MUTLU İNSANLAR KİTAP OKUR VE KAHVE İÇERLER

Üstüne bir de fal kaparlar...Neyse halim o çıksın falım diye rastgele şöyle bir fincanı çevirip kenara bırakırız.

Her zaman olmasa da nadiren kitap seçimlerimde böyle oluyor. Rastgele...Kitapçının rafında görüp bazen ismine bazen de kısacık arka sayfa yazısına tav olup alıyorum. Genelde bu şekilde seçtiklerim  ülkemizde adı sanı duyulmamış yazarların eserleri oluyor. İçlerinde gerçekten okunmaya değer güzel kitaplarda çıkmıyor da değil. Kendi ülkesinde bir çok kitabı yayınlanıp Türkiye'de tek kitapla kalanlarda var içlerinde Gümüş Karası Deniz gibi..

Mutlu İnsanlar Kitap Okur ve Kahve İçerler'de isminin cezbettiği  kitaplardan biri. Bir dramla başlayıp eski fotoromanlardan fırlamış bir aşk hikayesiyle devam edip okuyucuyu ters köşeye yatırarak sonlanan bir roman.



Diane, eşi Colin ve kızı Clara'yı trajik bir trafik kazasında kaybettikten sonra hayata küser. Kendini toparlamak için işletmekte olduğu Mutlu İnsanlar adlı kitap-kafesini arkadaşına emanet ederek İrlanda'nın bir köyüne gider. Orada bir ailenin kır evini kiralar. Komşusu ve aynı zamanda ailenin yeğeni olan Edward'la tanışır. Edward ve Diane ilk başlarda birbirlerinden hiç hoşlanmasalar da daha sonra aralarında bir yakınlaşma olur. İlk başlarda Diane'ı sürekli aşağılayan kaba saba Edward eşini ve çocuğunu kazada kaybettiğini öğrenince bir anda Diane'a karşı değişir. Aralarında aşk kıvılcımları canlanmaya başladığı sırada Edward'ın eski kız arkadaşı Megan ortaya çıkar. Her ne kadar Edward Megan'a yüz vermez ve Diane'la bir hayat kurmak istediğini söylese de Diane yol ayrıma gelmiştir ve bir seçim yapmak zorundadır. Kitabın sonunu tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum.

Kitap yazma süreci çok zor ve sancılı bir süreç bunu kabul ediyorum ama bu kitabı bizlerden biri yazsaydı basarlar mıydı diye düşünmeden edemedim doğrusu.

Eğer raflarda görüp benim gibi merak edip okumak isterseniz vakit kaybı derim.

Keyifle okuyacağınız ümitle açılıp kazançla kapanan kitaplarınız olsun...📖📖🍵🍵



ESKİLERDEN BİR KUPLE...

Koşturmayla geçen koskoca bir haftadan sonra isli puslu soğuk bir hafta sonu bana hediye gibi geldi doğrusu. Cumadan aldığım kitap ekleri, halen okumakta olduğum kitap ve zaman zaman açıp karıştırdığım eskiler biraz da olsa dinlenmemi sağladı. Araya bir iki film de sıkıştırmakta fena olmadı doğrusu. Film demişken halen izlemediyseniz Arif V 216 i tavsiye edebilirim...

Eski kitaplar derken yazın okuduğum Sputnik Sevgilim'i elime aldım tekrar. Haruki Murakami'nin Japonya'dan Yunan adasına uzanan romanı.

Sahilde Kafka, Sputnik Sevgilim, Karanlıktan Sonra ve İmkansızın Şarkısı...Hepsi birbirinden güzel ve zevkle okuduğum romanları yazarın. Müzik, kediler, hayal ve gerçek arasında gidip gelmeler, doğaüstü olaylar, karakterleri özellikle de kadın karakterleriyle Murakami'nin kütüphanemde ayrı bir yeri var. Sırada da okumadığım kitapları..

Sputnik Sevgilim'den çok sevdiğim iki paragrafı paylaşarak çok güzel bir hafta diliyorum hepinize...



