Hayat kısa diyor film. 
bir şaire aşık olmalı 
bir de daktilo almalı
Sonra belki çay içeriz. 
şansımız varsa yağmur da yağar.

Lale Müldür

BÜYÜK TEZATLIK...






Bugün Beyoğlu St. Antoine Kilisesinin önünde yakaladığım bu an hayatın tezatlığını gözler önüne sermiyor mu?

GAZETELER VE ÇOCUK










Geceleyin sinema kapılarında,
Belki bir milyondan fazla çıplak
Çocuk gazete satardı.
Bazen havadisler kötüydü,
Bazen eeh şöyle böyle,
Fakat çocuklar en çok
"Cinayeti yazıyor!" diye
Bağırmayı seviyorlardı.
Üç kuruş verip gazete almaktansa,
Paltomun yakalarını kaldırır,
Fukara mahallesindeki cinayeti
düşünürdüm.
Sait Faik Abasıyanık

ŞEHİRDEN KAÇMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ...
























Ne güzel insanlar vardı eskiden. 

Çocukluğumuzu kaplamışlardı. 

Bize masal anlatırlardı 
Cinlerden, perilerden. 
Büyük anneler, büyük babalar vardı. 

O zaman hepsi uzaktı ölümden. 
Hem sevdirir hem korkuturlardı. 
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı. 

Demek bunun için gittiler hikâyelerden. 

Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Özdemir Asaf



"Saray mimarlarının Vefa'da bir kütüphanesi vardı. Yıllar içinde orayı da pek çok kez ziyaret edecekti Cihan. Ama Simeon'un köhne evinde; mürekkep kağıt, tirşe, balmumu ve ekmek kokularıyla sarılı halde, bir kitaba burnunu gömerek herkesi ve her şeyi unutmanın, unutabilmenin verdiği hazzı hiçbir şeyden alamayacaktı. Aşk gibiydi okumak da...Neden, nasıl müptelası olduğunu, bilen zaten gayet iyi bilirdi; bilmeyene de anlatamazdın bir türlü."

Ustam ve Ben - Elif Şafak-

KİTAPLAR AŞKINA



Yine ara verdim yazmaya...Sonbaharın gelmesi ile birlikte daha önce gözüme kestirdiğim atölye çalışmalarına başladım. Bir yandan elimdeki kitapları bitirmeye çalışıyorum diğer yandan günlük işlerin koşturmacası derken hayat akıp gidiyor bir bakmışım akşam olmuş. Sonra sabah sonra tekrar gece düşmüş şehre.

Arada ufak öyküler çıkartıyorum hayata dair. Bir kenarda duruyorlar, daha sonra, belki bir dergiye gönderilmek üzere belki de sonsuza kadar dosyada saklanmak üzere. Aklıma estiğince...

Bu aralar kitapçılardan kaçar oldum. Elimde henüz başlayamadığım kitaplar varken yenilerini eklemek istemiyorum ama arada yine de kaçaklar oluyor arada Alice Munro "Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik" gibi...

Kitaplar, arkadaşlık, flört demişken yeni bitirdiğim Kitaplar Aşkına'dan bahsetmek istiyorum biraz.

Herkesin anlatacak bir hikayesi vardır yazıyor kapağın üstünde...Evet, hepimizin kendimize göre hikayeleri var anlatacak. Kitaplar Aşkına ise ufak bir kasabada ki insanların sımsıcak hikayesini anlatıyor. Kütüphanelerinin yok olmaması için savaş veren bir avuç Cherico'lunun hayatına ortak ediyor yazar Ashton Lee okuyucularını. Konu rant olunca aslında hiçte yabancı değiliz günümüz Türkiye'sinde ve belli ki dünyanın bir çok ülkesinde yaşananlara. Konu bir kütüphanenin kurtarılması olsa idi burada da böyle mücadele verecek insanlar çıkar mıydı diye soruyorum kendi kendime. Evet çıkardı tabii ki diyorum Gezi'ye bir selam göndererek.

Kitaplar Dozerlere Karşı başlığı ile başlıyor ilk bölüm. Belediye Başkanı Durden Sparks
Kütüphane müdürü Maura Beth Mayhew'e 6 yıldır çok severek çalıştığı kütüphanesinin yerine Cherico Endüstri Parkı'nın yapılacağını söylüyor. Gerekçe olarak, kütüphaneye kimsenin gitmediğini ve artık kendileri için yük olmaya başladığını gösteriyor ama yine de alaycı bir şekilde projeye karşı çıkan Maura Barth'e durumu tersine çevirebilmesi için henüz vaktinin olduğunu belirtiyor.

Maura Beth kütüphanesini kurtarabilmek için çareler düşünmeye başlıyor. Arkadaşlarının da yardımı ile kitap kulübü kurmaya karar veriyorlar. Herkes elinden geldiğince bir şeylerin ucundan tutarak kitap kulübünü hayata geçiriyorlar. Adını da Kirazlı Kola Kitap Kulübü koyuyorlar. Ayın belirli günlerinde toplanıp okudukları kitapları tartışırken aralarında yaşadıkları aşklara, kıskançlıklara, dostluklara, sevinçlere, üzüntülere ve başarılara ortak ediyorlar okuyucularını. Bizlerin hayatına da ufak dokunuşlar yapıyorlar satırlar arasında. Dedim ya, insanın içini ısıtan bazen yüreğini eriten sımsıcak bir kitap Kitaplar Aşkına.

Okurken yazarını bildiğim halde bir kadının kaleminden çıkmış olabileceği hissine kapıldım ilk defa. Nedense bana bir erkek tarafından yazılmış gibi gelmedi. Daha çok kadın karakterlerin baskın olduğu romanda karşı cinsin birbirleri ile ilişkisini başarı ile anlatmış Ashton Lee. Ya çok iyi bir gözlemci ya da kitabın arkasında bir hayalet yazar var diye düşünmeden  edemedim.

Ve her zaman olduğu gibi kitaptan ufak bir tadımlıkla burada bitiriyorum....

"Bazen tüm bu anlık elektronik hazlarla kitapların gelecekteki iletişimlerinin nasıl olacağını merak etmeden kendimi alamıyorum," diye ekledi Maura Beth. "Bazı okuyucular kitapları fiziki olarak ellerinde tutmayı, bu kitapları raflara koyup ileride kültürel miras olarak çocuklarına bırakmayı istiyorlar. Tabii bir de kitapların lehine olacak bir senaryo var."

"Bana biraz anlatsana bunu."

"Uygarlıklar dağılsa ve teknoloji namına hiçbir şey kalmasa da insanlar yine de çimenlere uzanıp atıştırmalıkları eşliğinde güzel bir kitabın tadını çıkarabilirler."

Şimdi sıra bende; belki çimenlere uzanıp atıştırmalık eşliğinde değil ama koltuğuma gömülüp bir fincan kahve eşliğinde kitap keyfi yapma zamanım geldi de geçiyor bile...



KİTAPLAR AŞKINA        ASHTON LEE          EKSİK PARÇA YAYINLARI

YAZMAK...



“Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın... Gecelerinizin en sessiz saatinde kendinize şu soruyu yöneltin: İlle de yazmam gerekiyor mu?.. Sorduğunuz sorunun karşısına ‘Evet, yazmam gerekiyor’ gibi güçlü ve yalın bir yanıtla çıkabiliyorsanız, o zaman bu zorunluluğa göre kurun yaşamınızı; en sudan, en değersiz saatine varıncaya dek yaşamınızı bu içsel dürtünün simgesi ve kanıtı yapın.”

Rainer Maria Rilke -Genç Bir Şaire Mektuplar-

TANRILARA ADANMIŞ BEDENLER





Elly Griffiths'in ikinci romanı Tanrılara Adanmış Bedenler'de adli arkeolog Ruth Galloway bu kez kapı eşiğinde bulunan çocuk kemiklerinin peşine düşüyor. 

Victoria dönemine ait bir evin yerine yapılacak olan yeni binanın kazısı sırasında kapı eşiğinin altında bulunan kemikleri inceleyen Ruth bunların bir çocuğa ait olduğunu tespit eder. Araştırmaları derinleştikçe evin bulunduğu arazide daha önceleri Secret Heart rahibeleri tarafından yönetilen bir yetimhane olduğu ortaya çıkar. Kemikler incelemeye gönderilir. Gelen sonuç şaşırtıcıdır. Kimdir bu çocuk ? Kanlı bir ayin sonucu tanrılara adanmış bir kurban mı, yoksa cinayete kurban gitmiş bir çocuk mu?  

Arazinin sahibi Spens ailesinden Edward Spens inşaat çalışmalarına bir an önce devam edebilmek için arkeologlarla ve polisle işbirliği yapacağını, kendilerine yardım edeceğini söyler. Spens ailesi geçmişte uzun yıllar Victoria döneminden kalma bu evde yaşamış ve istedikleri her türlü bilgi babaları Sir Roderick Spens'tedir ama tarih düşkünü yaşlı adamda alzheimer başlangıcı vardır. Verebileceği bilgiler çok ta sağlıklı olmayacaktır. 

Ruth Spens ailesinin elindeki bilgileri toplarken diğer taraftan dedektif Nelson ve ekibi de yetimhanede çalışanlar hakkında araştırma yaparlar ve eski yöneticilerinden Peder Hennessey'e ulaşırlar. Peder onlara 1973 yılında yetimhaneden iki kardeşin iz bırakmadan kaybolduğunu ve o dönemde yaptıkları aramalardan hiç bir sonuç alamadıklarını anlatır. Martin ve Elizabeth Black. Çocuklar hakkında verdiği bilgilere Martin'in çok akıllı, arkeolojiye ve tarihe düşkün bir çocuk olduğunu ekler. 

Sayfalar ilerledikçe Dedektif Nelson ve Ruth Galloway olayı aydınlatmaya çalışırlar ta ki bir gün Ruth kaçırılana kadar. Bu kez Ruth'un hayatı tehlikededir. Üstelik sadece Ruth değil karnında taşıdığı Nelson'dan olan 13 haftalık bebeğinin de. Bu arada Nelson'un telefonuna gelen bir mesajda kızını öldürecekleri yazmaktadır. Nelson kızlarının peşine düşer ve olaylar hızla sona yaklaşmaya başlar. 

Sisler içindeki bir teknede ilerleyen Ruth kurtulabilecek midir? Ruth'u kaçıranla çocuğun katili aynı kişi midir? Sorular ve cevaplar çorap söküğü gibi gelir ve kitap bir solukta biter.

Bataklığın Kayıp Tanrıları ile tanıştığım Elly Griffiths'in iki kitabını da, arkeolojiye ufak dokunuşları, İngiltere'nin ufak kasabalarının tasvirleri ile, pagan ritüelleri ile, adli arkeolog kahramanı Ruth Galloway ve kaba saba dedektifi Nelson'u ile ve halen Druid geleneklerini devam ettirmeye çalışan, şamanistik hareketleri ile ve bu yüzden zanlı durumuna düşen Cathpad'i ile zevkle okudum. Güzel bir kitap okumak isteyenlere de tavsiye edebileceğim bir kitap Tanrılara Adanmış Bedenler.

Kitaptan ufak bir tadımlıkla şimdilik bu kadar diyorum :)

"Saygı ve özen öğrencilere söylediği şeyde buydu. İnsan kemikleri, ne kadar eski olursa olsunlar, bedeninize gösterdiğiniz saygıyla yaklaşmanız gereken şeylerdir. Kazı bir gün bitebilir bu yüzden hiç bir parça kayıp ya da çalınmış olmamalı. Her bir kemik korunmalı, kaydedilmeli ve kurtarılmalı."

TANRILARA ADANMIŞ BEDENLER    ELLY GRIFFITHS  MARTI YAYINLARI 






Güzel kalan yaralar vardır çünkü,
Limon kokulu yağmurlu kadınlar vardır..
Hiç unutmayan kadınlar vardır,
Limon kokulu..
Herşeye rağmen yağmur kalan kadınlar vardır..

Lale Müldür

KİTAP EVİ



Bu yaz okuma listemin en başına almıştım Enis Batur’un Kitap Evi’ni. Dragos’ta miras olarak bırakılan koskoca bir kütüphane ve envai çeşit kitap, adını sır gibi sakladığı vefat eden müvekkilinin isteği doğrultusunda onu yeni sahibine ulaştırmaya çalışan ketum avukat Rıza Bey ve neler olduğu anlamaya çalışan yazarımız… Sayfalar ilerledikçe benim okuma ritüelimi alt üst ettiler.

Genelde çok sevdiğim kitaplar çabuk bitmesin isterim. Uzattıkça uzatırım, elimde süründürdükçe süründürürüm, bitmez tükenmez çaresiz bir aşk yaşarım sonu gelmesin isteği ile. Herkesin ayrı bir okuma şekli vardır. Benim ki de böyledir işte.

Evde, gemide, uçakta, sahilde, gecenin sessizliğinde ya da şu anda olduğu gibi esen rüzgârın yaprakları birbirine kavuştururken çıkarttığı sese baykuşun geceyi bölen çığlığının karıştığı, uzaktan gelen dalgaların onlara eşlik ettiği yıldızlı gökyüzünün altında başka dünyalara, başkalarının hayatlarının içine sızmaktır benim için kitaplar ve okumak.

“Okumanın ayrılmak, içeriye çekilmek olduğunu söylememiş miydim, ılıman, korunaklı bir diyardasınızdır; karanlık, sert, ürkütücü bir yazının harfleri gözünüzden önünden akıyor olsa bile. Ondandır, ışığınızı söndürüp başınızı yastığa koyduğunuzda, sizi kuşatan gerçek dünyanın yerini daha gerçek bir dünyanın alacağını bilirsiniz. Böyle okumamışsanız hiç, siz henüz yaşamamışsınız demektir.”

