BRIDA VE YEREBATAN SARNICI

Kitap Kulübümüzde bu ay Paulo Coelho'un Brida'sını okuduk ve sezonu kapadık. Sezonu kapadık derken yaz için yeni kitaplar seçtik tabii ki. Deniz, güneş, kum tamam ama okumadan koca yaz geçmez doğrusu:)

Kitap Brida'nın "Büyüyü öğrenmek istiyorum" cümlesiyle başlıyor ve bu isteğine ulaşma çabasını anlatıyor. Hedefine doğru ilerlediği yolda yanında ona yardımcı olmaya çalışan Büyücü, Wicca, erkek arkadaşı Lorens ve kitabın sonlarına doğru anlattığı hikayesiyle annesi yer alıyor. Ay töresi, güneş töresi, tarot, ruh ikizi, reenkarnasyon, yaratılış...Bütün bunları okurken kendi ruh ikizimi düşünmeden edemedim. Acaba benimde bir ruh ikizim varmıydı? Varsa nerede? Belki de kitapta yazdığı gibi ben farkına bile varmadan yanımdan geçip gitmişti. Eğer okumadıysanız Druid'lerden esintiler taşıyan Brida'yı okumanızı tavsiye ederim. Yazın iyi gider bence.

Bu kitabı nedense Yerebatan Sarnıcı ile özleştirdim okurken. Nedenini bende bilmiyorum. Konuyla ve romanın geçtiği mekanlarla hiç mi hiç ilgisi yok ama birbirlerini tamamlıyorlarmış gibi geldi bana. Belki de romanın cümlelerinden birinde yazdığı gibi "belki gizli ve gizemli, belki de romantik bir geçmişi çağrıştırdığı için...". Eh durum böyle iken bu yılın son buluşma mekanı Sultanahmet oldu.

Sabah on buçukta Yerebatan Sarnıcı'nın önünde bilet kuyruğundaydık. Biletimizi alıp turist gruplarının arasından, ıslak merdivenleri yavaş yavaş inerek görkemli yeraltı sarayının gizemli dünyasına indik. I.Justinianus tarafından şehrin su ihtiyacını karşılaması için  yaptırılan daha sonra unutulup, bir rivayete göre 1544 - 1550 yıllarında Bizans kalıntılarını araştırmak üzere İstanbul'a gelen Hollandalı gezgin P.Gyllius tarafından tekrar keşfedilen  ve 1985-87 yılları arasında yapılan büyük bir temizlik, onarım sonrasında ziyarete açılan sarnıcın ışıklandırılmış Korint ve Dor usülü sütunların arasından yürüyerek kaybolduk. Sarnıcın en ilgi çeken kısmı Medusa başlarının önünde biriken turistler birbiri ardına fotoğraf çekiyorlardı. Roma Dönemi heykel sanatının en güzel örneklerinden olan Medusa başlarının nereden geldiğine dair bir bilgi olmamakla birlikte genel görüş sarnıcın inşaası sırasında alt sütun kaidesi olarak kullanılmak üzere getirildikleri düşünülmekte ve haklarında çeşitli efsaneler bulunmaktadır. Bu efsanelerden bana en mantıklı geleni yapıldığı dönemde büyük yapıları ve özel yerleri korumak üzere Gordona resim ve heykelleri kullanıldığı için buraya da Yunan Mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı üç Gordona'dan biri kabul edilen Medusa'nın heykellerinin konmasıdır. Kulağımızda klasik müzik, ayağımızın altında oynaşan balıklar, tepemize damlayan minik su damlacıkları... Bu muhteşem yapıya veda etmeden önce yerli turistler olarak Medusa'nın resmini çekip, son bir kez sütunların arasında uzayıp giden karanlığa göz gezdirdikten sonra gün ışığına çıktık.

Yavaş yavaş yürüyerek Arkeoloji Müzesinin ağaçların altındaki kafesine geldik. Ve işte keyif anı. Türk kahvelerimiz alıp, kitaplarımızı ferforje masanın üzerine çıkarttık. Ağaçların verdiği serinlik ve kuş sesleri arasında Brida'nın gizemli dünyasını konuştuk.

