MELEĞİN İZİ



"Bir yahudi söylencesine göre, bir bebek doğmadan hemen önce bir melek gelir, parmağını bebeğin dudaklarına bastırırmış; doğmadan önce gördüğü herşeyi unutsun, masum doğsun diye. Burunla üst dudak arasındaki o küçük çukur meleğin parmağının iziymiş." diye yazıyor Nancy Huston'un Meleğin İzi adlı romanında.

Öykü, yaşamı sırlarla dolu Saffie'nin, 1957 Mayıs ayında flüt sanatçısı Raphael'in gazeteye verdiği hizmetçi aranıyor ilanına başvurmasıyla başlıyor. Tanışmalarından kısa bir süre sonra Raphael hakkında hiçbir şey bilmediği, donuk, sessiz sedasız Saffie'ye aşık olur ve onunla evlenir. Evliliği ve daha sonra hayatlarına katılan bebekleri Emil bile annesinin bu dünyadan kopmuş yaşantısına renk katmaya yetmez taa ki bir gün Raphael'in bozulan bas flütünü tamir etmesi için götürdüğü flüt tamircisi Macar Yahudisi Andras'la tanışana kadar. Andras, Saffie'nin hayatında yeni bir sayfa açmasına neden olur ve geri dönüşü olmayan ikili bir oyun, yaşam başlar. Saffie-Andras-Emil ve çok mutlu bir evliliği olduğunu düşünen Raphael ile yolun sonuna doğru yavaş yavaş ilerlerken Saffie'nin hayatındaki sırlarda ortaya çıkar.

Yasak aşkın yanı sıra kitabın satırları arasında Alman'ların Yahudi soykırımı ve Fransız'ların Cezayir olayları anlatılıyor. Yahudi soykırımından aşağı kalmayan, Fransızların Cezayir'lilere yaptıkları işkenceler ise tüm şiddeti ile ortaya seriliyor.

Baştan sona insanın içini acıtan olaylarla örülmüş kitabın son cümlesi ise dikkat çekici;

"Gözlerinizi açın, yeter: Her yerde aynı öykü sürüp gidiyor."

Yahudi soykırımın yerini başkaları almış, sonu kötü biten yasak aşklar hala var, kendini mutlu sanan, etrafında olanları görmeyenler ise hala kör ve öykü kahramanları değişerek devam ediyor...

"Müziğin dediği gibi, hadi ama, ağlama"
Bachmann.




MELEĞİN İZİ                Can Yayınları          Nancy Huston        Aylin Yengin çevirisi

SAYGIYLA ANIYORUZ

SAYGIYLA ANIYORUZ


Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk milletine nasip oldu.

D.Lloyd George (İngiltere Başbakanı)

Tarih çok büyükler gördü. İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı.

L'Illustration-Fransa

O, büyük bir devlet adamıydı. Büyüktü, çünkü, ölçüyü korumasını her zaman bildi ve eserini tehlikeye sokacak sınırları aşmadı. Yürekliliğin ve kendi yürekliliğinin sınırlarını da çizebilecek kadar anlayışlıydı.

Kurt G. Kiesinger
(Federal Almanya Başbakanı)

O, doğuda modern çağın yapıcılarından biridir.

Cavaharlal Nehru
(Hindistan Başbakanı)

Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir.

Muhammed Ali Cinnah
(Pakistan'ın kurucusu)

Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük liderlerinden biri değildir. Biz O'nu, gelmiş geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz.

Eyüp Han
(Pakistan Devlet Başbakanı)

BÜTÜN DÜNYANIN ÖNÜNDE EĞİLDİĞİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURUCUSU BÜYÜK ÖNDER  MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü SAYGI VE SEVGİ İLE ANIYORUZ.

                                          RAHAT UYU ATAM....İZİNDEYİZ.....


ÇAKRAZ'IN KERTENKELESİ




Çakraz'da dinozorlardan eski bir kertenkelenin izi bulundu.
Fransız paleontologlar, Türkiye'de ilk kez dinozorların ortaya çıkmasından önce yaşamış 280 milyon yaşında bir kertenkelenin izlerini keşfetti.

Fransız bilimadamı Jean-Sebastien Steyer ve Türk kökenli Fransız paleontolog Şevket Şen, yaptıkları açıklamada, Karadeniz kıyısındaki Çakraz'da dinozorlarla ilgili gerçekleştirdikleri bilimsel araştırmalar sırasında tesadüfi şekilde, bir falezde bu kertenkelenin izlerine rastladıklarını belirtti.