Diye anlatıyor okumayı Enis Batur satırlarında. Evren bir kenarda durdu sayfalar ilerledikçe ve 132 sayfa bir çırpıda bitti. Hele ki “kitap mecnunu evrensel bir ademdir..” cümlesi ile başlayan bölümü okuyunca tamam dedim ben ve benim gibileri ne güzel anlatmış.

“Dilini hiç tanımadıkları, alfabelerini sökemedikleri ülkelere gittiklerinde bile kitabevlerine girmeden, vitrinlerini uzun uzun incelemeden yapamazlar örneğin. Gece yürüyüşlerine çıktıklarında ışığı yanan bir pencerede, duvarı kaplamış bir kütüphane görür görmez durur, bakar, sonra da imgelemlerinin bir kenarında içeride yaşayanın yüzünü olsun tanımadıkları birinin hikâyesini kurmaya koyulurlar. Pencere zemin kattaysa, düpedüz mütecaviz kesilir, sırtlarından kitapları teşhis etme alışkanlığının sağladığı beceriyle kütüphanenin gen haritasını çıkartmaya çalışırlar.”

Buyrun işte ben J  Ben kendimi buldum Kitap Evi’nin satırları arasında daha ne olsun . Şaka bir yana kitapseverlerin kesinlikle okuması gereken bir kitap bu ufacık tefecik, kısacık içi dolu kitapçık. Dragos’ta ağaçlar içinde bir köşkteki binlerce kitabın barındığı, bahçesinde ufacık bir çalışma kulübesi olan ve benim hayallerimi süsleyen bir kütüphaneyi anlatan, okuyucusunu sıkmadan su gibi akıp giden Kitap Evi’nde okumayı sevenlerin çok şeyler bulacağına eminim.

Acaba diyorum, bir gün avukat Rıza Bey beni de arar mı? J

KİTAP EVİ    ENİS BATUR    SEL YAYINLARI

KİTAPLARIMLA, ROMANLARIMLA ALDIM BAŞIMI GİDİYORUM...


Hani bir şarkı vardır; günahlarımla sevaplarımla aldım başımı gidiyorum der. Bende öyleyim bugünlerde. Tatil biraz geç olsa da başlıyor artık. Ve devam ediyor şarkı...Çek git diyor şeytan git sessiz sedasız. Bizim gitmelerimiz asla sessiz sedasız olamıyor. Evin içinde bir kaos. Herkes valizinin başında şunu da alalım bunu da alalım. Sanırsınız iki yıl okul tatiline gidiliyor ıssız bir adaya :) Sonunda arabanın bagajı zar zor kapatılır ve yolculuk başlar. İstikamet her yıl ki sığınağımız. Şehirden uzak, cep telefonlarının adamına göre muamele yaptığı, istediğine ulaştırdığı istemediğine ulaştırmadığı, internetin zar zor çektiği, denizin genelde deli dalgalarla havalara çıktığı, rüzgarın durmadığı, yıldızların en parlak ışıklarını tüm gece üstümüzden hiç eksik etmediği İstanbul'dan hepi topu altı saat uzaklıktaki inziva köşemize giderken yanımda her zaman ki gibi bir yaz klasiği olarak "bu yaz okunacak kitaplarım" da olur.  

Kitapların yazı kışı olmaz ama bu yaz için kendime bana göre oldukça hafif, eğlenceli biraz uçucu kitaplar seçtim. Bu ne demek mi? Bu kafa dağıtacağım tam da okumak istediğim gibi çok fazla edebi olmayan, okurken akıp gidecek giderken beni de yanında sürükleyip götürecek kitaplar. Son okuduğum, fırsat bulursam burada paylaşacağım roman gibi olmayan; mesela tuğla gibi olmayan, konuyu uzattıkça uzatıp kitaba boşuna sayfa ekleyip okuyucuyu "yeter artık sadete gel de sonunu getir" dedirtmeyecek türden kitaplar bu seferkiler.

İlk romanım, şimdiden okumaya başladığım Enis Batur'un Kitap Evi. Ne tesadüftür ki kitap raflarda yerini aldığı günlerde roman kahramanın yaşadığı olaya benzer bir olay yaşadım. Kuzenimin kayın pederi ardında çok büyük bir kütüphane bırakarak (tabii ki çocuklarına) vefat etti. Kuzenim de kütüphanesinin tüm fotoğraflarını tam senlik diyerek benimle paylaştı. Hayatımda gördüğüm en güzel kişisel kütüphane idi. Sayısını belirtmek istemediğim oldukça fazla envai çeşit kitap, ufak not kağıtlarına yazılmış ve kütüphanenin  bir çok yerine iliştirilmiş kitaplardan alıntılar, eski fotoğraflar, tablolar vs. Bir İstanbul beyefendisinin gizli mabedi diye yazdım bende gönderdiklerinin altına...Değerli anısına saygıyla...




