünde rastlar Beyaz Rus Luba'ya Fransız genci Pierre. "Şiir ve hayal" kadar güzeldir Luba. Ve bir Beyoğlu gecesinde Pierre'e şunları söyler :
"Şiir ve hayal burada yok".

Nur Akın ise şöyle anlatmıştır Pera'yı 19.yy İkinci Yarısında Galata ve Pera isimli kitabının Toplumsal ortam bölümünde:

"Ayrıca başta karnaval olmak üzere, çeşitli bayram eğlenceleri de Pera'nın vazgeçemediği faaliyetlerindendi. Örneğin Rum karnaval eğlencelerini, yollarda maskeleriyle ve özel kıyafetleriyle bir müzisyenler grubunu izleyenleri anlatan ilginç haberlere rastlanılmaktadır."
"1 Mayıs Bahar Bayramı kutlamalarıda Pera ve Galata için özel önem taşır. O gün, geleneğe uygun bir biçimde Rum ve Ermenilerin büyük gruplar halinde, sabahın erken saatlerinde kırlara çıktıkları ve bütün günlerini burada çiçek toplayarak, eğlenerek geçirdikleri yazılmakta, evlerin kapılarının yine gelenek uyarınca çiçeklerle donandığı, bir buket ya da çelengin kapıya asıldığı, özellikle bazı kapıların üst düzeyde bir zevki yansıtacak biçimde bezendiği yazılmaktadır."

İşte bu kitapları okuyup Pera ve Galata'yı şimdiki Beyoğlu ile karşılaştırdığımda Jak Deleon'un yazdığı gibi şiir ve hayalin yok olduğunu görüyorum.

Sahaflar Festivaline gittiğim gün İstiklal'de kalabalık ama bomboş bir caddede yürüdüm. Kulağım sokak çalgıcılarının güzel ezgilerini ararken, gözlerimde kafelerin önüne atılmış ufak masaları aradı. İkisi de yoktu.

Tamam yukardaki yazılardaki gibi Beyoğlu beklemiyorum. O günler geçmişte ve yaşayanların anılarında kaldı. Hiç bir şey durağan değil. Zaman tüm hızıyla ilerliyor. Yıllar geçiyor, dünya değişiyor, bazı şeyler tarihe karışıyor, büyük bir değişim ve gelişim yaşanıyor. Artık ne Beyaz Ruslar var, ne Pera tiyatrolarını dolduran zarif hanımefendiler, çok değil yakın zamana kadar Beyoğlu'na kravatsız çıkılmaz diyen eski İstanbul beyefendileri. Ne eski dükkanları kaldı ne de eski esnafı. Geri dönüşü imkansız bir yolda ilerleyip gözden kayboldular. 

Yerine gelenler ise gelen gideni aratır sözünün canlı kanıtı oldu. Yine bazı hoşluklar da yaşanmadı değil. Kafelerin önüne atılan ufak masalarda sohbet eşliğinde içilen kahveler, yudumlanan içkiler. İstiklal Caddesi'nde ilerlerken kulağımıza gelen insanın ruh halini değiştiren, gülümseten, çaldıkları parçalarla anılara götüren akordeon, gitar veya keman sesleri. Son yapılan uygulamalarla artık duyulmaz oldular. Sırada ne var diye düşünmeden edemiyorum.

Avrupa'daki bir çok şehirde Londra, Paris, Prag, Amsterdam, Zagreb ve daha nicelerinde yorulduğunuzda oturup kahvenizi ya da biranızı yudumlayacağınız kaldırımlara yayılmış cafeler ve caddelerinde önlerine koydukları enstrüman çantalarına atılmış bir kaç bozuk parayla sokak çalgıcıları varken Avrupa Başkenti (?) diye adlandırılan İstanbul böyle bir muameleyi hak etmiyor.

Luba'nın söylediği gibi hayaller yok artık burada...Geçmişe gömüldüler...Tüm güzellikleri ile....


                                                                          
                                                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder