BASILI KİTAPLARI TERCİH ETMEK İÇİN 10 NEDEN...



1 Banyoda da kitap okuyabilirsiniz.

Hiç banyo küvetinde kindle ya da nook ile kitap okumayı denediniz mi? En iyisi hiç denemeyin. Sonuç korkunç olabilir. Onlardan birini küvete düşürürseniz, bir daha çalışmayabilir. Peki ya kitabınızı düşürürseniz? Sadece biraz kurutmanız yeterli. İlk hali gibi. Korkacak bir şey yok edebiyat tutkunları.

2 Uçakta kitabınızı kapatmanıza gerek yok.

Hepimiz pilotun bütün elektrikli aletleri kapatmamız gerektiğiyle ilgili anonsunu bekleriz. Tabii ki e-kitabınız yalnızca kısa bir süreliğine kapatmanız yeterli ama bu keyfe ara vermeye ne gerek var? Kitaplar hiçbir zaman kenara konmamalı. Okumaya devam.

3 Güneşin altında kitap okumaya devam.

Günü sahilde mi geçirmeye karar verdiniz? Ya da tropik bir yerde tatile mi gideceksiniz? Kitabınız da size eşlik edebilir. Çoğu e-kitap okuyucu doğrudan günışığında kullanılamaz. Ekran aniden kararır ve okunmaz bir kitapla karşı karşıya kalırsınız. Oysa basılı kitaplar sizi asla hayal kırıklığına uğratmaz.

4 Raflarınızı doldurur.

Tabii ki kitaplığınızı e-kitap okuyucuları ile doldurabilirsiniz ama ne kadar güzel görünebilir ki? Oysa en son satın aldığınız kitap için rafta yer aramak oldukça keyiflidir.

5 Antika kitaplar harikadır.

Hiçbir e-kitabın ilk baskısı gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu kadar basit. Kitaplığınız için orjinal bir klasik eseri bulmak mükemmel değil mi? Kapaklar biraz yıpranmış olabilir ancak bu yıpranmışlıktır eski kitabı değerli kılan. Klasik bir romanı elinde tutmanın hazzı tarif edilemez.

6 E-kitabınızı imzalatamazsınız.

E-kitap okuyucularında imza toplama gibi bir planınız yoksa, okuduğunuz yazarların kitaplarını imzalatmayı unutun. İmzalı kitaplar çok ince düşünülmüş ve kişisel hediyelerdir. Yazarlar, kitap imzalama günlerinde onurlanırlar ama bir e-kitap okuyucusunu imzalamaları imkansız.

7 Kütüphaneler ve Kitapçılar!

Eğer bir kitap kurduysanız, kütüphanelerin ve kitapçıların önemini bilirsiniz. Kâğıt kokusu ve çevrenizi saran yoğun bilgi size sarhoş eder. Bu mekânların kitapsız bir anlamı yok tabi ki.

8 Uzun bir romanı bitirmek çok daha keyifli.

Her kitabı bitirmek keyiflidir elbette ama bin sayfalık bir kitabı arka kapağını çevirerek sonlandırmak ekranda bir tuşa basmaktan çok daha iyi.

9 Çizmek için ilham kaynağı!

En son ne zaman bir Nook’un üstünde bir çizim gördünüz? Kesinlikle görmemişsinizdir. Kitaplar bu konuda çok daha iyi.

10 Kitaplar ölmez!

Sayfaları parçalanabilir ve kapağı zarar görebilir ama kitaplar ölmez. Heyecan içinde okuduğunuz bir romanın en güzel bölümünde e-kitap okuyucusunun pilinin bitmesi kadar sinir bozucu bir şey olamaz.

Sonuç çok basit : Kitaplar kesinlikle daha iyi.

-Alıntı-


KİTAP OKUMANIN YARARLARI



1-Kitap Okuma Bir İlaçtır:
2-Kitap Okuma Hayatı Sevdirir
3-Kitap Okuma Düşünceleri Olgunlaştırır Okuma; düşünceyi besleyen, geliştiren ve çabuklaştıran ana kaynaklardan biridir.
4-Kitap Okuma Stresi Azaltır
5-Kitap Okuma Zihni Açar, Hantallıktan Kurtarır
6-Kitap Okuma Güzel Görmemizi Sağlar
7-Kitap Okuma Bizi ‘Bir Bilen” Yapar
8-Kitap Okuyanın Güvenilir Bir Çevresi Oluşur
9-Bilgi dağarcığımızı ve kelime hazinemizi zenginleştirir.
10-Anlama gücümüzü ve konuşma yeteneğimizi kuvvetlendirir.
11-Genel kültürümüzü artırır. Etkin ve etkili bir insan olmanın yollarını açar.
12-Meslek hayatımızdaki başarı düzeyimizi yükseltir.
13-Dünyaya bakış açımızı değiştirir.
14-Toplumsal ilişkilerimizin kalitesini artırır.
15-Okul hayatındaki başarıları pekiştirir,
16-Hayal gücümüzü geliştirir.
17-Okumak haz duymaya, zihnimizi süslemeye, karar verme yeteneklerimizi geliştirmeye yarar. İnsanı olgunlaştırır, erdemli kılar.