Kitap Evi, kendi deyimi ile 'soyu tükenmiş avukat Rıza Bey'in' kahramanımızı arayıp tanımadığı merhumun kendine Dragos'ta Kitap Evi olarak adlandırdığı bir kütüphaneyi bıraktığını söylemesi ile başlıyor. Kütüphane deyip geçmemek lazım. Bir buçuk dönümlük korunun ortasında içinde sadece kitaplar bulunan bir bina üstelik vergi, bakım ve bekçi dahil tüm masrafları da merhumun kalan gelirinden ödenecek şekilde miras bırakılıyor. Kimin tarafından bırakıldığı vasiyeti üzerine açıklanamayan Kitap Evi'ne ilk önce temkinli yaklaşan kahramanımız avukatın ısrarı üzerine gidip görünce....Ben buraya kadar yazıyorum. Ve arka kapak yazısından ufak bir alıntı yaparak bırakıyorum;

"Neredeyse bütün düşüncelerimin, duyularımı harekete geçiren kıvılcımların kaynağında, kökünde kuyusunda yeraldı kitaplar. Korktumsa, en çok onlardandır; şüpheler içinde kendi kendimi ve başkalarını kemirdiysem, onlardan."

Ve usulca kaçırmayın diyorum kitapseverlere...Okunmaya değer "Kitap Evi" 




Diğer kitabım ise "Kitaplar Aşkına". Yine bir kütüphane öyküsü ama bu kez bana hiçte yabancı gelmeyen bir öykü. Kapanıp, yıkılmak üzere olan küçük kasabalarının kütüphanesini kurtarmaya çalışan bir avuç insanın hikayesini anlatıyor. 

"Her yerde mutluluğu aradım ama onu sadece küçük bir kitabı okuduğum, küçük bir köşede buldum." diyen Thomas Kempis'in bir cümlesi ile başlıyor ve bir sonra ki sayfa da Kitaplar Dozerlere Karşı başlığı ile öyküsünü anlatmaya başlıyor. 




Sonraki kitabım ise "Tanrılara Adanmış Bedenler" beni tekrar Elly Griffiths ve adli arkeolog kahramanı Ruth Galloway ile buluşturuyor. Bu kez bir yetimhanenin yıkılması sonucunda Roma dönemine ait bir kazı alanında bulunan çocuk kemikleriyle  seri cinayetlerin izini sürüyor Galloway. 




Son kitabım ise Mönüde Aşk Var. Aurelie bizi yaşadığı Paris'in arka sokaklarındaki restoranına sürüklüyor hikayesinde. Sakin ve sıradan sayılabilecek hayatı önce babasının ani kaybı ile peşinden de erkek arkadaşı tarafından terk edilmesi ile tersine dönüyor. Ve bu mutsuz günlerinde bir kitapçıda keşfettiği bir kitap macerasının ilk adımı oluyor.  

İşte bu yaz ki kitaplarım. Dragos'taki kitap evinden, Amerika'daki küçük bir kasabanın kütüphanesine gideceğim önce sonra kazı alanlarında dolanacağım biraz,en sonunda da Paris sokaklarında alacağım soluğu...Karşımda deli deniz, başımın üstünde pırıl pırıl yıldızlar eşliğinde...

Kitaplarımla, romanlarımla aldım başımı gidiyorum...

Ben kaçtım...











BİR TUTAM BAHARAT...


PROF. KLAUS SCHMIDT R.I.P



Göbeklitepe arkeoloğunu kaybetti :(




1995 yılından itibaren Göbeklitepe kazılarına başkanlık yapan dünyaca ünlü arkeolog 
Prof. Klaus Schmidt geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

R.I.P

HAYATI ISKALAMAYIN...


Daha önce izlemeyenler için. Hayatı sanal olmayan bir şekilde yaşayın.

Kısacası...

Hayatı ıskalamayın...







SUPERMOON






Bu gece dolunay var. Sıradan bir dolunay gecesi değil. Ayın dünyaya en yakın olduğu "Supermoon" olarak adlandırılan gecelerden biri bu gece. 2014'de 2 kez daha bu kadar güzel görebileceğiz ayı. 10 Ağustos ve 9 Eylül'de...

İzlemek isteyenler sonuna kadar açın perdelerinizi, panjurlarınızı...Ayın muhteşem gösterisi başlamak üzere...

ÇOCUKLAR İÇİN YAZI ATÖLYESİ...