Dünyanın bu köşesinde ilk kez söz konusu kertenkelenin izine rastlandığını ifade eden bilimadamları, küçük bir varan ya da büyük bir kertenkele boyutlarındaki bu sürüngenin ilk dinozorların ortaya çıkışından yaklaşık 60 milyon yıl önce yaşadığının altını çizdi.

Araştırmayı finanse eden Fransız Ulusal Doğal Tarih Müzesi (Mnhn) ve Bilimsel Araştırmalar Merkezi (Cnrs) adına yapılan ortak açıklamada ise bu sürüngenin Anadolu'da da yaşadığının tespitinin, bu türün Triassik dönem öncesi tüm yeryüzü kara kütlesini kapsadığı varsayılan kıtanın bulunduğu Pangea döneminde, (-359 yıl ve -200 milyon arasındaki dönem) tüm karalarda yaygın olduğunu gösterdiği kaydedildi.

İSTANBUL

İstanbul dünyanın gözünün üstünde olduğu şehir. Her semtinin, her sokağının yaşayanlarına ayrı öyküler sunduğu, her geçen gün ayrı bir yönünü farkettiğimiz mitologyası, kehanetleri ile antik çağlardan günümüze kadar uzanan 7 tepeli gizemli şehir.

İstanbul'a Doğu Roma'nın başkenti Costantinopolis iken kehanetler şehri denilirmiş.

"Şehrin bir başka yerinde pek şaşılacak bir şey daha vardır" diye anlatmaya başlıyor haçlı Romert de Clery Giovanni Scognamillo'nun İstanbul Gizemleri adlı kitabında veee devam ediyor;

"Her biri en azından kulacın üç katı yüksekliğinde iki sütundu bunlar. Münzevi kişiler bu sütunların tepesindeki küçük barınaklarda yaşarlardı ve sütunlarda insanın yukarı çıkabileceği kapılar vardı. Bu sütunların dışına, Costantinopolis'te olmuş ya da olacak bütün olaylar ve bütün fetihlere ilişkin kehanetlerin resimleri yapılmış, yazılmıştı. Ama olay meydana gelene kadar kimse bunun ne olduğunu anlamıyordu ama olay meydana gelince insanlar oraya giderek durum üzerinde düşünüp taşınıp anlarlardı. Hatta şehrin alınmasıyla sonuçlanan saldırıyı yaptıkları gemiler bile buraya yazılmış ve resmedilmişti. Kısa saçlı ve demir kılıçlı bir ırkın batıdan şehri fethe geleceğini söylendiğini gördüler.

Bu sütunlar Apollonius'un yazdırttığı bronzdan yapılmış ve artık olmayan dikili taşlar idi.

Istanbul'un bir başka sütunlarından biride Fatih'te bulunan Kız Taşı veya Marcianus sütunu idi.

Bunun tepesinde ise Bizans dönemine ait İmparator Marcianus'un oturmuş halde bir heykeli duruyordu. Efsaneye göre bu sütunun özelliği ise yakınından geçen günahkar genç kızları hafifçe eğilerek işaret edermiş.

İstanbul'un bir başka semti Galata ise mitoslarda yeri olan bir bölgeydi. Starbon'a göre bölge Eros, Venüs ve Diana  tapınakları ile ilişkili cinselliğe dayalı gizemli ayinlerin, kutlamaların yapıldığı bir bölge idi.
Galata'nın yüzyıllar sonrasında da meyhanelerin, eğlence yerlerinin olduğu zevk ve sefahat bölgesi olması belki bu antik inanışların halen oralarda esen havasından kaynaklanıyor olabilir.

Bizans'ın merkezi olan Hippodrom, Sultanahmet ve civarının yeraltı galeriyle döşendiği gerçektir. Köpek öldüren kanalı denilen bu dehliz Yerebatan Sarayı'nın bir girişinden başlayarak boğazın Marmara'ya açıldığı yerde denizaltından Kınalıada'ya ulaştığı ve buradaki bir manastırda son bulunduğu söylenmektedir.

İşte böyle ilginç taraflarını anlatıyor Scognamillo kitabında. İstanbul'un yüzyıllar boyunca içinde sakladığı sırlarını, ziyaretçilerini, inanışlarını, doğaüstü olaylarını paylaşıyor okuyucuları ile.