Okuma olayı bir uzun yolculuktur; beşikle başlar, mezarla biter. Okulla beraber biten okumalar yarıda kalmıştır. Okuma iğneyle kuyu kazmaktır; kararlılık ister, sabır ister. Okuma bir arayıştır, hakikati, doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma heyecanını barındırır. Bulursunuz, ikinci, üçüncü... Arayışlar başlar. Umut ve heyecan, okumanın ayrılmaz iki vasfıdır. Okuma insanlığın, umut ve heyecan da canlılığın şartıdır.

-Alıntı-

BABALAR GÜNÜ...





Bu aralar Babalar Günü için reklam yapan firmalara çok kızıyorum. 

Kazanacakları 3-5 kuruş yüzünden Soma'da babalarını yitiren çocukları ellerinin tersiyle bir kenara itiyorlarmış, görmemezlikten geliyorlarmış gibi geliyor ve bu kadar vurdum duymazlık oldukça fazla geliyor bana. Yanılıyor muyum? Yoksa çok mu duygusal davranıyorum. Ne yanılıyorum ne de duygusal davranıyorum bence...Galiba olması gerektiği gibi insanca düşünüyorum...

Lütfen biraz duyarlı olalım...

Yoksa Soma ve orada babalarını yitiren çocuklar bu kadar çabuk mu unutuldu ?...

SON KİTABEVİ...TÜM KİTAPSEVERLERE...





20 Dakikanızı ayırıp seyreder misiniz ? Tüm kitapseverlere...



The Last Bookshop / Son Kitabevi (Türkçe altyazı)



KIŞ UYKUSU



Tebrikler Nuri Bilge Ceylan ve Kış Uykusu'nda emeği geçen herkese...





Son günlerde yaşadığımız acı olaylardan sonra kaskatı buz kesmiş yüreğimi ısıttınız. Bir nebze de olsa başarınızla gülümsetebildiniz...

Bu ülkede bireysel de olsa güzel şeyler olduğunu gösterdiniz...

Teşekkürler...








ODASINDA KALMAYI BAŞARABİLENLERE...PARİS SIKINTISI...




"La Bruyere bir yerlerde, "Yalnız olamamanın büyük mutsuzluğu!" der, kendi kendine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki. 
Bir başka bilge, yanılmıyorsam Pascal, "Neredeyse tüm mutsuzluklarımız odamızda kalmayı bilememiş olmamızdan geliyor başımıza," der, böylece, içe kapanış hücresinde, mutluluğu deviniminde, bir de yüzyılımın güzel diliyle konuşmam gerekirse, kardeşçil diye adlandırabileceğim bir fuhuşta arayanları getirir aklımıza."

Paris Sıkıntısı - Charles Baudlaire

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları... 

19 MAYIS



19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...




BU KEZ İÇİMİZ KAPKARA VE BURUK OLSA DA...

KÖMÜR KARASI SOMA...

Kapkara, kömür karası bir güne uyandım bu sabah yine. Göğsümün tam ortasında taşıdığım bir ağırlıkla. Gün boyu kalkmadı oradan daha ağırlaştı haberleri seyrettikçe. Nefes almakta zorlandım ve halen de öyleyim....Şu ana kadar resmi rakamlara göre 274 (?) madencimizi kaybettik. 274 baba, eş, ağabey, kardeş, oğul...Kaç eve ateş düştü ve bizlerinde yürekleri dağlandı onlarla birlikte...Çığlıklar yükseldi Soma'dan tüm dünyaya ama ne fayda. Giden geri gelmiyor, getirilemiyor maalesef. 

Soma Madeni...Hayatımın ilk yıllarını geçirdiğim yer...Hayal meyal hatırlıyorum tek katlı ufacık lojmanımızı, üzerleri sürekli tozla kaplı çam ağaçlarını ve bana o zamanlar devasa gelen iş makinalarını. Şehre indiğimiz, galiba arkasından binilen, hafızamın bir oyunu değilse, kapalı ahşap kasa belki de kamyondan yapılma o tozlu topraklı yollarda gaçırdıyarak ilerleyen otobüsü ve insanların birbirleriyle yol boyunca sohbetlerini. 