Bir çok veli gibi bu yaz bizde bu konu ile karşı karşıya geldik. Bir takım nedenlerden dolayı tatile gitmemiz gecikince 9 yaşındaki kızıma onunda isteği ile yaz okulu aramaya başladım. 

Aslında elimizde bir çok alternatif vardı. Öncelikle kendi okulunun çok güzel bir yaz okulu programı vardı ama gitmek istemedi. Gerekçesini açıklayınca hak vermedim de değil. Nedenlerini bana şöyle sıraladı. Öncelikle sene içindeki kadar olmasa da okuldaki programa yetişmek için erken kalkması gerekiyordu ve tatil de erken kalkmak istemiyorum dedi. Çok haklıydı. Diğer bir konu ise böyle bir programa gidersem zaten sene içinde yapmış olduklarımı yapacağım dedi ki yine haklıydı. Yaz programında farklı bir şeyler yapmak istiyordu. Bütün kış spor, müzik ve dersle zaten zamanı dolmuştu. Bunları istemiyordu. Farklı bir şeyler yapmak istiyordu ve bunun için bir şartı daha vardı. Gideceği kurs eve yakın olmalıydı. Ne gidip bir kaç hafta geçireceği bir kamp istiyordu ne de şehrin sunduğu olumsuzluklardan biri olan saatlerce trafikte vakit geçirmek.  

Yaz okulları araştırmasına girdiğimizde önümüze bir çok alternatif çıktı ama hepsi birbirinin kopyası gibiydi. Basketbol, tenis, yüzme, ingilizce, voleybol ve müzik eğitimini (?) kapsayan yaz kampları. Hiç birini istemiyordu ve ben de ona bu konuda hak verdim. Öncelikle keyif alacağı bir aktivite olması gerekiyordu. Biz bu arayışı sürdürürken facebook sayfama gelen bir paylaşımı kızıma gösterir göstermez birbirimize baktık ve işte aradığımızı bulduk dedik :) 

Hem istediği gibi bir kurs hem de eve yakın. Ondan çok ben sevindim desem yeridir. Hemen aradık. Bir ders misafir olup olamayacağımızı sorduk. Kabul ettiler. Gittik. İki saatin sonunda yüzünde kocaman bir gülümse ile dersten çıktı ve ben buraya geliyorum, çok sevdim dedi. Şu anda halen devam ediyoruz ve o da ben de çok mutluyuz. 

Kursumuz Yeşim Cimcoz Yazı Evi'nde Çocuklar İçin Yazarlık Atölyesi :) Şehrin bize sunduğu değerlerden biri diye adlandırabilirim. Veli olarak dikkatimi çeken bir şey kapıdan giren çocukların karşılanması...Öyle güler yüzle ve neşeyle karşılıyorlar ki okumayı yazmayı sevmeyen bir çocuk bile buradan tamamen değişmiş, okumayı ve yazmayı seven bir çocuk olarak severek çıkar. 

Çocuk kitapları yazarı Gizem Pınar Karaboğa eşliğinde  haftanın iki günü iki saat atölye çalışması yapıyorlar ve kızımın söylediğine göre dersler de çok zevkli geçiyormuş. 

Siz de bizim gibi farklı bir yaz okulu alternatifi arıyorsanız ve çocuğunuz okumayı yazmayı seviyorsa bir deneyin derim. Bu konu için detaylı bilgi linki tıklamanız yeterli...

http://yazievi.yesimcimcoz.com/event/cocuklar-icin-yazarlik-atolyesi/ 

Bu arada Yeşim Cimcoz Yazı Evi'nde yetişkinler için de çok güzel atölyeler var. Benim de gözüme kestirdiğim bir atölyesi var ki katılmak için şimdiden sonbaharı sabırsızlıkla beklemeye başladım bile :) 





BASILI KİTAPLARI TERCİH ETMEK İÇİN 10 NEDEN...



1 Banyoda da kitap okuyabilirsiniz.

Hiç banyo küvetinde kindle ya da nook ile kitap okumayı denediniz mi? En iyisi hiç denemeyin. Sonuç korkunç olabilir. Onlardan birini küvete düşürürseniz, bir daha çalışmayabilir. Peki ya kitabınızı düşürürseniz? Sadece biraz kurutmanız yeterli. İlk hali gibi. Korkacak bir şey yok edebiyat tutkunları.

2 Uçakta kitabınızı kapatmanıza gerek yok.

Hepimiz pilotun bütün elektrikli aletleri kapatmamız gerektiğiyle ilgili anonsunu bekleriz. Tabii ki e-kitabınız yalnızca kısa bir süreliğine kapatmanız yeterli ama bu keyfe ara vermeye ne gerek var? Kitaplar hiçbir zaman kenara konmamalı. Okumaya devam.