"Biliyor musun, kafamın içi yazmak istediklerimle dolu. akıl almaz büyüklükte bir ambar orası" demişti Sumire. "Bir sürü imge, manzara, parça parça sözcükler, insan suretleri ...hepsi beynimin içinde göz kamaştırıcı bir şekilde parlıyorlar, capcanlılar. Bana "Yaz hadi!" diye bağırdıklarını duyup, oradan mükemmel bir hikaye çıkacak diye düşünüyorum. Yeni bir yere gidiyormuş duygusuna kapılıyorum. Ama masa başına geçip yazmaya kalkışınca önemli bir şeylerin yitip gittiğini anlıyorum. Kristalleşemiyorlar sanki, çakıl taşları gibi öylece kalakalıyorlar. Ve ben de hiç bir yere gidemiyorum."

"Güçlenmenin kendisi kötü bir şey değil. Elbette değil. ama bugün düşündüğümde, güçlü biri olmaya kendimi o kadar alıştırmışım ki zayıf insanları anlamaya çalışmıyordum. Şanslı olmaya fazlasıyla alışmıştım, bazen karşılaştığım talihsiz insanları anlamaya gayret etmiyordum. Sağlıklı olmaya o kadar alışmıştım ki, hasta insanların acılarını anlamaya çalışmıyordum. Bir şeyler kötü gidince sıkıntıya düşen, olanlar karşısında aklı başından giden insanları görünce, bu durumun sadece onların yeterince gayret göstermemelerinden kaynaklandığına inanıyordum.Dillerinde yakınma eksik olmayan insanların, temelde tembel olduklarını düşünüyordum. O günlerde hayat görüşüm katı ve pratikti, sıcak insani duygulardan yoksundu. Ve bu durum konusunda beni uyaran tek bir kişi yoktu etrafımda."

Eğer okumadıysanız Sputnik Sevgilim'i tavsiye edebilirim. 📖☕💙 Şu kış günlerinde yazı özleyenler için bire bir...Tozlu, sıcak rüzgarın estiği bir limandan feribota binip gökyüzünde yıldızların parladığı ahşap panjurlu beyaz evlerin, üzüm bağlarının arasında dolaşmak için iyi bir fırsat :)



GÜMÜŞ KARASI DENİZ

Hani derler ya bir kitap okudum hayatım değişti. Ben bu söze hiç inanmadım. Bugüne kadar yüzlerce kitap okudum ama hayatımı değiştiren olmadı. Güldüren hüzünlendiren düşündüren niceleri geçti elimden.. Bitsin diye çabucak okuduklarım bitmesin diye elimde süründürdüklerim.. Sıkılıp ortasında bıraktığım ya bir ya da iki kitap vardır. Her ne kadar uyuşamasamda  kendimi zorlayıp bitirmeye çalışırım. Genelde kitapçılardan alışveriş ederim nadiren internetten. Kitap alışverişi bile bir ritüeldir benim için. Raftan alınacak sayfaları usulca açılacak ve kahramanları ile tanışılacak.

Ve sahaflar.. Bence sadece eski kitap satıcılarının ötesidir onlar. Bir tür anı dükkanlarıdır. Okunmuş kitabın sayfaları aslında çok şey anlatır.Bazen Yazarından imzalı bir değerdir bazen sevgiliye hediye edilmiş bir dünyadır.





Gümüş Karası Deniz, 2018 in bana ilk hediyesi diye düşünüyorum. Böylesine güzel bir hediye ile başlayan yepyeni bir senenin hepimize güzellikler getirmesini diliyorum. Sahafın tezgahında tesadüfen görüp sayfalarını ayak üstü karıştırdığım, evde okunacak bir sürü kitap varken hiç tanımadığım bir yazarın sadece adı ve açıklaması ilgimi çektiği için alıp diğerlerini daha sonraya bırakıp başladığım ruhumun derinliklerine işleyen şiirsel yazımıyla bir ada hikayesi. Belki de o beni buldu kim bilir? 

Bu sabah Caffe Nero da mis gibi kahve ve  klasik müzik eşliğinde ada insanları ile buluşmanın güzelliğini paylaşmak istedim. Adaları ve ada hikayelerini sevenlere tavsiye ederim. 

Güzel bir hafta dileklerimle...

Günaydın

Yeni bir yıla günaydın..

