TRENDEKİ KIZ

Tesadüfen raflarda görüp kapak tasarımı ilgimi çektiği için aldığım ve iki günde bitirdiğim kitaptı Trendeki Kız...İlk başlarda hikayesi biraz karmaşık gelmesine rağmen ilerleyen sayfalarda taşlar yerine oturmaya başlayınca sonu da çorap söküğü gibi gelmişti..

Eşinden ayrılmış alkol sorunu olan Rachel her gün şehre indiği trenin penceresinden bir çifti izlemektedir. Tanımadığı bu mutlu çift hakkında hayaller kurmaya başlar..Adları, meslekleri, birlikte neler yaptıkları vs...Bir gün yine evlerinin önünden geçerken kadını bir başka erkekle evlerinin balkonunda öpüşürken görür. Kısa bir zaman sonra da kadının ortadan yok olduğu haberi çıkar. Şüpheli olarak kocası gösterilmektedir. Rachel kadının kocası ile temasa geçerek gördüklerini anlatır. Polise de ifade vermesine rağmen psikolojik durumunu göz önüne alan polis Rachel'in anlattıklarını dikkate almaz. Yapılan araştırmalar sonunda kadının ceseti bulunur ve olaylar bundan sonra hız kazanır.



Romanın filminin çıkacağını öğrendiğimde her zamanki gibi ön yargılı yaklaştım. Kitaplar mı filmleri mi diye sorduğumda kitaplar her zaman önceliklidir benim için. Onlarca sayfa 1.5 saate sığdırılmaya çalışılırken hikayenin tam olarak yansıtılamadığını düşünenlerdendim ki bunun örneklerini de çok görmüştüm.

Trendeki Kız için ise bu kez film diyeceğim. Karakterler, mekanlar, anlatım bu kez romanın önüne geçti bana göre..

Okumakla vakit kaybetmeyin, seyredin derim bu kez..


ŞEHİRDEN UFAK BİR SERGİ...

Hafta sonu yolu Fenerbahçe'ye düşecek olanlara ufak bir not...İki günlük mini minnacık bir fotoğraf sergisi..Khalkedon Fenerbahçe'nin bahçesinde...



Cide Gideros koyundan Kaş'a oradan da Sinop'a insanın içini açan, şimdi orada olmak vardı dedirten fotoğraflar...Üstelik bir kısmı da sadece I-Phone5 ile çekilmiş...





Görülmeye değer...





JULIETA

Hani hepimizin genetiğine işlemiş bir cümle vardır...Ülkede yaşayan tüm ergenlerin en az bir kere ailelerinden duyduğu ve gelecek nesillere ortak bir miras gibi aktarılan o meşhur cümle...

-Anne olduğunda anlarsın-

Tam da bu cümle üzerine yapılmış bir film Julieta...

Seyretmeden önce eleştirilerini okuduğumda gidip gitmemekte tereddüt etmiştim..Kimi çok beğenmişti kimi de Almodovar filmlerinin en hafifiydi diye yazıyordu. Gitmeli görmeli öyle karar vermeli dedim..İyi ki de gitmişim...Ben çok ama çok sevdim...



Renkler, manzaralar,mekanlar, oyuncular, doğallık...Tam bir kadın hikayesi...Almodovar kadınları..

Orta yaşlarında bir kadın olan Julieta sevgilisi ile Portekiz'e taşınma kararı almış ve hazırlıklarının son aşamasına gelmiştir. Bir gün yolda uzun süredir görmediği kızı Antia'nın çocukluk arkadaşı Beatriz ile karşılaşır. Beatriz, Antia'nın 3 çocuğu olduğunu ve İsviçre'de yaşadığını söyler.

Bu karşılaşma Julieta'nın kararını değiştirmiştir. Portekiz'e gitmekten vazgeçtiği gibi kızının bildiği ve yıllar önce birlikte yaşadıkları apartmana taşınma kararı alır. Burası kızından gelebilecek bir mektubun ulaşabileceği tek yerdir. Bu arada anılarını yazmaya başlar...Yazdıkça geçmişiyle hesaplaşır ve bir gün beklediği haber gelir...

Gitmediyseniz mutlaka görün derim..Özelliklede ergenlik çağında kızları olan annelerin görmesi gereken bir film...Mendillerinizi de unutmayın...

İyi seyirler...





İŞTE GELDİM BURADAYIM :)

Biliyorum çok uzun süredir yazmadım...Tembellik boyutlarımı fazlası ile aştım ama bu arada bir köşede elimde kitap kahve oturmadım tabii ki..Ha onu da yaptım ayrı..Zaten kitaplar hayatımın ayrılmaz parçası..Olmazsa olmazı..
Kitap fuarlarına gittim..Her gidişimde kendi kendime söz verdiğim üzere..Elinde okunacak boyunca kitabın varken almayacaksın..Sadece bakacaksın..Elindekiler bittiğinde alınmak üzere not alacaksın..Diye gitmeme rağmen tabii ki böyle yapmadım..Torbaları doldurup döndüm..


Tebdili mekanda ferahlık vardır diyerek bindim bir kuşun kanadına biraz uzaklara gittim biraz yakınlarda dolaştım..Güzeldi..Gezmek olur da güzel olmaz mı..Oldu tabii..Yıllar sonra tren sesiyle uyumak güzeldi..Sabah bisikletle işlerine giden insanları seyretmekte öyle...Sabahın soğuğu ile hiç bilmediğim bir şehrin sakin sokaklarında yürümekte..


Filmleri de ihmal etmedim bu arada..Kah sinemada kah evde..Bu sene biraz daha film diyorum...Ve tiyatro..Ve söyleşi...

İşte geldim buradayım...

Görüşmek üzere...Kalın sağlıcakla...




KELİMELER...








Hayal kurmak kolaydır...

Kelimelere dökmek zor...

Beğendirmek ise en zoru...

Y.K.E

FAHRİYE KAFE'DE YAZMAK...OKUMAK...


Hava soğuk mu soğuk ellerim ceplerimde ya da ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla.

Bugün günlerden Kafe Fahriye. Yine Kadıköy'deyim.Moda'da bu kez. Durup dinlenecek nefeslenecek bir yer lazım. Moda'nın şirin mi şirin kitap kafesinin sıcacık kapısından içeri girip yukarı çıkıyorum. Kendime bir filtre kahve bir de cevizli tarçınlı kek söylüyorum. Arka masada üç genç kız oturmuş, aşk hikayeleri dönüyor kelimelerinde. Birazda arkadaş 
dedikoduları.




Yanımdaki masada güzeller güzeli kedicik kıvrılmış uyuyor sandalyede. Hayvan dostu Fahriye. Kedisi bir yanda kitapları bir yanda. İster yaz ister oku diye tanımladığım  tam benlik bir mekan. 

Bu arada çocuk yakışıklıymış ama galiba bazı tikleri varmış.

Dışarıda hafif hafif kar atıştırıyor. Meteoroloji alarm vermeye başlamıştı evden çıkarken. Onun başlangıcı mı acaba? İlerleyen saatlerde göreceğiz ne olacağını. Çocuklar okuldan çıkmış, ellerinde karneler. Yaşasın sömestr tatili. 

Bu sene bana olduysa her kar tatilinde bende çocuklar gibi sevindim. Facede paylaşmalar falan filan. Arkadaşımın dediğine göre ruhumuza işlemiş söküp atamıyoruz :) Niye atayım ki?


Kedili masaya iki genç daha geldi. Yanındaki sandalyeye usulca oturdular. Lise öğrencisi olabilirler. Daha yukarısı değil. Belli ki flört aşamasındalar. Mırıl mırıl fısıl fısıl. Tam olması gerektiği gibi. Ne mutlu yaşlarının onlara getirdiği güzellikleri, değerleri yaşayabilenlere...Parayla pulla alınacak şey değil bunlar. Dünyaya güzel bakış açısı yeterli...Sağlıklı olan da bu bence.

Bugün dedikoducu günümde miyim? Değilim. Böyle yerlerde çevremdekilerin ne konuştukları, ne yaptıkları, ne giydikleri, kimle oldukları beni hiç ilgilendirmez aslında. Tam tersine kahvem, kitabım ve not defterimle çok mutluyumdur -Bana da bakan dinleyen olursa çok rahatsız olurum- ama bugün eğitimdeyim, stajdayım ne derseniz o durumdayım.

Okuduğum bir yaratıcı yazarlık sitesinde dışarı çıkın diyor. Mesela bir kafede yazmaya çalışın. Etrafınızdaki kişileri inceleyin, konuştuklarına kulak kabartın, not alın. (Ne yalan söyleyim pek sevmedim  bu durumu ama yaptım işte. Milletin özel hayatına girmek gibi oldu. Kendimi paparazi gibi hissettim. Bünyeye ters geldi...). Sonrada bu aldığınız notlarla belki bir hikaye çıkabilirsiniz veya hikayenizin içinde kullanabilirsiniz. 


Çok sevdiğim yazarlardan Nazlı Eray CKM'deki söyleşisinde ara sıra Ankara'da bir pastanede yazılarını yazdığını söylemişti. Sesten rahatsız olup olmadığını sorduklarında bazen dedi. Bazen de su şişesinin açılışı ve o suyun bardağa dökülürken çıkardığı ses bile ilham oluyor diye cevaplamıştı.

Geçtiğimiz yıllarda Ayfer Tunç'a rastlamıştım bir kafede. Elindeki not defterine bir şeyler yazıyordu. O da çok sevdiğim yazarlardan biridir...Hele ki Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabı...Okumayanlara tavsiye ederim. Geçmiş bu kadar mı tatlı anlatılır...Ayfer Tunç'un kalemiyle anlatılırmış...

İşte ben de bugün bunu deneyimledim. Mekan olarak Fahriye'yi özellikle seçtim. 

Hımmm kız cep telefonundan çocuğa bir şeyler gösteriyor. Dur bakiim fotoğraf mı onlar? Evet,
Doğum günü fotoğrafları. Yorumlar, gülüşmeler...




Arka taraftaki kızlar konuşmaya devam ediyor. "Gerçekten bana çok baktı. Bir de bana dedi ki sana umut vermek istemiyorum." Hadi bakalım hayırlısı...Bence iş çıkmaz ondan diyemedim tabii.

Artık gitme vakti. Sonuç olarak, evet, yazdıkları gibi biraz daha kalabalık yerde daha çok yazılacak konu çıkar ama ben sevmedim bu insanlara kulak kabartma işini. Neyse...

Uğrarsanız cevizli tarçınlı ev yapımı kekini tavsiye ederim. Filtre kahvenin yanında iyi gidiyor.

Fahriye Abla yapmış...Güzel komşumuz :)