Babamın akşamları eski bir jiple eve bırakılışını camın önünde dört gözle beklerdim tüm madenci çocukları gibi. Ben bunun nasıl bir his olduğunu yaşayarak öğrendiğim için, şimdi o beklenen babaların artık evlerine dönemeyeceklerini ve o çocukların artık dört gözle bekledikleri babalarına sarılamayacağını bilmek üzüntümü kat be kat arttırıyor.  

Bugün anılarımın üzerine kapkara kömür tozları yağdı. Gözyaşlarım sel oldu aktı ama ne fayda. Kötü haberlerin gelmesini engelleyemedi. Her haberleri açışta biraz daha kahroldum, öfkelendim, söylendim...Yüreğimi dağladınız Soma Madencileri...Dualarım sizinle, kalbim sizinle...Keşke bir faydası olsa...

Nur içinde yatın, mekanınız cennet olsun. 




1964 yılı Soma Madeni...O zamanlar daha mı modernmiş acaba? 

DUALARIMIZ SİZLERLE...






"Yüz karası değil, kömür karası Böyle kazanılır ekmek parası" 


"Kızım okuyup hemşire olacak. Oğlan ne iş olsa yapar nasılsa. Siyah keten bir pantolon istiyordum, aldım. Bundan sonra kazancım çocuklarım için."
Bir madencinin hayatı....Okumak isteyenler için...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26412904.asp

ÇOCUK ÖLÜMLERİ Mİ DEDİNİZ ?




Bugün karşılaştığım basit ama çok şey anlatan olay son zamanlarda çocukların başına gelenlerin sadece ve sadece ailelerin ilgisizliğinden kaynaklandığının en güzel örneği idi. 

Akşam üstü okuldan eve servisle dönen kızımı almak için bahçeye inerken asansör kapısında aynı binada oturduğumuz ama tanımadığım bir hanımla karşılaştım. Ben çıktım o bindi. Çıkış kapısına doğru ilerlerken elinde topla 2-2.5 yaşlarında bir çocuk girişte duruyordu ve kadının asansöre bindiğini görünce arkasından anne diye çığlık atarak ağlamaya başladı. Ben de dönüp çocuğa "senin annen mi?" diye sordum. Çocuk kafasını sallayarak "evet" dedi. Bende dur bekle seni almaya gelecektir dedim ve çocuğun yanında beklemeye başladım çünkü girişte sadece ikimiz vardık. Beklemenin nedeni ise çocuğun yalnız olması ve bazen binaya tamire gelen kişilerin bodrum katı kullanması idi. Güvenlikli bir site ama sonuçta yalnız bir çocuk vardı ortada.

Bir süre sonra çocuk biraz sakinleşti o sırada kapıdan bir elinde çocuk arabası bir elinde cep telefonu ile konuşarak içeri bir adam girdi. Çocuk dönüp "baba" diye işaret etti. Bende dönüp annesi çıktı yalnız kaldı ağlıyordu dedim. Adam hiç umursamadan tel ile konuşarak asansöre bindi ve gitti. Neyse ki bu kez çocuğu almayı ihmal etmedi.

Bu kadar vurdum duymazlık bana çok ama çok fazla geldi. Ufacık çocuğunu, tanımadığı beni gördüğü halde asansöre binip giden kadının nasıl bir anne olduğunu ve peşinden gelen babanın da nasıl bir baba olduğu hala düşünüyorum. Acaba diyorum bir kez daha kendileri ile karşılaştığımda yaradana sığınıp çocuğu niye dünyaya getirdikleri sorsam mı kendilerine ?


Boşuna değil son zamanlarda çocuk felaketlerinin ardı arkası kesilmiyor. Küçük ama mide bulandıran bu yaşadığım dakikalar bana nedenini çok güzel anlattı. 

BÖYLE GEÇTİ KOCA BİR HAFTA....

Nasıl mı? Hepimizin ki gibi çarçabuk, göz açıp kapayıncaya kadar, bazı şeyleri yakalayamadan...Küçük mutluluklar, canımızı acıtan mutsuzluklar, yüzümüzü güldüren başarılar, astıran başarısızlıklar, şehrin dezavantajı içinde nefes nefese bir yere yetişirken veya hayatın getirdiği tüm koşuşturmacanın içinde zamanının duraklat düğmesine bir süre için basarak, şehrin avantajlarından küçük bir kafede bazen bir arkadaşım ile bazen de günlük gazeteler ve illaki vazgeçilmezlerimden biri olan kitap ekleri eşliğinde kahvemi yudumlarken soluklanarak.

Ve yeni şeyler öğrenerek, bu ülkede olan güzel şeyleri görmeye çalışarak...