Bu yılda tüm isteklerinizin gerçekleşmesi dileği ile çok sevdiğim bir yazıyı sizlerle paylaşarak 2018 e başlamak istiyorum.. Önce sağlık sonra mutluluk ve huzur diliyorum yeni yıldan..


"Gürültü, patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma, içten ol. Telaşsız kısa açık ve seçik konuş. Başkalarına da kulak ver; aptal ve cahil olduklarında bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planların değil başarılarının da tadını çıkar. İşin ne kadar küçük olursa olsun onunla ilgilen hayattaki dayanağın odur.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zaman kalmaz. Ve unutma ki: insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri sonsuz uzunluktaki bir kumsalda tek bir kum taneciğinden fazla değildir.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et, ilkin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı ülküler o kadar değerlidir ki o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatıla ki evreni yargılamak imkânsızdır. Bu yüzden kavgalarını sürdürürken bile kendinle barışık içinde ol.
Hatırlamazsın doğduğun zamanları, sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki herkes ağlasın sen öldüğünde. Mutlulukla gülümse sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya insanoğlunun biricik güzel mekânıdır."

BEYOĞLU RAPSODİSİ

2017 yi Ahmet Ümit ile kapatıyorum. Henüz üç gün var bitmesine, belki araya ufak bir kitap daha girebilir ama şimdilik Beyoğlu Rapsodisi bu yılın son kitabı oldu diyorum.

Yolları Galatasaray Lisesinde kesiştiği günden beri hiç ayrılmayan üç arkadaşın hikayesi ile başlıyor Beyoğlu Rapsodisi. Kenan, Selim ve Nihat..

Kenan grubun müzmin bekarı. Hukuk fakültesini bitirmesine rağmen mesleğini bir kenara bırakıp babasından kalan sigorta acenteliğini devam ettiren uçarı, yaşamayı bilen bir karakter.

Selim liseden sonra çok istediği mimarlık eğitimini almış fakat babasının isteği üzerine tekstil işine girerek AZYA adında ünlü bir moda markası yaratmış. Evli ve bir çocuk babası..

Nihat ise iş hayatına Cumhuriyet Gazetesinde foto muhabiri olarak başlayıp Beyoğlu Aslıhan'da sahaf olarak devam eden ve sürekli kavga çıkaran eşiyle evliliğini yürütmeye çalışan ayrı bir karakter.




Orta yaşlarını süren bu üç adamdan Kenan'ın geçirdiği uçak kazasının sonunda ölümsüzlüğe kafasını takmasıyla ve Nihat'ın Beyoğlu Cinayetleri adlı bir fotoğraf sergisi açma isteğinin bir araya gelmesiyle hikaye başlıyor.

Beyoğlu Cinayetleri sergisi hazırlıklarında işlenmiş olan bir cinayetin peşinden giden arkadaşları sürpriz bir son beklemektedir. Hatta bu son yıllardır süren kadim dostluklarını bile derinden etkileyecektir...

Bugüne kadar okuduğum 4 veya 5. Ahmet Ümit kitabıydı Beyoğlu Rapsodisi. Kitap 2003 yılında basılmış. Belki bir çoğunuz okumuşsunuzdur. Ben 66. baskısını okudum. Oldukça geç diyebilirim :) Henüz okumayanlara tavsiye edebilirim ama okurken dikkatimi çeken noktaları da paylaşmadan geçmeyeceğim.

Öncelikle şunu yazmalıyım ki Beyoğlu mekanlarını çok güzel yansıtmış. Sokaklar, kafeler, binaları vs ama tarihe gelince aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu noktada yazar okuyucuyu karşısına alıp tarih dersi veriyormuş gibi anlatıyor. Bu tür yazım tarzını çok fazla sevmiyorum bir okuyucu olarak. Bir ya da iki sayfa tarih anlatılmasından çok hikayeye dağıtılarak anlatılması daha çok hoşuma gidiyor okuduğum romanlarda. Ama tabii bu benim düşüncem kişiden kişiye değişir. Zevkler ve renkler meselesi..

İkinci bir konu ise kitaptaki imla yanlışları..İnanılmaz derecede neredeyse iki-üç sayfada bir imla yanlışları vardı bu da okumanın zevkini kaçırttı. Everest gibi iyi bir yayınevi nasıl böyle bir hata yapmış anlayabilmiş değilim.

Konusuyla, yazım tarzıyla kolay okunan bir kitap.

Keyifli okumalar dileklerimle 📖









Ben burayı seviyorum.

Sabahları pencereyi açtığımda gelen deniz kokusunu, akşam kapatırken esen deli rüzgarı..

Yağmurun toprakla kavuşmasını..Kıyıya vuran deniz kabuklarını, çürümüş tahtaları..

Bir sürü iş var yapılacak..Sorunlar da yok değil..

Şu içeriye vuran güneş ışığı var ya..Silip süpürüyor hepsini.

Sonrası..

Bir keyif kahvesinin telvelerindeki iki güzel satır..

Derin bir nefes ve yaşama şükretmek...


MİNİ MİNİ KİTAPLAR

Evden dışarı çıkarken çantama ilk kitabımı atarım. Otobüs, vapur, metro hiç fark etmez kaldığım yerden devam ederim okumaya. Uzun bir günün ardından, dönüş yolunda yorgunluk yavaş yavaş çökmeye başladığında, çantamda o kitap gülle gibi ağırlaştıkça ağırlaşır omzum sızlamaya başlar.

E-Kitap buna çözüm diyenler çıkabilir okuyucularım arasında ama ben alışamadım bir türlü şu e-kitaba. Çok büyük avantajlarının olduğu göz ardı edilemez. Haklı olarak çevreciler tarafından tam destek görmesinde ağaçlar açısından ben de hemfikirim ama kitaba gelene kadar ağaçları yok eden o kadar olumsuz unsur varken kitabın onların içinde ufacık  kum tanesi kaldığına inanıyorum.
O sayfaları o dokuyu hissetmem lazım okurken. Biraz klasik oldu..Oldukça klasik ama öyleyim..



Can Yayınlarının mini kitapları benim gibi kitapsız çıkmam diyen kitap kurtlarının omuz sızılarına çare bulmuş gibi. 2015 yılından beri yayınladığı mini kitapları hem çantada hem de cepte kolaylıkla taşınabilecek türde. Yazı karakteri ve kitapların içerikleri normal kitaplarla aynı. Kısaltılma yok.

En çok satan kitaplarını mini kitap formatında piyasaya sürmüş yayınevi. İçlerinde Simyacı, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, Şeker Portakalı, Suç ve Ceza, Zorba, Koku, Satranç, Otuz Beş Yaş gibi okuyucusunun kalbini fethetmiş eserler var.

Yeni kitaplarında mini formatını yayımlarsa çok iyi olur diyorum. Hem kütüphanelerde koyacak daha rahat yer bulunur hem de omuz ağrılarına çare :) 📖

Sizce de öyle mi? Ne dersiniz ?

Sevgiyle ve mutlulukla kalın 💖


SAHİLDE KAFKA





"Kehanet, karanlık bir su gibi hep oradadır."

Kafka Tamura annesi ve ablası tarafından yıllar önce terk edilmiş bir gençtir. On beş yaşına girdiği gün heykeltıraş babasıyla birlikte yaşadığı sıkıcı evini terk ederek Şikoku'ya gider. Babasının söylediği kehanete göre büyüdüğünde babasını öldürecek anne ve ablası ile yatacaktır. Evden kaçma nedeni yaşanacak neyse yaşamak ve bir an önce bu kehanetten kurtulmaktır. Bir süreliğine kalacak yerini ayarladıktan sonra günlerini Komura ailesine ait olan özel kütüphanede geçirmeye başlar.

Kütüphane Komura ailesi ile akrabalığı olan Saeki Hanım tarafından yönetilmektedir. Daha sonraları Tamura'ya evini açacak olan eşcinsel Oşima ise onun sekreterliğini üstlenmiştir.

"Kitapları elime aldığımda, sayfaların arasından eski çağların kokusu yükseliyordu. İki kapak arasındaki uzun huzurlu uykusundan uyanan derin bilgiyle ve keskin duygularla yüklü, kendine özgü bir koku."

Kafka Tamura'nın yaşadıklarına paralel olarak neredeyse her sözüne bendeniz Nakata diye başlayan yaşlı kedi dostu Nakata ile tanışıyoruz kitabın ilk sayfalarında.

