Rumeli Hisarı'nda Masalsı Bir Aşk Hikayesi!

"Eski aşklar Yeşilçam'da kaldı" lafı klişe olmaya yüz tutmuşken, fırtınalı sevdalar, çekişmeli ilişkiler günümüzde hem magazin basınında hem de yakın çevremizde -buna kendimiz de dahil- karşımıza bolca çıkıyor. Sevgilimizi elimizden almak isteyen dış mihraplar yoğun şekilde çalışırken bize de biricik aşklarımızı elimizde tutmak için yapmamız gereken çok iş düşüyor. Bu konuya nereden geldiğimi açıklıyorum!

8x4 yeni deodorantları Beauty ve Beast için muhteşem bir project mapping uygulaması daha yapmış. Gösterinin hikayesi kısaca şöyle: romantik bir aşk hikayesi kötü niyetli bir ejderhanın tehdidi altına giriyor. Kahraman erkeğimiz çekici kokusunun da yardımıyla güzel kızı kurtarıyor ve hikaye mutlu bir şekilde sona eriyor.

8x4 dünyasını Facebook'tan takip etmek isteyenler; http://www.facebook.com/8x4Turkiye



Bir bumads
advertorial içeriğidir.

KARAKÖY, MARTILAR VE ÇANLAR I

                                             Karaköy İskelesindeki martılar:)



                                                             Tezgahtaki balıklar



Galata Kulesi


İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen Galata Kulesi'nin çanı







Türk Ortodoks Kilisesi bahçesi



Dönme vakti:)



  


KARAKÖY, MARTILAR VE ÇANLAR II


Geçen gün bir sergiye gitmek için Karaköy'e gittim. Kadıköy'den motorlara binip Galata Köprüsü'nün altından geçip martıların karşıladığı Karaköy iskelesinde inip yürümeye başladım.



Karaköy eski binaları, camileri, yamuk yumuk arnavut kaldırımlı inişli çıkışları sokakları, Kemeraltı Caddesi, limanı, İstanbul Modern'i, Antrepoları, Tophanesi, aralara berelere saklanmış kiliseleri, okulları ile İstanbul'un en eski semtlerinden biri.

Galata Köprüsünün altından geçip Karaköy motor iskelesine vardığınızda etrafınızı martılar çevreler. Karşınızda uzaktan binaların arasından Galata Kulesi kendini gösterir tüm asaletiyle yıllardır.



Başlar kendi hikayesini anlatmaya;

Dünyanın en eski kulelerinden biriyim der kendisine bakanlara. 528 yılında Bizans  İmparatoru Anastasius tarafaından fener kulesi olarak yatırılmış, 1348 yılında Cenevizli'ler tarafından İsa Kulesi olarak tekrar inşaa edilmiş. Eski sur duvarlarına bağlanmış ve etrafına hendek kazılmış fakat 1861 yılındaki imar çalışmaları sırasında hendek doldurulmuş.  

1875 yılında kuvvetli bir fırtına sırasında kulesi yıkılmış ve tamir edilmiş ama bu tamirat sırasında kuşemin dış görünümü kısmen değişmiş. Çıkan yangınlar, fırtınalar, kullanımdan doğan yıpranmalar sonucu tamir edilerek günümüze kadar ulaşan Galata Kulesi yapılışından bu yana rasathane, yangın gözetleme kulesi, Kasımpaşa tersanelerinde çalışan harp esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Bodrumu zindan olarak olarak kullanılmış yapılan araştırmalarda bir çok kafatası ve ve kemik bulunmuş.

XVI yy Hazerfan Ahmet Çelebi'nin kollarına kanat takarak kuleden Üsküdar Doğancılar'a kadar uçtuğu söylenmektedir.

Kulede bir çok intihar olayıda yaşanmıştır. Bunlardan biride Ümit Yaşar Oğuzcan'ın 15 yaşındaki oğludur. Oğuzcan oğlunun intiharı üzerine Galata Kulesi adlı şiirini yazmıştır. 

Galata Kulesi
6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam benim oğlumdu...

Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
Bu adam benim oğlumdu

“Açarken ufkunda güller alevden”
Çıktı, her günkü gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü, kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
Bu adam benim oğlumdu

Küçüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
“Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat

6 Haziran 1973
Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş dünyaya inat
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
“Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat”... 

Kimse böyle bir acı yaşamasın diyerek Galata Kulesini geride bırakıp Karaköy'ün ara sokaklarından birine saklanmış olan Türk Ortodoks Kilisesi'ne giriyorum. Kapılar sonuna kadar açık, ortalıkta kimsecikler yok. Dolayısıyle kilise hakkında bilgi verebilecek  kimseyi göremiyorum ama içeri girip resim çekiyorum. Kilisenin bahçe ve giriş kısmı açıktı. Asıl ayin yapılan yeri kapalıydı. Bende elimdekilerle yetinmek zorunda kaldım. 