Dönüşe geçmeden bir önceki durağımız tabikii Arkeoloji Müzesi idi. Buraya kadar gelmişken geçmişe ufak bir yolculuk yapmadan eve dönmek olmazdı. Neredeyse hiç konuşmadan günümüze kadar gelebilmiş muhteşem eserlerin arasından süzülerek bir kitap kulübü günümüzüde tamamladık. Bir dahaki sefere kadar veda ederken son sözümüz bu gece ay tutulmasını unutmayın oldu. Eh Brida ve ay töresinden sonra söylenecek başka bir söz kalmamıştı:)

Bu kedi mi burada ne arıyor? Brida'nın kedisi. Kendisini Galata'daki martıya rakip görüyormuş. Öyle söyledi:)

GEORGE PEREC İLE BİR PARİS SEMTİNDE:)

George Perec ile tanışmam İnci Aral'ın sayesinde olmuştu. "Yaşam Kullanma Klavuzu" adlı kitabını tavsiye etmişti okumam için. O güne kadar George Perec hakkında bildiğim tek şey "e" harfini kullanmadan bir kitap yazdığı ve bu kitabın aynı şekilde çevrildiği idi. Yazar ve eserleri hakkında bir bilgim yoktu. Neyse kitabı internetten ısmarladım. 631 sayfalık kalınca bir kitap geldi. Aslında internetten özellikle kitap alışverişini pek sevmem doğrusu. Kitabı kitapçıdan almayı ve eğer vaktim varsa bir cafede oturup kahvemi yudumlarken keyifle sayfalarını karıştırmayı ve okumayı seviyorum.

"Yaşam Kullanma Klavuzu" adı itibariyle ilk bakışta şu her zaman çok satanlar listesinden inmeyen ama hiçbir işe yaramayan kişisel gelişim kitabıymış gibi bir intiba uyandırıyor insanda ama ilgisi yok. Mekanlar ve insanlar en ince detayına kadar verilmiş o kadar ki okurken kitabın içine girmeyi başarırsanız kendinizi anlattığı mekanın ve insanların hayatlarının içinde buluyorsunuz. Ben okurken o mekanlarda gezintiye çıktım, insanların içine karıştım.

Kitap Jules Vernes'den bir önsözle başlıyor: Bak, bütün gözlerinle bak. Evet bütün gözlerinizle baktığınızda çok ama çok seveceğiniz şeyler görüyorsunuz içinde. Daha fazla bahsetmeyeceğim ama tadımlık ufak bir alıntı yapacağım:

"Dördüncü katta sağ taraftaki dairede boş bir salon.
Yerde, yıldız biçiminde motifleri olan sisalden örülmüş bir halı var.
Jouy tuvali taklidi bir duvar kağıdında limana girmeye hazırlanan büyük yelkenli gemiler, uzun ve kısa toplarıyla dört direkli Portekiz yelkenlileri görülüyor; rüzgar flok ve randa yelkenini şişirmiş, halatlara tırmanmış denizciler öteki yelkenleri istinga ediyorlar.
Duvarlarda dört tablo var.
ilki bir natürmort, modern bir üslüpta yapılmış olmasına karşın, Rönesanstan 18.yy sonuna kadar tüm avrupa'da çok yaygın olan beş duyu teması çevresinde düzenlenmiş kompozisyonları andırıyor, bir masada, içinde Havana purosu tüten bir küllük, başlığı ve altbaşlığı okunabilen-Bitmemiş Senfoni, roman- ama yazarın adı görülmeyen bir kitap, bir rom şişesi, bir bilboke ve bir kupa içinde ceviz, badem, kayısı, erik kurusu vb" diye devam ediyor:)

Bir Paris Semtinin Tüketilme denemesinde ise Perec ile Paris'in Saint-Sulpice meydanındaki cafelerde oturup etrafı seyrettim. Saat saat caddedeki olaylara tanık oldum. Yoldan geçen otobüslere, özel arabalara, taksilere, kamyonlara, kamyonetlere, zarif kadınlara, hoş yaşlılara, yaramaz çocuklara, pipo içen, şemsiye taşıyan insanlara. Bir şehirde yaşanabilecek herşeye. Tabikii yine Perec'in farklı yazım tarzıyla ince, ince, detay, detay.

"Tarih : 18 ekim 1974
Saat  : 15:20
Yer   : Fontaine Saint-Sulpice Kafesi

Bir süre sonra Tabac Saint-Sulpice Kafesine gittim. Üst kata çıktım, hüzünlü bir salon, soğukça da, yalnızca beş briç oyuncusu var, içlerinden dördü pis yedili oynuyorlar şu an. Sabahki masamda oturmak için aşağı indim. İki sosisi bir kadeh kırmızı şarap eşliğinde yedim"...diye devam ediyor:) Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi'de.

Bugün tembellik yapmayıp size çok severek okuduğum George Perec'in iki kitabını tanıtmaya çalıştım. Değişik bir kitap (lar) okumak isterseniz ve eğer Perec okumadıysanız tavsiye ederim. Pişman olmayacaksınız:)