Yeni şeyler öğrenerek dedim de;

Biliyorsunuz dünya edebiyatının en büyük yazarlarından büyülü gerçekçilik akımının en önemli ismi Marquez hayata veda etti. Ölümü ile birlikte benimde blogumda paylaştığım "veda mektubu" sosyal paylaşım sitelerinde patlama yaptı. Bu kadar patlama yapan veda mektubunun aslında Gabriel Garcia Marquez ile ilgisi yokmuş meğerse. Şiir Johnny Welch adında biri tarafından kuklasına yazılmış. Şiirin başlığı da "Kukla"imiş

Haberi okumak isteyenler için...

http://kitap.radikal.com.tr/Makale/sonsuz-bir-bosluk-birakarak-gitti-396060

Bu hafta gazetelerde en çok beğendiğim habere gelince...

Ben sokak müzisyenlerini, ressamlarını, çiçeklilerini çok severim. Şehrin rengidir onlar...Bana göre kesinlikle olması gereken. Şehrin kötülükleri örten, gülümseten yüzü olan...

Gündüzleri bir şirkette satış yöneticiliği yapan, geceleri ise sprey boya ile duvarlara hayvan resimleri çizen No More Lies'ın hikayesi dikkatimi çekti Hürriyet'in sayfaları arasında. Sirkeci'deki dalgakıranda yaptığı kutup ayısı iki yıldır orada duruyormuş. Bir gün özel olarak onu görmeye gideceğim.Acaba önünden daha önce geçtim de ıskaladım mı ? Yok yok mutlaka dikkatimi çekerdi...Çok uzak ta değil Karaköy, tarihi yarım ada ve Beyazıt taraflarını mekan tutmuş kendine. Güzel bir havada izini sürmeli No More Lies'ın hayvanlarının...

No More Lies'la tanışmak isteyenler için...

http://www.hurriyet.com.tr/kultur-sanat/26288644.asp

Bu hafta dikkatimi çeken yazılardan biri de Aydınlık Kitap'ta Damla Yazıcı'nın "Artık kitap dünyamız yok kitap piyasamız var" yazısı oldu. Yayıncılık piyasasını anlatıyor yazısında. "Dandik içerikler yüksek dozda görüntüyle sunuluyor, kaliteli misiniz, yoksa kalitelileştirebildiklerimizden misiniz? diye soruyor ve devam ediyor...Devamı mı? 

Haberin tümünü okumak isteyenler için...

http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/39058-qartik-kitap-dunyamiz-yok-kitap-piyasamiz-varq.html

Büyük kitap evlerine diyeceğim bir şey yok. Bana kendimi buğday ambarında gibi hissettirirler. Aç tavuk da ben oluyorum bu arada. Bir çok yazımda belirttiğim gibi saatlerce çıkmak istemem. Her ne kadar almayacaksın okuyacak o kadar kitap seni evde bekliyor diye kendimle kavga da etsem yine de dayanamam ve kendi kendime küçük bir çocuğun annesine yaptığı gibi "noooolur alıyım yaaa" :) diyerek en almadığım zaman bile elimde bir kitapla çıkarım. 

Büyüklerin yanında sahaflar ve sayıları parmakla gösterilecek kadar az da olsa küçük kitapçıları da çok severim. Onlarda bu şehrin sokaklarına arasına saklamış küçük renklerdir benim için. Mutlaka olması gereken, hiç beklemediniz anda sokağın sonunda gülümseyerek karşınıza çıkan...

İşte böyle bir kitapçı, Moda'nın 25 yıllık kitapçısı kapanma tehlikesi altında imiş. Müdavimleri arasında Buket Uzuner, İdil Biret, Cahit Kayra ve bir çok müzisyen ve yazarın bulunduğu kitapçı habere göre yükseltilen kirasını ödeyemeyeceği için yakında kapanacak. Moda'nın 25 yıllık kitapçısının kapanmaması dileği ile haberi okumak isteyenler için...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26299051.asp

İstanbul deyince artık aklıma gri bir renk geliyor. Gökyüzüne yükselen şekilsiz gökdelenler ve artık iyice yok olmaya yüz tutmuş yeşil alanlar. Kesilen ağaçların yerini alan binalar, sevimsiz AVM'ler. Neredeyse her gün bir yeşil alanın talanını duyar olduk. Nefes alacak alan kalmadı artık bu şehirde...Boğuluyorum desem yeridir.  Bu hafta gazetelere düşen bir haberde Kuzguncuk Bostanı ile ilgili idi. İlk önce ağaçları budadılar (?) sonra halkın tepsi ile bıraktılar. Neyse ki sonu tatlıya bağlandı gibi gözüyor şimdilik. Son bir emre kadar değildir umarım. Okumayanlar için haberin devamı...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26295644.asp

Çok mu uzattım bu kez? Hadi bu da son olsun. Vizyona girdiği zaman yanlış hatırlamıyorsam, haziran ayında, seyredemediğim çok uzun zamandır seyretmek istediğim filmi sonunda bu hafta yeni çıkan DVD'sini alarak seyrettim. "Rüzgarlar". Gökçeada deyince benim için akan sular durur. Çok severim o adayı. Sakin sessiz olduğu kadar hüzünlüdür Gökçeada nam-ı diyar İmroz benim için. Hüznünden gelir sessizliği, geçmişte yaşadıklarından...Kaleköy'ü, Tepeköy'ü ve boynu bükük Dereköy'ü, kekik kokulu yolları ile kalbimde her zaman ayrı bir yeri vardır. 