İçinde yaşadığınız şehre farklı bir gözle bakmak isterseniz İstanbul Gizemler'ini okumanızı tavsiye ederim. Kimbilir belki hergün önünden geçip gittiğiniz tarihi bir sütunun ya da arnavut kaldırımlı sokağın size fısıldayacağı bir sırrı vardır.


PUCCA II:)

Pucca Günlük ikilemiş. İkinci kitabını çıkartmış. Pucca Günlük ve Geri Kalan Herşey...

Tanıtım yazısına göre ikinci kitapta battaniyenin altından çıkıyor ve farklı yepyeni bir dünyada yerini alıyor. Kimse neyi, kimi anlattığını bilmiyor. Sürprizlerle dolu geri kalanlarda Pucca'nın eğlenceli, komik, bazen de hüzünlü anlatımıyla günlüğünün  devamı geliyor...

"Hepsini affettim, zaten hiçbirinin soyadı bana yakışmıyordu." Pucca:)

  

İYİ BAYRAMLAR:)





TÜM SEVDİKLERİNİZLE BİRLİKTE SAĞLIKLI VE MUTLU BİR BAYRAM GEÇİRMENİZ DİLEĞİ İLE...


RAMONA




Hamburg rıhtımlarında seni bekledim Ramona
Akşamları rüzgar rüzgardı
Rüzgarlarda saçlarının kokusu,
Liman meyhanelerinde oturdum
Gözlerini düşündüm yeşil yeşil
İçimde, ya gelmezsen korkusu.

Bütün sokaklarında dolaştım Hamburg'un
Bütün otellerini, bütün sinemalarını
Sen hiç birinde yoktun Ramona
Veya hiçbirinden çıkmadın
Belki bir masala girmiştin
Belki yine başka bir yerdeydin,
Dudaklarım kanadığı zaman
Anladım, içimdeydin.

İçimdeydin Ramona
Kılcal damarlarımdaydın, alyuvarlarımda
Liman meyhanelerinde oturdum
Ellerini düşündüm uzun uzun
Daha akşamdı, daha şarkılar başlamamıştı
Yeşil yanmamıştı daha Ramona, yıldızlar çıkmamıştı




Durup durup saatlere bakıyordum
Durup durup karanlıkları dinliyordum.
Çaresizliğin bıçağı sipsivriydi
Sabah nasıl olacaktı bilmiyordum.

Benim bütün zorum
O elektrikli gitardan çıkmaktı Ramona
Çıktım en sonunda sana koştum
Yeminlerini aradım ağaç kabuklarında
Kıvançlarını aradım, ellerini aradım
Geldi kör bir kedi gibi
Ayaklarımın altına indi anılar
Gittim
Cam para topladım arsalardan tekrar
Kiremit döğdüm kırmızı biber yaptım,
Gökten üç elma düştü Bodensee'de
Üçünü de ben kaptım.

Hamburg rıhtımlarında beni dövdüler Ramona
Sen yoktun, görmedin fena dövdüler beni
Halı döver gibi dövdüler hem
Harman döver gibi dövdüler
Başımda ekmek kırdılar
Bir daha adını ağzıma almamam için
Gözlerime siyah bir bez bağladılar
Bilmediğim bir yere götürüp bıraktılar beni
Tüm vapurlar kalkmıştı, tüm pusulalar bozulmuştu

Üç gün kuşlara yalvardım, üç gün balıklara
Kaçma sam yellerinden sakın
Onlarla haber saldım sana.

Ööö, dediysem yalnızlıklara dedim Ramona
Karanlıklara dedim, gökgürültülerine dedim
Liman meyhanelerine oturdum
Bir şarkı tutturdum gözlerin için
Yeniden terledim ikliminde
Yeniden anılarına aktım,
 Mutluluğun kapıları açılmamıştı daha
Kendimi en derin sulara bıraktım

İlham Behlül Pektaş

CADILAR BAYRAMI:)




Bu gece Cadılar Bayramı. Diğer adıyla Hallowen. İngiltere ve Amerika'da çocukların cadı, iskelet, hortlak kıyafetleri giyerek, kapılarında pencerelerinde içinde mum yanan turuncu balkabaklarının olduğu evleri dolaşıp şeker mi oyun mu diye sordukları, bolca şeker toplayıp,oyun oynayıp,eğlendikleri gece. Son yıllarda bizde de moda olmaya başladı. Gerçi bizde çocuklar yerine büyüklere partiler düzenleniyor:). Zira çocukların çaldıkları kapıdan "de get lan balkabağınada sanada gecenin bir yarısında" diye kovalanma ihtimalleri çok fazla.

