ANKET DEFTERİ DESEM...





Diye yazdım kişisel facebook sayfama o kadar çok cevap geldi ki hangisine cevap yazacağımı şaşırdım. Unutulmuş, bir kenarda saklanan bir defteri bekliyormuş herkes...

Lise çağlarım diyen oldu, gençliğim diyen oldu, arkadaşlarım diyen oldu, geçmişim diyen oldu, ama hala saklarım diyenler çoğunluktaydı. Eminim saklayanlar o gece sakladıkları yerden çıkarıp baktılar deftere. Hala devam eden arkadaşlıklar, yıllara karışanlar, uzaklara gidenler, dibimizde olanlar ve artık aramızda olmayanlar hepsi döküldü birer birer. Sorulara yazılan cevaplara gülündü, resimlerle dalga geçildi, hafızalar zorlandı belki...

Neler yoktu ki içlerinde...O zamanın yerli yabancı ünlüleri, çiçek böceklerle süslenmiş sayfalarca yazı. Sayfanın başında veya sonunda da anketi dolduranın en fotojenik fotoğrafı olurdu mutlaka. 

Ya sorular? Herkesin defterinde olan değişmez sorular vardı: En sevdiğiniz arkadaşınız, en sevdiğiniz hayvan, en sevdiğiniz yemek, en sevdiğiniz sanatçı, en sevdiğiniz bölümünden sonra boş zaman kısmına gelinirdi. Boş zamanlarınızda ne yaparsanız ? Halen aynı şekilde cevaplanan tipik cevapları vardı bu sorunun; kitap okurum, sinemaya giderim vs. 

Okuduğunuz kitaplar sorusuna benim defterime yazanlar Duygu Asena'nın kitaplarını yazmışlardı o zamanlar. Kadının Adı Yok Başı çekiyordu onu Füsun Erbulak'ın Niçin Geç Kaldım'ı takip ediyordu. O zamanın en cesurca yazılmış ve en popüler kitapları idi. Ayrıca Robin Cook ve Harold Robbins'te okunanlar arasındaydı. Birde Jackie Collins çok meşhurdu. Şimdiki pembe diziler gibi romanlar yazardı. Hollywood Kadınları vs. Pembe diziler dedim de birde beyaz dizi kitapları vardı genç kızların ellerinden düşmeyen. Harlequin çevirileri. O zamanın  Barbara Cartland  dizisi gibi birşeydi.

Sıra filmlere gelirdi, en sevdiğiniz film hangisi?  Kramer Kramere Karşı, Şampiyon, Gazap Kuşları herkesin elde mendil salya sümük izlediği filmlerdi. Yazılanlardan biride Gece Yarısının Ötesi idi ve günlerce kapalı gişe oynamıştı.

En çok sevilen müzik grupları içinde benim her zaman yazdığım grup Bee Gees idi ve o meşhur şarkıları Too Much Heaven. 

En sevdiğiniz arkadaşınız sorusunun cevabı ise fiksti, hepsi. Birinin adını yazsa öbürü bozulacak en iyisi yuvarlamak sevmesede hepsi. 

Ahhh bazıları da anketin sonuna tekerleme yazardı:) Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma :)

İçlerinde unutulmayanlar oldu, bakınca hatırlananlar oldu, buna da niye yazdırmışım ki hiç sevmezdim arkadaşım bile değildi denenler de oldu. Ve hepsi anket defterinin sayfalarının arasında o zaman diliminde kaldı. 

Anket defterleri...Naftalinli anılar diyorum ben bunlara. Geçmişten günümüze bir tür zaman tüneli...Neydim ne oldum misali. 

Ben defterimi eski bir parçayı dinleyerek kapıyorum ve sizlere şimdilik iyi geceler diliyorum. 








MURATHAN MUNGAN'LA İKİ SAAT



Bu sabah şehirdeki etkinlik programlarına göz atınca şöyle yazdım kişisel facebook sayfama : Neden izlemek istediğim söyleşiler bugüne toplanmış ? Ben şimdi hangisine yetişeceğim ? Üstelik saatleri de birbirine çok yakın :( 

Eh İstanbul gibi trafik karmaşasının yaşandığı bir metropol de aynı gün içinde saatleri çok yakın iki etkinliğe katılabilmenin hele ki, cumartesi günleri, imkansızlığını göz önüne alarak, ayın başından beri izlemeyi kafama koyduğum Murathan Mungan'la Edebiyat söyleşisine katılmayı tercih ettim. 