3 Güneşin altında kitap okumaya devam.

Günü sahilde mi geçirmeye karar verdiniz? Ya da tropik bir yerde tatile mi gideceksiniz? Kitabınız da size eşlik edebilir. Çoğu e-kitap okuyucu doğrudan günışığında kullanılamaz. Ekran aniden kararır ve okunmaz bir kitapla karşı karşıya kalırsınız. Oysa basılı kitaplar sizi asla hayal kırıklığına uğratmaz.

4 Raflarınızı doldurur.

Tabii ki kitaplığınızı e-kitap okuyucuları ile doldurabilirsiniz ama ne kadar güzel görünebilir ki? Oysa en son satın aldığınız kitap için rafta yer aramak oldukça keyiflidir.

5 Antika kitaplar harikadır.

Hiçbir e-kitabın ilk baskısı gibi bir şey söz konusu olamaz. Bu kadar basit. Kitaplığınız için orjinal bir klasik eseri bulmak mükemmel değil mi? Kapaklar biraz yıpranmış olabilir ancak bu yıpranmışlıktır eski kitabı değerli kılan. Klasik bir romanı elinde tutmanın hazzı tarif edilemez.

6 E-kitabınızı imzalatamazsınız.

E-kitap okuyucularında imza toplama gibi bir planınız yoksa, okuduğunuz yazarların kitaplarını imzalatmayı unutun. İmzalı kitaplar çok ince düşünülmüş ve kişisel hediyelerdir. Yazarlar, kitap imzalama günlerinde onurlanırlar ama bir e-kitap okuyucusunu imzalamaları imkansız.

7 Kütüphaneler ve Kitapçılar!

Eğer bir kitap kurduysanız, kütüphanelerin ve kitapçıların önemini bilirsiniz. Kâğıt kokusu ve çevrenizi saran yoğun bilgi size sarhoş eder. Bu mekânların kitapsız bir anlamı yok tabi ki.

8 Uzun bir romanı bitirmek çok daha keyifli.

Her kitabı bitirmek keyiflidir elbette ama bin sayfalık bir kitabı arka kapağını çevirerek sonlandırmak ekranda bir tuşa basmaktan çok daha iyi.

9 Çizmek için ilham kaynağı!

En son ne zaman bir Nook’un üstünde bir çizim gördünüz? Kesinlikle görmemişsinizdir. Kitaplar bu konuda çok daha iyi.

10 Kitaplar ölmez!

Sayfaları parçalanabilir ve kapağı zarar görebilir ama kitaplar ölmez. Heyecan içinde okuduğunuz bir romanın en güzel bölümünde e-kitap okuyucusunun pilinin bitmesi kadar sinir bozucu bir şey olamaz.

Sonuç çok basit : Kitaplar kesinlikle daha iyi.

-Alıntı-


KİTAP OKUMANIN YARARLARI



1-Kitap Okuma Bir İlaçtır:
2-Kitap Okuma Hayatı Sevdirir
3-Kitap Okuma Düşünceleri Olgunlaştırır Okuma; düşünceyi besleyen, geliştiren ve çabuklaştıran ana kaynaklardan biridir.
4-Kitap Okuma Stresi Azaltır
5-Kitap Okuma Zihni Açar, Hantallıktan Kurtarır
6-Kitap Okuma Güzel Görmemizi Sağlar
7-Kitap Okuma Bizi ‘Bir Bilen” Yapar
8-Kitap Okuyanın Güvenilir Bir Çevresi Oluşur
9-Bilgi dağarcığımızı ve kelime hazinemizi zenginleştirir.
10-Anlama gücümüzü ve konuşma yeteneğimizi kuvvetlendirir.
11-Genel kültürümüzü artırır. Etkin ve etkili bir insan olmanın yollarını açar.
12-Meslek hayatımızdaki başarı düzeyimizi yükseltir.
13-Dünyaya bakış açımızı değiştirir.
14-Toplumsal ilişkilerimizin kalitesini artırır.
15-Okul hayatındaki başarıları pekiştirir,
16-Hayal gücümüzü geliştirir.
17-Okumak haz duymaya, zihnimizi süslemeye, karar verme yeteneklerimizi geliştirmeye yarar. İnsanı olgunlaştırır, erdemli kılar.

Okuma olayı bir uzun yolculuktur; beşikle başlar, mezarla biter. Okulla beraber biten okumalar yarıda kalmıştır. Okuma iğneyle kuyu kazmaktır; kararlılık ister, sabır ister. Okuma bir arayıştır, hakikati, doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma heyecanını barındırır. Bulursunuz, ikinci, üçüncü... Arayışlar başlar. Umut ve heyecan, okumanın ayrılmaz iki vasfıdır. Okuma insanlığın, umut ve heyecan da canlılığın şartıdır.