Cadılar Bayramı nam-ı değer Hallowen aslında bir Druid (Kelt) geleneğidir.




31 Ekim gecesi insanlar yaşadıkları yerlerden uzakta bir tepenin üzerinde toplanıp ruhlara karşı koruyucu bir halka oluştururlardı. Bu çembere "Kafa Çemberi" adı verilirdi. İnançlarına göre bu gece bu dünyayı ile öte dünyadan ayıran perde en az halini alır ve ruhlar dünyayı ziyarete gelirdi. Halk ise öte dünyanın güçlerini uzak tutma çabasıyla en karanlık yerlerde kocaman ateşler yakarlardı. O gece tüm kapıların sıkıca kapalı olması ve ateşin arkasında kalınması gereken bir geceydi.

                                                                           

Günümüzde tüm ruhlar arifesinde balkabağı oyulmaktatır. Druidlerde su kabaklarına, balkabağına ve şalgamlara korkunç insan yüzleri yaparlar ve bunları alacakaranlıktan şafağa kadar öte dünya varlıklarından korunmak için kapılara koyarlardı.



Ayrıca geleneksel olarak evdeki her çocuk için oyulmuş bir kafa bulunurdu. Bu ise Druidlerin Asil Başı Kutsanmış Bran efsanesinden kaynaklanmaktaydı. Bran yurdunun sonsuza dek yabancı işgalcilerden korunması amacıyla başının kesilip, Londra'da gömülmesini emreden efsanevi bir kral idi. Bu efsane köklerini, insan ruhunun mevkii baştadır diyen Kelt inanışından almaktadır. Bu nedenle kafa çemberi en üst düzeyde bir Druid koruma sistemi olarak gösterilirdi.

Artık kötü ruhlardan korunma ayinleri yerini çocukların ve gençlerin eğleneceği bir geceye bırakmış. Ama siz yine de pencereden dışarı bir bakın bu gece. Kimbilir belki süpürgesiyle geçen bir cadıya rast gelirsiniz:)


ANNABEL LEE



Edgar Allan Poe'dan...

Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee
Göklerde uçan melekler
Kıskanırlardı bizi
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde
Üşüdü bir rüzgarından bulutun
Güzelim Annabel Lee
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni
Mezarı oradadır şimdi
O deniz ülkesinde
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskanırdı bizi
Evet! Bu yüzden "Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi"
Bir gece rüzgarından bulutun
Üşüdü gitti Annabel Lee
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşca başca ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiç biri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Ay gelir ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee
Orda gecelerim uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni...

ŞEHRE BİR SİRK GELMİŞ...

Şehre bir sirk gelmişte gidiyor bile...Ve ben ancak seyredecek vakit bulabildim. Gitmelerine bir gün kala. Dün bir iş için Natulius Alışveriş Merkezine gittiğimde 30 Ekimde son gösterileri olduğunu öğrenince bugün için bilet aldım. Çok severim sirkleri. Yıllar önce Gerhard Hauptmann'ın Sevgili Wanda isimli eserini okumuştum. Sirk hayatını anlatıyordu. O ışıltılı dünyanın projektörler kapanıp, hayvanların kafeslerine döndüğü, palyaçonun kostümünü bir sonraki gösteriye kadar karavanındaki küçük dolabına koyduğu, trapezcilerin yere indiği, sihirbazların tavşan çıkarttığı şapkasının sihirinin kalmadığı, gösteri bitip seyirciyi selamladıktan sonraki hayatlarından bir kesimi anlatıyordu yazarına Nobel ödülünün kapılarını açan Sevgili Wanda.

Her zamanda merak etmişimdir sirklerde çalışanların hayatlarını. Senenin büyük bir kısmında o şehir senin bu şehir benim sürekli gezerek gösteriler yapmak, karavanlarda, etrafı çevrili bir ortamda korunaklı yaşamak, antreman yapmak, hayvanlarla ilgilenmek, aşık olmak, sirkte çocuk olmak, anne olmak, aile olmak ve gösterinin kusursuz olması için çalışmak...Nasıl bir duygudur acaba?