Filmler için ses kayıtları yapan Murat Gökçeada'da ses kayıtları yapıp fotoğraflar çekmektedir. Bu sırada adada tek başına yaşayan Madam Styliani ile karşılaşır ve onun anlattıklarını kayda alır. Madam Styliani ona kendisinin ve adanın geçmişi hakkında bilgiler verir. Ve bir gün...
Devamı filmde...Gökçeada sevdalılarına seyretmelerini tavsiye edebileceğim bir film. Bazı yerlerinde sıkılabilirsiniz özellikle Murat ile Styliani'nın torunun durup uzun süre manasızca birbirlerine baktıkları yerlerde ama yine de İmroz manzaraları için seyredilebilir. Bu arada filmin senaryo yazarlarından biri de Murat Yaykın..."Imros-Burada Yalnız Ölüm Var " kitabının yazarı ve içindeki birbirinden güzel fotoğrafları çeken ve İFSAK fotoğraf günleri kapsamında sergileyen kişi...

Bunlar oltama takılanlar mutlaka kaçırdığım güzel haberler var ama şimdilik bu kadar...










Bahar bulaştı ya hayata, ağaca, suya,
İçimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki, diren direnebilirsen.....
Yüreğim bavulunu toplamış çoktan;
Ruhum sırtlamış çantasını.....
"Uzaklar" çekiyor...

Can Dündar

23 NİSAN DERKEN....




23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN DERKEN AKLIMIN DİĞER UCUNDA ÇOCUK GELİNLERİN, ÇOCUK İŞÇİLERİN. ÇOCUK TUTUKLULARIN  VE PEDOFİLİDE AVRUPA ÜLKELERİNDE 2.SIRADA OLMAMIZIN DRAMINI YAŞIYORUM...


23 NİSAN


BUGÜNÜN ÇOCUKLARININ VE İÇİNDEKİ ÇOCUĞU HALA YAŞATABİLENLER...


 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...













Bizi gömen ya da süren toprak zehirleniyor.
Hava yok, havasızlık var.
Yağmur yok, asit yağmuru var.
Parklar yok, park yerleri var.
Eşler yok, ortaklar var.
Uluslar yerine, şirketler var.
Yurttaşlar yerine, tüketiciler var.
Şehirler yerine, yığılmalar var.
Bireyler yok, dinleyiciler var.
Gerçekler yok, reklamlar var.
Vizyonlar yok, televizyonlar var.
Bir çiçeği övmek için, “plastik gibi” deniyor.
Eduardo Galeano - Tepetaklak Tersine Dünya Okulu





"Sonra belki çay içeriz. şansımız varsa yağmur da yağar.
damlalara huzur yüklemece oynarız.
benim damlam seninkini alnından öper.
güzel şeyler olur belki.
sen gel bence..."

Lale Müldür



"Cümlelerle oynuyorum.Hayatım bundan ibaret. Bir cümle yazıyor ve sonra onunla oynuyorum. Sonra ona bakıp tekrar oynuyorum. Sonra öğle yemeği yiyorum. Sonra geri gelip bir cümle yazıyorum. Sonra çay içiyor ve yeni cümleyle oynuyorum. Sonra iki cümleyi yeniden okuyor ve her ikisiyle de oynuyorum. Sonra divanıma uzanıp düşünüyorum. Sonra kalkıp onlara yol veriyor baştan başlıyorum. Bir günlüğüne de olsa bu rutinin dışına çıksam, bir ziyan hissiyle sıkıntıdan çıldırıyorum."

Hayalet Yazar - Philip Roth   




GABRIEL GARCIA MARQUEZ...





Artık Yüzyıllık Yalnızlığın Kırmızı Pazartesi'lerinde Şili'de Gizlice Kolera Günlerinde Aşk'ı yaşayamayacağız...
Dünya Edebiyatı büyük bir yazarını kaybetti. Gabriel Garcia Marquez arkasında birbirinden güzel eserler ve milyonlarca okuyucu bırakarak bu dünyadan göç ederken dostlarına son bir kaç satırlık mektubu ile veda etti. İşte Marquez'in mektubu...

Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup, can vererek beni ödüllendirse; aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.
Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim.
Başkaları uyurken, uyanık kalmaya gayret ederdim.
Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı, nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin kendini göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenadlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek, dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım daha olsaydı…
Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım.
Yaşlılara ise, ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.
Ey insanlar sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim.
Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Yeni doğan küçük bir bebeğin babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim.
Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak.
Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim.
Mutsuz bir şekilde…
Artık ölebilir miyim?”
Gabriel Garcia Marquez

PERİLİ EVLERİN ESRARI ÇÖZÜLÜYOR MU?





Her şehrin bir perili ev hikayesi vardır. Çoğumuz çocukluğumuzda büyüklerimizden dinlemişizdir veya okumuşuzdur hikayelerini. 

Perili evlerin en önemli özelliği içlerinden gelen garip seslerdir. Tekinsizlikleri de buradan gelir. Daha da ileri gidilirse içinde yanan titrek mum ışığı ve buna eşlik eden bir takım görüntüler de söylenebilir ama en önemlisi o gizemli sestir. Özellikle geceleri evlerin önünden geçenler "sanki biri sesleniyordu ya da nefes alıyordu." diye anlatırlar bu metruk mekanları. 

Nedir bu evleri perili yapan? Nereden gelir bu sesler? Daha önce bu mekanda yaşamış ve ölümünden sonra kopamamış bir hayalet mi? Evi mesken tutmuş bir evsiz mi? Ya da....

Ya da metruk evlerin vazgeçilmezi bir baykuş mu? 





Evet perili evlerin seslerinin geceleri buraları kendilerine mekan tutmuş baykuşlardan geldiği söyleniyor.

Mesela eski binaların ve harabelerin müdavimi peçeli baykuşların çıkardığı ürpertici sesler mekanın perili olduğu hissi veriyormuş insana. Nasıl mı? İşte böyle :)

bit.ly/pecelibaykus

Biri hiiiişşşşşt mi diyor ????   

KARA KİTAP...BİR TÜRK GOTİĞİ...





Suat Derviş...Bir Türk Gotiği olarak başlıyor sunuş yazısı Suat Derviş'in Kara Kitap'ında. 

Türk edebiyatında gotiğin etkisinden bahsederek devam ediyor.

Arka kapakta ise " Hayaletler, fırtınalı geceler, ölümler, eski evler ve doğaüstü güçler...Bunların yanı başında kıskançlık, güzellik ve aşk..." satırları var. Ve bu satırları okuduğumda elimde müthiş bir gotik kitap tuttuğumu düşünüyordum. 

Kara Kitap Suat Derviş'in dört romanının bir kitapta toplanmasından oluşuyor. Kitaba adını veren Kara Kitap, Ne Bir Ses...Ne Bir Nefes... Buhran Gecesi ve son olarak Fatma'nın Günahı. 

Kitabın ilk romanı Ne Bir Ses...Ne Bir Nefes'i okumaya başladığımda 1970'lerden kalan bir Türk filmi seyrediyor gibi hissettim kendimi. Hani şu Ayhan Işık'lı filmlerden biri gibi. 

"-Sahteliğe lüzum var mı küçük?
- Haksızsın Osman
-Beni sevmediğini bilmez miyim?"

....
....

"-Zeliha ben senden aşk dilenmiyor, aşk istiyorum. Bunun farkını anlıyor musun.?
-Seni mesut edemiyor muyum Osman?
- Niçin bana alamıyormuş gibi söz söylüyorsun? Beni sevmeni istiyorum. 
- Fakat seni seviyorum Osman."

Ve diyaloglar böyle devam ediyor. Bu durum belli bir süre sonra sıkıntı vermeye başlıyor. Hele ki kitap ilerledikçe gotik bunun neresinde diye sormaya başladım kendime ama yine de okumaya devam ettim belki bir yerlerde karşıma çıkar diye. Ne Bir Ses...Ne Bir Nefes, Kara Kitap derken 3. roman Buhran Gecesi'ni okumaya başladım ama ben ilk defa Suat Derviş okumama rağmen bu hikayeyi daha önce bir yerlerde okuduğumu fark ettim. Wilkie Collins'in Beyazlı Kadın'ı Suat Derviş'in Buhran Gecesinde karşıma çıkmıştı. Bir tür esinlenme :) 

Kara Kitap beni hayal kırıklığına uğrattı doğrusu. Niye mi okudum? Kitap hakkında yazılan bir çok yazıdan sonra meraktan okudum. (Bir İngiliz atasözü merak kediyi öldürür der ) Suat Derviş'i tanımak için okudum. Bir daha okuyacağım kitapların arasında yerini alır mı?  Hayır. Tavsiye eder miyim? Yorum yok...