Murathan Mungan'la ilk tanışmam 1999 yılında Üç Aynalı Kırk Oda kitabıyla olmuştu. Ne yalan söyleyeyim kitabı okuduğumda bu ne yaaa demiştim. Kitabı hiç beğenmemiştim ama Murathan Mungan'ın yazılarını her zaman okuyordum. Yıllar sonra kitap kütüphanemde durduğu raftan bana tekrar kendini gösterdi. Kitabı tekrar okudum veeee bir Murathan Mungan okuyucusu olup çıktım. Eğer bugüne kadar okumadıysanız Üç Aynalı Kırk Odayı tavsiye ederim. Hele ki Aynalı Pastane öyküsünü. Şimdilik bu kadar günah çıkartmak yeter...Gelelim bugüne...

Hınca hınç dolu salonda kendine yakışır bir edebiyat söyleşisi sundu okuyucularına CKM'de Mungan. 

54 Kitabım var, 67 kitapta da imzam var ama hala hayata yeni başlamış bir çocuk gibi hissediyorum kendimi diyerek başladı konuşmasına ve devam etti;

"Hızlı bir dünyada yaşıyoruz ve bu hız bize çok şey kaybettiriyor. Durup düşünmeyi, anlamayı...Bu hız edebiyata da çok şey kaybettiriyor. Edebiyat eski bir sanat. At arabasının yavaş yavaş gittiğini, ağaçtan bir yaprağın yavaş yavaş düştüğünü yazan bir sanat. Bu hız edebiyata da yansıyınca olmuyor."

"Edebiyatta konular tükenmiştir. Temel bütün konular antik yunanda yazılmıştır. Geri kalanı da Shakespeare halletmiştir. Bize ufak bir konu havuzu kalmıştır."

"Türk edebiyatında sorun konu değildir. Siz nasıl anlatıyorsunuzdur. Yazarın parmak izi gibidir üslubu. Edebiyatın iki temel direği vardır:

1. Yazarın anlatma becerisi, gözleme
2. Okuyucunun hayal gücü, imgeleme gücü

"Edebiyatın yazarla okur arasındaki mahrem güç imgeleme. Bu yüzden hiçbir kitap sinemaya aktarılamaz. Kitabı okurken ki hayalinizle sinemaya yansıması farklıdır."




"Kitap okumaktan özel bir zevk almıyorsanız kitapla doğru ilişki kurmuyorsunuz demektir."

"Yazı edebiyat zahmetli bir iştir. Bir disiplindir. (Hemde nasıl !) Hayatla derdi olanların, daha iyi bir hayatı özleyenlerin işidir. Sevilmekten, beğenilmekten daha önemli bir şey var benim için : anlaşılmak. İnsanlar kendi anlamak istediklerini anlıyorlar kitaplarda ama benim anlatmak istediklerimi anlasınlar istiyorum. Eleştirmenler, ödüller önemli değil benim için, göz bebeklerinden tanıdığım okur önemli benim için."

İşte söyleşinin cep telefonu bölümünde çok güldüm :))

"Gündelik dilde 300 kelimeden fazla konuşamayan bir milletin cep telefonu sevdasını anlayamıyorum. Nasıl saatlerce konuşup mesaj çekebiliyorlar?" 

(Evet kelime dağarcığı bu kadar kıt olan bir millet cep telefonuna gelince döktürmeye başlıyor :)

"Yazı masamın başına oturmadan önce ellerimi yıkarım, fiziki anlamda değil metafor anlamda."

"Sanat söz konusu olduğunda asla olmaz demeyin. Birisi çıkar oldurur."