Nakata İkinci Dünya Savaşı sırasında öğrenim gördüğü okulda sınıf arkadaşları ve öğretmeni ile gittikleri bir piknikte yaşadığı kötü bir deneyim sonucu uzun süre komada kalmış kendine geldiğinde ise hafızası silinmiş okuma yazma gibi yetilerini yitirmiş ama kaybettiklerinin yerine kedilerle konuşma, gökten sülük ve balık yağdırma gibi yeteneklere sahip olmuştur.

Nakata Johnnie Walker adında kedilere eziyet eden bir adamı öldürmüş ve Hoşino adlı yardımsever genç bir tır sürücünün sayesinde Şikoku'ya gelmiştir. İkilinin yolu günün birinde Komura Kütüphanesine düşer ve Saeki Hanımla karşılaşırlar.

Bu yolculuğunda Kafka Tamura'ya "Kafanı kullanarak düşün. Ne yapman gerektiğini düşün." diye zaman zaman yol gösteren Karga adlı delikanlı vardır. Tamura'nın iç sesidir Karga.

Kitabın başında "Daha yolun başındasın, iç karartıcı şeyleri sayıp dökmenin manası yok. Artık kararını verdin. Geriye gerçekleştirilmesi kalıyor. Sonuçta senin hayatın. İstediğin gibi yaşa." diyerek ona özgürlüğün kapısını aralar Karga. Sonunda da "İyi de lanet bozuldu mu dersin?" diye sorgular.

Satırlar arasına karışan Johnnie Walker, Albay Sanders gibi yan karakterlerle 653 sayfa su gibi gidiyor.

Karga'nın "Uyusan iyi olur, gözlerini açtığında yeni bir dünyanın parçası olacaksın." sözleri ile roman sonlanıyor.

Her zaman yaptığım gibi fazla detaya girmeden anlatmaya çalıştım Sahilde Kafka'yı. Eğer hala okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Kafka Tamura'nın, Saeki Hanımın, Nakata'nın dünyasına girmeye değer...

Sevgiyle kalın...

SAHİLDE KAFKA    HARUKİ MURAKAMİ    HÜSEYİN CAN ERKİN çevirisi   DOĞAN KİTAP













SIĞINAK

Dünde aynı başlığı atıp konuyu başka adalarda gezdirmiştim. Bu kez yine adadayız. İrlanda Denizinin ortasında Man Adasında.

Kısa bir süre önce ablası Laura'yı şüpheli bir ölüm sonucunda kaybeden Rob Hale geçirdiği bir motosiklet kazası sonucu gözlerini hastanede açar. Kendine gelir gelmez kaza anında yanında bulunan Lena adlı kadını sorar ama polis kaza yerinde ondan başka kimsenin olmadığını söyler. Polise Lena'nın eşkalini tarif eder. Genç kadın ablası Laura'ya çok benzemektedir. Rob kaza sonrası yaşadığı travmadan dolayı mı böyle birini hayal etmiş yoksa gerçekten kaza mahallinde Lena var mıdır?


Henüz bu sorunun cevabı bulunamadan Laura'nın ölümünü araştırmak üzere Londra'dan bir dedektif gelir. Rebecca Lewis ...Rob bu dedektifle birlikte ablasının ölümünü araştırırken ipuçları onları bir yandan da Lena'ya götürecektir.

Herkesin birbirini tanıdığı ufacık adada araştırmalar devam ettikçe devreye çevreci aktivistler, petrol baronları da girer. Rob ve Rebecca'nın tüm bunlara karşı savaşmaktan başka çareleri yoktur.

Chris Ewan'ın Türkiye'de yayınlanan ilk kitabı Sığınak. Kurgusunu çok beğendim. Bazı kitaplar bir noktadan sonra kopar gider ama bu baştan sona okuyucu merakta bırakıyor. Jean-Christophe Garangé, S.J Bolton gibi yeni kitabını beklediğim polisiye gerilim yazarları vardır..Onların arasına girmeye aday gibi ilk kitabı ile..

Ewan'ın şu sıralar yeni kitabı Long Time Lost yayınlanmış. Beklemekteyiz...