Kitaptan ufak bir alıntı ile  bitirmek istiyorum satırlarımı;

"Genç, güzel ve tecrübesiz kadın" diyordu. " dünya yüzünde tehlikede olmayan hiç bir güzellik yoktur. Çünkü insanların malik olduğu en güzel ve en kıymetli şeyleri iblisin kan ve hasetleri kovalar."


KARA KİTAP        SUAT DERVİŞ        İTHAKİ YAYINLARI

ELFIE...

Son zamanlarda sosyal paylaşım sitelerinin yeni modası Selfie...İnsanlar yakından çekilmiş pörtlemiş gözlerle fotoğraflarını paylaşıyorlar :) Bir selfie çılgınlığıdır gidiyor bu günlerde...

Bizde bu güzel bahar gününde Elfie yaptık...Hemde rengarenk çiçeklerle...

İşte bizim Bahar ve El-fie fotoğraflarımız....






























BAHAR






İstanbul’a bahar gelmiş
gözlüklerimi çıkardım
renkli bir gömlek giydim
gözlerime uygun
merdivenden koşarak indim
sanki okul çıkışı;
döviz büroları kalabalık
İstanbul kirlenmiş.

Bahar gelmiş kente
toz toprak
gözlüklerimi çıkardım
kör oldum.

Atilla Birkiye

(Aşk Bir Kadının Bedeniyle Başlar, Era yay. 1995)

KENTSEL İSYAN...

           Haydarpaşa'da tango, Sulukule'de roman havası ile   
    
                     İstanbul'un yok oluşuna bir çığlık...




BATAKLIĞIN KAYIP TANRILARI

"Ruth kumsal boyunca yürüyordu. Mart ayının başlarıydı ve rüzgar havada baygın bir bahar esintisi olsa da soğuk esiyordu. Yalın ayaktı ve ince deniz kabukları ayağına batıyordu.

Taş yapıtın yanındaydı. Donmuş bir deniz gibi dalgalanan kumsal önünde uzanıyordu. "Çok uzaklara kadar uzanan ıssız kumsallar"ın bu dünyada hiç kimseye kalmayacağını düşünüyordu. Denizin ve gökyüzünün sonsuzluğunda büyük ve korkunç şeyler vardı, onu korkutuyordu ama aynı zamanda heyecan da veriyordu. Biz hiçiz, diye düşündü Ruth, bu yerde biz hiçiz. Bronz Çağı insanları buraya gelmiş ve taş yapıtı inşa etmiş. Demir Çağı insanları bedenler bırakmış ve adaklar sunmuş, Modern Çağ insanları ise denizi duvarlar, köprüler ve kulelerle ehlileştirmeye çalışıyor..."



Kitabın ilk sayfalarında adli arkeoloji alanında uzmanlaşmış Kuzey Norfolk Üniversitesinde ders veren, ıssız uçsuz bucaksız Saltmarsh kıyılarındaki bir kaç ufak kulübeden birinde iki kedisi ile yaşayan kırklı yaşlarına ayak basacak olan arkeolog Ruth Galloway ile tanışıyoruz. Sakinlikten hoşlanan, 79 kg olduğu için rahatsız olan ve sürekli koyu renk kot pantolon giyen, sevgilileri ile problemi olan, nadir olarak yemek pişiren, hayatını kedileri, kitapları ve mesleği arasında kurmuş bir arkeolog. Ruth'un bu sakin hayatı bir sabah dedektif Nelson'un kapısını çalması ile değişiyor. Nelson bir cinayet için Ruth'un kendilerine yardım etmesini ister. Ruth Taş yapıtta bulunan bir çocuk ceseti için araştırma yapacaktır. Üstelik bu ilk değildir. Ruth bir anda kendini birbirleri ile ilişkili olduğu düşünülen çocuk kaçırılma olayları içinde bulur. Bu olaylar antik dönemlere ait bazı mistik inanışlarla bağlantılı mıdır? O dönemlerden günümüze uzanan tanrılara kurban adama olayı mı yoksa sıradan cinayetler midir? Tüm sırlar kitabın sonunda teker teker gün ışığına çıkarken Ruth'un çevresindeki insanlarında sırları ortaya çıkar. 

Elly Griffiths'in kaleminden çıkmış Bataklığın Kayıp Tanrıları. Çocukken tatillerini geçirdiği Norfolk sahilleri ve o bölgenin efsaneleri esin kaynağı olmuş romanına. Arkeolojiye ilgisi ise arkeolog olan eşinden kaynaklanıyormuş. 

Arkeolojiye ve polisiyeye ilgisi olanların zevkle okuyabileceği bir kitap. Sıkmadan tam dozunda...Elinizden bırakmak istemeyeceksiniz...