Söyleşide aldığım küçük notları sizlerle paylaşmak istedim sevgili Bir Hikayem Var okuyucularım. Umarım beğenmiş sinizdir :)



MUTLULUK








Bir telefon açmaktır, karşınızdakiyle gülümseyerek konuşmaktır…
Bir çift tatlı sözdür, yumuşacık bir dokunuştur…
Affetmektir, özür dilemektir, sevmektir, sevilmektir…

Çevreye dağıtılan bir tebessümdür, bir kahkahadır mutluluk…
Mut
luluk elimizde olanlara sevinmek, olmayanlar için ise üzülmemektir…
Her zaman bizden daha iyi durumda olanları değil bizden daha zor durumda olanları düşünmektir…
Birazcık işleri ertelemek, hayatın frenine basıp birazcık yavaşlamak kendimize zaman ayırmaktır mutluluk…
Bir çiçeği gördüğünde ona tebessümle yaklaşmak ve onu sevmek ve koklamaktır…
Güneşin doğuş anını seyretmek, seher vaktinde en az seher vakti kadar güzel temiz havayı ciğerlere çekip tutmak ve sonra bırakmaktır mutluluk…

Bahar yağmuru altında yürümek ve ıslanmak, yağmur sonrası toprak kokusunu teneffüs etmektir mutluluk…
Bir bebeğin gülümsemesi, bir bebeğin uyurken yüzündeki ifade, bir bebeğin kokusudur mutluluk…
Eşine veya sevdiğine seni seviyorum demek, bir güzel söz söylemek, bir tatlı bakış kondurmak, bir demet çiçek vermektir mutluluk…
Bir bebeğin ilk adımı, çıkan ilk dişi, bir bebeğin dudağından dökülen ilk sözcüklerdir…
Bir bardak çay, bir sıcak ekmek yarım dilim peynirdir mutluluk…
Hayattaki engelleri aşmak, sıkıntılar karşısında yenilmemek ve planlar oluşturmak hayatın yakasına yapışıp bende varım diyebilmek gücüne sahip olabilmektir…
Mutluluk bir yerde bakış açımızdır pozitif olmak, siyahtan çok beyazı görmek, 

Herhangi bir olaya biçtiğimiz yorumdur…

Her günümüzü son günümüz olarak bilip tüm canlıları sevmek, incitmemek, çevremize güven vermektir.
Dost olmak, kırıcı olmamaktır mutluluk…
Bazen bir kırmızı gülün rengine bakmaktır…
İnsanların gönlüne taht kurabilecek ahlak ve terbiyeye sahip olabilmektir mutluluk…
Parkta dolaşırken oyun oynayan çocuklara gülümsemek onlara el sallamak ve çantanızda bulundurduğunuz şekerli sakızdan dağıtmaktır mutluluk…
Niyesiz ve amasız sevinçlerle yüreğinizi doldurmak, 

Gül tadında gül kokusunda bir ömür yaşamaya yemin etmek, 
Gündelik sıkıntılara takılmamaktır…

Ruhunuza sadece bahar mevsimi yasatmaktır mutluluk…
Kupkuru bir tarlanın ruhunuzda ,kır çiçekleri ile doluymuş gibi yansımasıdır mutluluk….
Yüzümüzün yüreğimizle beraber gülümsediği an’ dır mutluluk.



-Alıntı-




BEN BU ODADAN HİÇ ÇIKMAM:)



Hürriyet'te tam benlik bir haber. Londralılar yağmur odasına akın ediyormuş. Yağmur odası. Hımmm hiç te fena fikir değil. Benim gibi yağmuru kışı sevenler için ideal bir oda olsa gerek. Gerçi Londralılara pek aklım ermedi ama :) Onları da ıslanmadan yağmurda yürümek cezbetmiş anlaşılan. İşte yağmur odası...Yağmur sevenlere duyurulur :)


   İngiltere'nin başkenti Londra'daki 'Yağmur Odası' ziyaretçi akınına uğruyor.




Londralılar 'Yağmur Odası'na akın ediyor










Sanat galerisi Barbican Centre'da kurulan 'Yağmur Odası', hayatı iki sağanak arasında koşuşturmakla geçen Londralıların büyük ilgisini çekiyor.

Haberin devamını okumak için http://ush.re/jj4l tıklayınız...


Yağmur odasını seyretmek için http://ush.re/m2jk tıklayınız...