Meryem Ana Türk Ortodoks Kilisesi'nin geçmişi 1921 Kayseri'ye dayanıyormuş. 1921 yılında Kayseri'de Türk bağımsızlık mücadelesini destekleyen Pavlos Karahisarithis tarafından kurulmuş.



1924 yılında Karahisarithis ayinleri (Papa Eftim I) yönetmeye başlamış daha sonra adını Zeki Erenerol olarak değiştirmiş. Günümüzde ise Papa Eftim IV Paşa Ümit Erenerol görevini sürdürmektedir.

Şimdi sırada güzel bir sergi ziyareti ve biraz daha fotoğraf çekip eve dönüş var. Hangi sergi mi? Bir daha ki sefere onu da anlatacağım.

Şimdi hoşçakalın....

Mutluluk ve sağlıkla kalın:)

HALFETİ'NİN SARI YAĞMURU

10 Ocak 2012 tarihli yazımda Julio Llamazares'in Sarı Yağmur adlı kitabından bahsetmiştim. Roman Pirene Dağları'nda terk edilmiş bomboş bir köyün ve köyde köpeği ile tek başına yaşayan yaşlı Andres'in hikayesini anlatıyordu.

'...taşıyabilecekleri ne varsa arabalarına yükleyip evlerinin kapılarını kapadılar ve vadiden aşağı inen patikalarda ve yollarda sessizce yok oldular." diye anlatıyordu insanların köyden gidişini. 

Kitabı çok beğenmiştim ve okurken Türkiye'de terkedilmiş köyde Andres gibi tek başına yaşayan biri olabilir mi acaba diye sormuştum kendi kendime. Olur niye olmasın diye cevaplamıştım. Mesela ben Gökçeada'nın hayalet köyü Dereköy'de yaşayabilirim demiştim. 
Şehrin kaosundan sıkıldığımda Dereköy'ün terkedilmiş evlerini, ıssızlığını ve sessizliğini düşünürüm bazen. Gerçi insanın içini acıtan bir hikayesi ve görüntüsü var ama galiba benim içimdeki, hayalimdeki gizli sığınma yerimde orası. Neyse daha fazla uzatmayım...

Issız köyde yaşam soruma bir cevapta Milliyet Cadde'den geldi.

Halfeti'de bir bölümü Birecik Barajı'nın suları altında kaldığı için boşaltılan Savaşan Köyü'nde tek başına yaşayan Hasan Mutlu'nun haberini okuyunca işte bizim Andres dedim. Yarısı sular altında kalan köyde köpeği ile tek başına bir hayat. Sarı Yağmur'daki Andres'e göre daha şanslı belki. Kendi sebzelerini kendi yetiştiriyor ve yaşantısından memnun. Ben ona Halfeti'nin Sarı Yağmuru adını taktım. İşte onun hikayesi...

HAYALLERDE KALMADI
HAYALLERDE KALMADI
Uzaklara gitmek, şehrin karmaşasından kaçmak ve doğayla baş başa olmak fikirleri, hepimizin hayallerinde var. Ancak pek çoğumuzun bunları gerçekleştirmek için yeterli cesareti yok. Olanlarınsa keyfi bir hayli yerinde

“10 yılda bir yaşlanıyorum”
Hasan Mutlu (63) / Emekli işçi-Şanlıurfa (Terkedilmiş bir köyde yaşıyor)
“2000 yılından beri Halfeti’de, büyük bölümü Birecik Barajı’nın suları altında kaldığı için boşaltılan Savaşan Köyü’nde, tek başıma yaşıyorum. Uzun yıllar şehirde, beton yığınlarının arasında kaldım. Çocuklarım büyüdükten sonra kendi hayatımı yaşamaya karar verdim. Toprakla uğraşmak bana huzur veriyor. Yaz aylarında kendi ektiğim sebzeleri yiyorum. Diğer ihtiyaçlarımı şehirden karşılıyorum. Şehir hayatında her gün yaşlandığımı hissederken, burada 10 yılda bir yaşlanıyorum. İnsanlar bir başıma sıkılıp sıkılmadığımı merak ediyor. Yapacak o kadar çok şey var ki; sıkılmaya zaman bulamıyorum. Köpeğimle ve köy boşaltıldıktan sonra sahipsiz kalan kedilerle ilgileniyorum. Burada, güneşin doğuşu da batışı da insana ayrı keyif veriyor. Beni alıp İstanbul’un en güzel yerine götürseniz yaşayamam.”

Herkese içindeki ve hayallerindeki yerde mutlu bir yaşam diliyorum...