İyi bir polisiye okumak isteyenlere tavsiye ederim...



SIĞINAK     CHRIS EWAN         NİL KARACA çevirisi    PEGASUS YAYINLARI

SIĞINAK

Okuduğum bir öykü veya roman adada geçiyorsa daha zevkle okuyorum nedense. Adada geçen filmleri de keza daha büyük zevkle izliyorum.

Ada deyince aklıma ilk  Virginia Woolf'un Deniz Feneri gelir. Ramsay ailesi ve adanın açıklarında deniz fenerine yapacakları gezi..

Sonra Johanne Harris'in Kıyıdakiler kitabı..Büyükbabasının yıllarca yaşadığı ada hayatından esinlenerek Fransa kıyılarında kendinin kurguladığı Le Devin adasında geçer..Bir röportajında Le Devin adasını ben hayal ettim ama bölgenin haritasını açtığımda onu görmek istiyorum der.


D.H Lawrence'ın Adaları Seven Adamı, Christian Signol'un Büyük Ada'sı, Marguerite Duras'ın Yann Andrea Steiner adlı eserindeki adası, S.J Bolton'un Shetland adalarını mekan tuttuğu Kurban'ı çok severek okuduğum kitaplardır..

Hep yabancı yazarlar demeyin sakın.. Ada olur da Yaşar Kemal Bir Ada Hikayesi dörtlemesi es geçilebilir mi?

Ya da Vedat Türkali'nin Mavi Karanlığı nasıl atlanır...

Bilge Karasu Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı..

Feryal Orhon Basık'ın çok severek okuduğum Ada Öyküleri kitabı..

Bodrum aşığı Cevat Şakir..

Son olarak Türk edebiyatına damgasını vurmuş üç önemli adalı yazar...Heybeliada'dan Aziz Nesin ve Hüseyin Rahmi Gürpınar ile Burgazada'dan Sait Faik Abasıyanık'ın deniz kokan, tarih kokan, insan kokan eserleri...

Ne yazacaktım neler yazdım :) Yazıya başlama amacım çok severek okuduğum Chris Ewan'ın Sığınak adlı eserini sizlerle paylaşmaktı. Başlığı bile yazdım..Bir anda üşüşüverdi ada hikayeleri..Peri tozu misali yayılıverdiler sayfama..Şimdilik ona sıra gelmedi..Bir daha ki sefere diyelim..Roman nerede mi geçiyor ? Tabii ki adada 😉😉









ŞEHRİN KOKUSU

Geçmişten günümüze birbirine karışan büyülü bir kokusu vardır İstanbul'un..

Bir yandan deniz kokusu, diğer yandan yağmur kokusu öbür taraftan sokaklardan süzülüp gelen yemek kokuları sarıp sarmalar ortalığı.

Bazen de egzoz kokusu lağım kokusuna karışır ve bir inşaattan gelen toz kokusu da üstüne tuz biber olur.

Her semtin farklı kokusu vardır kendine göre...

Bazı sabahlar gittiğim Galata'nın kokusunu çok severim mesela..Güneş ışınları birbirine yaslanmış binaların aralarından arnavut kaldırımlı sokağa düşer. Burnuma geçmişe karışmış nem kokusu gelir..

"Yemek oldu haydi eve" diye seslenen annenin yaptığı yemeğin kokusu da vardır, Balkondan sallandırılan çamaşırların beyaz sabun kokusu da, Eleni Hanımın parfümünün kokusu da...

Marmara'nın iyot kokusu köşebaşındaki dönerin kokusuna karışır...Eminönü'ndeki balıkçı da eklenir onlara...

Hele ki kahvecinin önünden geçmeye görün..O kışkırtıcı kahve kokusu alır götürür insanı kırk yıllık hatırı olan anılara..Belki kaybettiğiniz bir yakınınız belki de uzun süre görmediğiniz bir arkadaşınız burnunuzda tütmeye başlar bir anda...☕🍵

Ya çingenelerin tezgahlarında rengarenk çiçeklerden yükselen kokulara ne demeli? Fulyasından karanfiline en misi 🌼🌹🌺 Sayıları gittikçe azalsa da mimozaları da unutmamak lazım...

İstanbul...Bir renk mozaiği..Bir koku demeti...