BATAKLIĞIN KAYIP TANRILARI  ELLY GRIFFITHS  MARTI YAYINLARI ÇEV: ÖZLEM DAĞ



LINE İLE ÖZGÜRCE KONUŞUN

LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor!
Yoğun iş temposu, şehirleşme ve hızlanan yaşam bizleri dijital dünyada sosyalleşmeye yöneltiyor. Bu alanda bilindik sosyal medya kanallarının yanı sıra ücretsiz mesajlaşma, ücretsiz sesli ve görüntülü arama gibi birçok hizmeti bir arada sunan mobil mesajlaşma platformları da öne çıkıyor. Aile bireylerinden arkadaşlara kadar hayatımızdaki herkesle her an paylaşımda bulunduğumuz bu platformlarda kullanıcıların dikkat ettiği en önemli özelliklerden biri de güvenlik sistemleri. Bu anlamda rakiplerinden ayrılan LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor. LINE’ın iç denetim yönetimi alanında üç uluslararası sertifikaya (SOC2, SOC3 ve SysTrust) sahip olan ilk mobil mesajlaşma uygulaması olması da güvenlik standartlarına verdikleri önemin bir kanıtı niteliğinde.
Telefon Numaranızı Gizli Tutun
LINE’da kendinize özel bir ID belirleyerek telefon numaranızı kimselere vermeden iletişim kurabilirsiniz. Sizi LINE ID’nizi kullanarak ekleyen kişiler telefon numaranızı göremezler. LINE ID’nizi belirlemek için Diğer/Daha Fazlası > Ayarlar > Profil menüsünü kullanabilirsiniz.
Telefon numaranıza sahip kişilerin LINE arkadaşları listesine otomatik olarak eklenmek istemiyorsanız “Başkalarının Eklemesine İzin Ver” seçeneğini kapatabilirsiniz. Böylece sizi sadece LINE ID’nizi paylaştığınız kişiler ekleyebilir.

Tanımadığınız Kişilerin Sizi Rahatsız Etmesine Engel Olun
Anlık mesajlaşma uygulamaları kullananların korkulu rüyalarından birisi de yanlışlıkla alakasız bir mesajlaşma grubuna eklenmektir. LINE’da tanımadığınız kişilerin bulunduğu bir grup sohbetine davet edildiğinizde grupta bulunan kişiler telefon numaranızı göremiyor.
Tanımadığınız bir kişi size mesaj attığında LINE otomatik olarak  “Ekle”, “Engelle” ve “Şikâyet et” seçeneklerini sunuyor. Eğer size mesaj gönderen kişiyi tanımıyorsanız kolayca engelleyebiliyorsunuz.

Telefonunuz Yanınızda Olmasa Da Mesajlarınızı Koruyun
Yazışmalarınızı meraklı gözlerden korumak için LINE’a şifre koyabiliyorsunuz. Diğer/Daha fazlası > Ayarlar > Gizlilik ayarlarından “Şifre Kilidi”ni kullanarak LINE’ın her açılışta şifre sormasını sağlayabiliyorsunuz.

Ayrıca “Sohbet Odası Ayarları”ndan tüm sohbet geçmişinizi ve sohbetler içerisinde paylaştığınız tüm dosyaları tamamen silebiliyorsunuz.
Bir arkadaşınız LINE’dan size mesaj yazdığında bildirimin ekranda mesaj okunacak şekilde belirip belirmemesi ile ilgili ayarlarınızı da istediğiniz gibi düzenleyebiliyorsunuz. Bildirim ayarlarında yer alan “Önizleme göster” seçeneğini kapattığınızda, yeni bir mesaj geldiğinde ekranda gelen mesaj yerine “Bir mesajınız var!” yazısı görünüyor.

Paylaşımlarınızı Gizleyin
LINE’ı rakiplerinden ayıran bir diğer özelliği de ileti, fotoğraf, video, bağlantı gibi paylaşımların yapılabildiği, sosyal medya yapısına sahip Timeline ve Home özellikleri. LINE’daki Timeline ve Home hareketlerinizi yalnızca arkadaşlarınız görebiliyor. Ancak burada da iletilerinizin kimler tarafından görüntülenebileceğini belirleyebiliyorsunuz.
Timeline’ınızda paylaşmak istediğiniz iletinizi hazırlarken alt menünün en sağında bulunan “Kişiler” sembolüne tıklayarak iletinizin gizlilik ayarlarını yapabilirsiniz.

Nerede, Ne Zaman İsterseniz Güvenle Konuşun, Mesajlaşın!
LINE'ı tüm akıllı telefonlarda (iPhone, Android, Windows Phone, Blackberry, Nokia), tabletlerde ve hatta bilgisayarınızda bile kullanabilirsiniz.
Kullandığınız cihaza uygun LINE indirmek için: http://line.me/tr/download
Bir boomads advertorial içeriğidir.