-Alıntı-

BABALAR GÜNÜ...





Bu aralar Babalar Günü için reklam yapan firmalara çok kızıyorum. 

Kazanacakları 3-5 kuruş yüzünden Soma'da babalarını yitiren çocukları ellerinin tersiyle bir kenara itiyorlarmış, görmemezlikten geliyorlarmış gibi geliyor ve bu kadar vurdum duymazlık oldukça fazla geliyor bana. Yanılıyor muyum? Yoksa çok mu duygusal davranıyorum. Ne yanılıyorum ne de duygusal davranıyorum bence...Galiba olması gerektiği gibi insanca düşünüyorum...

Lütfen biraz duyarlı olalım...

Yoksa Soma ve orada babalarını yitiren çocuklar bu kadar çabuk mu unutuldu ?...

SON KİTABEVİ...TÜM KİTAPSEVERLERE...





20 Dakikanızı ayırıp seyreder misiniz ? Tüm kitapseverlere...



The Last Bookshop / Son Kitabevi (Türkçe altyazı)



KIŞ UYKUSU



Tebrikler Nuri Bilge Ceylan ve Kış Uykusu'nda emeği geçen herkese...





Son günlerde yaşadığımız acı olaylardan sonra kaskatı buz kesmiş yüreğimi ısıttınız. Bir nebze de olsa başarınızla gülümsetebildiniz...

Bu ülkede bireysel de olsa güzel şeyler olduğunu gösterdiniz...

Teşekkürler...








ODASINDA KALMAYI BAŞARABİLENLERE...PARİS SIKINTISI...




"La Bruyere bir yerlerde, "Yalnız olamamanın büyük mutsuzluğu!" der, kendi kendine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki. 
Bir başka bilge, yanılmıyorsam Pascal, "Neredeyse tüm mutsuzluklarımız odamızda kalmayı bilememiş olmamızdan geliyor başımıza," der, böylece, içe kapanış hücresinde, mutluluğu deviniminde, bir de yüzyılımın güzel diliyle konuşmam gerekirse, kardeşçil diye adlandırabileceğim bir fuhuşta arayanları getirir aklımıza."

Paris Sıkıntısı - Charles Baudlaire

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları... 

19 MAYIS



19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...




BU KEZ İÇİMİZ KAPKARA VE BURUK OLSA DA...

KÖMÜR KARASI SOMA...

Kapkara, kömür karası bir güne uyandım bu sabah yine. Göğsümün tam ortasında taşıdığım bir ağırlıkla. Gün boyu kalkmadı oradan daha ağırlaştı haberleri seyrettikçe. Nefes almakta zorlandım ve halen de öyleyim....Şu ana kadar resmi rakamlara göre 274 (?) madencimizi kaybettik. 274 baba, eş, ağabey, kardeş, oğul...Kaç eve ateş düştü ve bizlerinde yürekleri dağlandı onlarla birlikte...Çığlıklar yükseldi Soma'dan tüm dünyaya ama ne fayda. Giden geri gelmiyor, getirilemiyor maalesef. 

Soma Madeni...Hayatımın ilk yıllarını geçirdiğim yer...Hayal meyal hatırlıyorum tek katlı ufacık lojmanımızı, üzerleri sürekli tozla kaplı çam ağaçlarını ve bana o zamanlar devasa gelen iş makinalarını. Şehre indiğimiz, galiba arkasından binilen, hafızamın bir oyunu değilse, kapalı ahşap kasa belki de kamyondan yapılma o tozlu topraklı yollarda gaçırdıyarak ilerleyen otobüsü ve insanların birbirleriyle yol boyunca sohbetlerini. 

Babamın akşamları eski bir jiple eve bırakılışını camın önünde dört gözle beklerdim tüm madenci çocukları gibi. Ben bunun nasıl bir his olduğunu yaşayarak öğrendiğim için, şimdi o beklenen babaların artık evlerine dönemeyeceklerini ve o çocukların artık dört gözle bekledikleri babalarına sarılamayacağını bilmek üzüntümü kat be kat arttırıyor.  

Bugün anılarımın üzerine kapkara kömür tozları yağdı. Gözyaşlarım sel oldu aktı ama ne fayda. Kötü haberlerin gelmesini engelleyemedi. Her haberleri açışta biraz daha kahroldum, öfkelendim, söylendim...Yüreğimi dağladınız Soma Madencileri...Dualarım sizinle, kalbim sizinle...Keşke bir faydası olsa...

Nur içinde yatın, mekanınız cennet olsun. 




1964 yılı Soma Madeni...O zamanlar daha mı modernmiş acaba?