Bugün Darix Togni İtalyan Su Sirki'nde gördüm sirkte anne olmanın ne olduğunu. Sahneye çıkış kapısının hemen yanındaki en ön sırada kucağında henüz yaşını doldurmamış bebekle oturan kostümlü bir hanım farkettim. Bir süre bebekle ilgilendi. Trapezciler anons edilince bebeği arabasına bırakıp, biraz önce seyircilere su fışkırtıp şeker dağıtan palyaçoya teslim etti ve gösteriye çıktı. İşte böyle bir şeymiş dedim içimden sirkte bebek ve anne olmak. Hayatta gösteride devam ediyor.

Darix Togni'nin ilginç bir kuruluş öyküsü var. Kendi sayfalarından aldığım hikayelerini paylaşmak istedim. Benim gibi sirkleri sevenlere....İşte bir sirkin öyküsü:)

(Bu arada dün ne yazmıştın bugün sirke mi gittin diyenlere ufak bir not; hem elimizde bayraklarla birçok kişi gibi sokaklarda dolaştık, hemde sirke gittik...Her ikisinide yaptık...)





Hikaye; soyu zamanın gizeminde kaybolmuş ailenin hikayesidir. 
Florilegio hikayesi tıpkı bir peri masalı gibi başlar.
1789 devriminin dehşet dolu yıllarında, Soylu Noble ailesi Fransa'dan İtalya'ya kaçmışlardır.
 Alp dağlarının diğer tarafında Granne ailesinin güzel kızı Chiristine; Bianchi ailesinden yakışıklı Marquis Amando'ya gizlice aşık olmuştu.
Ve onların Teresa adında güzel bir kızları oldu..
Doğduğunda terk edilen küçük kız; Gösteri topluluğu ile dolaşan bir büyücü tarafından büyütülür.
Yaşlı büyücü; çocuğa pandomim  sanatını ,ipte dans etmeyi ve kara büyüyü öğretmişti.

  
Aristide Togni 1872 yılında Circo Togni (Togni Sirki) kurdu ve birkaç yıl sonra Teresa Bianchi ile evlendi ve 8 tane çocukları dünyaya geldi;
Onların 4ü Riccardo Ercole  Ugo ve Ferdinando'dır ki onların grupu 1930 -1940 arasında İtalya Kralından Milli Sirk ünvanı almıştır.
Ercole Ugo ile Ferdinando hep elele vermiş ve birlikte çalışıp, her durumda beraber olmuşlardır.
Ercole nin oğlu Darix bambaşka bir karakter sahibiydi ve bu sanata, işine gösterdiği saygıyla herkesin dikkatini çekiyordu.Bundan dolayı sirk onun adın aldı ve Darix Togni sirki oldu.

Darix her zaman çalışan birisiydi. Televizyonlara, radyolara iştirak etmiş, filmlerde rol almıştır. Çok hayvan terbiye etmiş. Ama kendisi Aslanlar Adamı ünvanıyla tanınmıştır. O süper terbiyeci ve büyük kahraman gösterdiği başarılarıyla gönüllerde öyle bir duygu ve gurur kazandı ki adına sirk okulu kuruldu.

Darix Togni öldükten sonra 1976 yılında onun oğulları: Livio Corrado ve Davio her gün daha güzel gösteriler yaratıp yaparken aynı yola devam ettiler ve Uluslar arası başarılar kazandılar.
1990 da Togni kardeşler Florilegio Sirki' ni kurdular. Yıllarca çalışıp ve tecrübe kazanan aile sirki sadece Avrupa turları yapmaya ikna olmayıp ve bu sanatı ve italyan kültürünü Avrupa'nın dışındaki diğer ülkelere de tanıtmak istedi.
Sirki Afrika ve Asya'ya da götürdü. Türkiye, Cezayir, İran ve Katar da büyük gösteriler yapıp ve muhteşem hatıralar yarattı.



ATATÜRK VE CUMHURİYET



CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

ATA'MIZIN İZİNDE DAHA NİCE YILLARA...

Cumhuriyete gönül vermiş, Atatürk'ün izinde yürüyen büyük, küçük, kadın, erkek, çoluk, çocuk herkes 29 Ekim'de alalım elimize bayrağımızı çıkalım caddelere sokaklara.

Varsın iptal edilsin törenler bizler tüm çoşkumuzla kutlayalım Cumhuriyetimizin kuruluşunu.  

1937 yılında çok hasta bir vaziyette iken doktorlarının ısrarla  "gitmeniz intihar" demelerine rağmen;

"Hayır, halkın morali bozulur, kutlamalar olacak ve ben gideceğim "


diyen Ata'mıza yakışır bir Cumhuriyet Bayramı kutlayalım.