KELEBEĞİN RÜYASI

Dün akşam Kelebeğin Rüyasını seyretmeye karar verdim. Genelde hep sabah ilk seansları tercih ederim. Her zaman boştur. Ben dahil üç kişi film izlediğim olmuştur. Bugün yine her zamanki gibi 11.00 seansına gittim ama ilk kez bu kadar kalabalık bir sabah filmi seyrettim. Kadınlar matinesi gibiydi. Etrafımdaki konuşmaları dinleyince nedeni sonradan ortaya çıktı tabii:).

Film 1940'lı yıllarda Zonguldak'ta yaşayan şiire, edebiyata düşkün iki genç şairin Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hikayesini anlatıyor. Şiir yazmaları, yazdıkları şiirleri yayınlatmak için verdikleri çaba, umutları, hayal kırıklıkları, dostlukları, aşkları ve o dönemde çoğu kişinin başına bela olan hastalıkları : ince hastalık- verem. 

Bir yandan iki şairin zorlu hayatını anlatırken diğer yandan da Zonguldak'taki maden ocaklarında o dönemde yaşananları perdeye yansıtmış Yılmaz Erdoğan.  1940 yıllarda Zonguldak kömür madenlerinde zorla çalıştırılan insanların dramını, mükellefiyet dönemini anlatmış. II. Dünya Savaşının getirdiği güçlüklerin aşılabilmesi için Zonguldak kömür havzasında yaşayan insanlara kömür ocağına girme zorunluluğu getirilmesi konu edilmiş. 

Film Zonguldak Valisinin kızının şehre gelmesi ile başlıyor. Muzaffer Tayyip'in genç güzel aşık olması, kızın da onu karşılıksız bırakmamasıyla devam ediyor ama Muzaffer Tayyip'in hastalanması ile babası araya giriyor ve arkadaşlıklarına son vermesini istiyor. Diğer taraftan arkadaşı Rüştü Onur'un hastalığı gün be gün daha da ilerleyince Behçet Necatigil tarafından Heybeliada Sanatoryumuna gönderiliyor. Orada bir kıza aşık oluyor ve daha sonra evleniyor. Bir süre sonra yanına aynı hastalıktan muzdarip olan arkadaşı Muzaffer Tayyip'te geliyor ve beraber tedavileri sürüyor.

Filmi izlemek isteyenler için anlatmayı burada kesiyorum. Benim filme gitmek istememin sebebi iki şairin hayatı ve Zonguldak'ta geçmiş olması idi. Konusu ilgimi çekti. Yılmaz Erdoğan 1940'ların Zonguldak'ını canlandırmaya çalışmış. Bu konuda fazla bir yorum yapmayacağım ama görüntüler güzeldi. Bir ara filmdeki kısa diyaloglardan çok sıkıldım. Dramın verdiği ağırlıkla bazı sahnelerde içim şişti de diyebilirim ama filmi beğendim.  

Gelelim filmin bu sabah ki seyircilerine. Başta da yazdığım gibi kadınlar matinesi gibiydi. Sabah seansları boş geçtiğinden edebiyata, şiire meraklı kişilerin geldiğini düşündüm ilk başta ama etrafımda konuşulanları duyunca gelenlerin çoğunun Kıvanç Tatlıtuğ'u seyretmek için gelenler olduğunu anladım. Herkesin ağzında Kıvanç Tatlıtuğ'un adı :) Sabah akşam bugün Kıvanç'ı seyredeceğiz ne güzel diyenler, ne güzel oynamış diyenler...Seyircilerin çoğunun filmin konusu filan umurunda değildi. Varsa yoksa Kıvanç Tatlıtuğ. Çıkarken şunu düşündüm bu filmde Kıvanç Tatlıtuğ oynamasaydı bugün bu salon yine bu kadar dolu olur muydu acaba? Cevabım hayır. Bu da Yılmaz Erdoğan'la Kıvanç Tatlıtuğ'un ortak başarısı diyelim. 

Sonuç olarak bana göre iki şairin 1940'larda zorluk içinde Zonguldak'ta geçen dramatik yaşamını seyretmek istiyorsanız gidin derim. Kıvanç Tatlıtuğ hayranıysanız zaten gidecekseniz demektir ama ne dram isterim ne de Kıvanç beni ilgilendiriyor derseniz size göre bir film değil boşuna vaktinizi harcamayın derim. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder