KAHVESİZ GÜN AYMAZ

 Hayat kahveden sonra başlar ☕ 

Bir fincan keyifle içilen kahveden güzeli var mıdır? Yanındaki lokum mudur? 

Üstüne kapatılan fal mıdır? 

Yanında okunan iki satır mıdır yoksa karşılıklı sohbet midir ona bu tadı veren? 

Hepsi bir aradadır bence...

Kahvesiz gün geçmez, içilmeden gün aymaz 🌞 gece batmaz🌛

Günaydın o zaman ☕

Gününüz aydın olsun...Sağlıklı ve mutlu olsun...🌸🌺🌼🍂🍁🐞🦋






STEPHEN KING YAZMA SANATI

Yazarların yazma hikayelerini çok severim, merak ederim demek daha doğru olur belki de. Stephen King çok okuduğum bir yazar değildir ama kitaplarından senaryolaştırılan filmlerini izlediğim olmuştur. Hayvan Mezarlığı gibi..




Bu yaz kitaplarım arasında yazma serüvenini anlattığı Yazma Sanatı adlı kitabı vardı..Ve şöyle başlıyor...

"Bu bir otobiyografi değil. Daha ziyade bir çeşit curriculum Vitae, bir yazarın nasıl biçimlendiğini anlatma çabam. Burada bir yazarın nasıl yaratıldığını anlatmaya çalışmadım; yazarların şartlar ve iradeyle yaratabileceğine (bir zamanlar inansamda da) inanmıyorum. Mevcut donanım orijinal paketin içinde geliyor. Ancak bu kesinlikle olağan dışı bir donanım değil; ben birçok insanın yazar ve hikaye anlatıcı olarak bir yeteneğin güçlendirilip geliştirilebileceğine inanıyorum. Buna inanmasam, böyle bir kitap yazmak büyük bir zaman kaybı olurdu."

Güzel başladı..Zevkle okunacak gibi görünüyor...📖


STEPHEN KING           YAZMA SANATI         ALTIN KİTAPLAR            Çeviri GÖKÇE YAVAŞ


JORGE AMADO'YA SELAM OLSUN




'İnsanın anayurdu çocukluğudur' demiş Jorge Amado...
Ondandır deli denize olan tutkum ve karşımdaki Kaybolan Adalar 🎏🎐



www.hikayelerimvar.com







FLANÖZ

Montreal, Viyana,  Budapeşte, Prag, Belgrad, Paris, Londra, Berlin...Yurtiçi, yurtdışı derken Flanözle geri dönüş yapmam en doğrusu olur diye düşündüm Bir Hikayem Var'a...Uzun oldukça zaman oldu yazmadığım...

Valizimde her yolculukta olduğu gibi bir sürü anı bir o kadar fotoğraf illaki okunacak kitaplar ve  fotoğraf karelerine dökülemeyecek kadar kısacık anlardan oluşan ama beynimde yer eden güzellikler vardı. Tabii her zaman her şey güllük gülistanlık değildi..Ayağımın takılıp düştüğüm zamanlarda oldu işten güçten bunalıp imdat diye bağırdığım zamanlarda...Ve böyle de devam etmekte sağlık olsun yeter ki..İşte biter gezi de olur kitapta okunur anlar da yakalanır...



Flanöz dedim...İçinizde okuyanlar  vardır. Kitabı ilk gördüğümden ne yalan söyleyim okur muyum acaba diye düşündüm..Bir kaç sayfayı karıştırdıktan sonra  sanki biraz sıkıcı geldi bıraktım aldığım rafa...Gittim yerine Marie Claire dergisini aldım. Oturdum bir kafeye sayfalarını karıştırıyorum.."Sidik kokan sokakları seviyorum" diye bir başlık..Iyyk dedim kim sever ki sidik kokan sokakları caddeleri diye sorgularken karşıma Lauren Elkin çıktı...Flanöz'ün yazarı...

Sayfalar ilerledikçe bu benim dedim. Beni, kendini,sizleri ve bizler gibi binlerce insanı anlatmış. Kendimden çok şey buldum.

"Şehri sokakları gezinerek, karanlık köşelerini araştırarak, binaların ön cephelerinin ardına göz atarak, gizli avlulara girerek tanıyordu."

"Bırakın yürüyeyim. Bırakın kendi hızımda ilerleyeyim. Bırakın hayatın içimde etrafımda dolaşmasını hissedeyim. Bana heyecanlı olaylar verin. Bana beklenmedik dönemeçleriyle köşe başları verin. Bana tekinsiz kiliseler, güzel vitrinler ve uzanabileceğim parklar verin."



"Caddelerde hayaletleri ararım hep. Paris'ten o kadar insan gelmiş geçmiş; onlardan geriye kalan bir şey var mı? Şehrin bazı bölgeleri orayı terk etmeyecek kadar yaşlı ruhlar tarafından ele geçirilmiş gibidir hala..."

"Mekanlar olayları hatırlatır."

Tadımlık bir kaç satır Flanöz hakkında az da olsa fikir vermiştir diye düşünüyorum...

Gezmeyi, görmeyi, bakmayı, tüm yaşadıklarını içine sindirmeyi ve yürümeyi seven herkese...

Flanöz'ü okumadan geçmeyin derim..

Sevgiyle kalın..😍





KELİMELER..

Kelimelerle oynamayı severim.

Kimi aşüfte nereye çeksen oraya gider ele avuca sığmaz, kimi ağır başlı olduğu yerde çakılır kalır. Alıp başka yere koymaya kalkarsın ıhh inat eder ayak direr sonunda gittiği yerde eğreti durur. Olmaz, uymaz. İntikamını alır kendince.

Sevgi sözcükleriyle dolu cümleler de kurulur,  katı açılmamış küfürlerle dolu en edepsizinden  cümleler de..

Bazıları kifayetsiz kalır. Kaleminiz işlemez..Durur..Boğazınızda 40 düğüm. İnsanın içini de kanatır, acısını da dindirir.

Bazen tek bir hece yeter derdimizi anlatmaya, bazende sıra sıra dizersin sadede gelmezler.

Ağzından çıkan kelimeye dikkat et der büyükler. Sihirlidirler..Kelimelerin güçleri vardır. Seni rezil de eder vezir de. Öyle bir çarpar ki neye uğradığını şaşırırsın. Koruyucudur aynı zamanda yeter ki kullanmayı bil.

Bazen hatırlayamazsın, beyninin kıvrımlarında saklanır çıkmazlar ya da en olmadık yerde aklına bir kelime gelir seni uzaklara taşır..Belki geçmişteki bir sevgiliye. Hikaye olur dökülür kağıda.

Yazmayı sevenler için çok önemlidir kelimeler. Bir yandan can dostudur diğer taraftan en azılı düşmanı. Yazmak bir tür deliliktir kelimeler ise en azılı deliler. Sayfalarca yazar bir hareketle buruşturup hepsini çöpün dibine atarsın. Harflerle rakamlar birbirine karışır. Çığlıkları duymazsın bile. Birden tüm değerini kaybeder her şey.  Akreple yelkovan isyan eder.

"Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler
ağzına dolar insanın
sussan acıtır
konuşsan kanatır." demiş Oğuz Atay.

İşte öyledir kelimeler..Oynamayı sevdiğim..








ÖZLEDİM




Bu aralar yapmayı özlediğim o kadar çok şey var ki. Biraz bahar biraz da yoğun koşturmanın verdiği yorgunlukla evde oturmayı özledim mesela. Şöyle yanıma kahvemi alıp ayaklarımı uzatıp kitap okumayı. Hem de öyle böyle değil. Sabahtan akşama kadar çalan telefona ve kapılara aldırmadan gün boyunca satırların arasında yok olmayı. Şu aralar Paul Auster'in Cam Kent'ini okumaya çalışıyorum İstanbul'un ufak bir kafesinde verdiğim kısacık molalarda.

Güzel bir film seyretmeyi özledim mesela ama geçenlerde şöyle bir göz gezdirdim ne var ne yok sinemalarda diye. Hani geçte olsa belki giderim diye..Pek kayda değer bir şey bulamadım doğrusu. Belki ilerideki günlerde.

Evimin yakınlarında zaman zaman yürüyüşe gittiğim parkı özledim. Ağaçlar çiçek açmıştır şimdi. Ya köpekler..Onları da özledim. Mama götürdüğümde beni gülen yüzleriyle karşılamalarını.. 🌳🌿🌼🌺🌸🌷🌹

Kitapçıları arşınlamayı özledim mesela. Her defasında sadece yeni çıkanlara bir bakiim ama almayacağım diye kapısından girip elim kolum kitap dergi dolu çıkmayı..

Yazmayı özledim. Öykülerimi yazdığım defterlerimi ve rengarenk kalemlerimi. Çalışma masamın üstünde öyle boynu bükük duruyorlar şu aralar. Oysa yazacak anlatacak o kadar çok şey birikti ki..

Arkadaşlarımla dedikodu yapmayı da özledim. Kahve falı uydurmayı da :) ☕

Ilık geçen bir kışın ardından yağmayan karı da özledim mesela.. Kimsenin canını yakmadan şöyle inceden inceden bile yağmadı bu sene buralarda..Kısmet seneye artık..⛄☃

Sağlık olsun her şey olur..:) Er ya da geç...

Musmutlu rengarenk bir bahar geçirmemiz dileği ile...🌷🌸🌹🌺🌼🍀🌿








MARİNA

Biri bana sis veya ay ışığının altında ahmak ıslatan gece yağmurları ya da şehrin eski dar sokakları, yıkıntıları, malikanelerinden sokağa yayılan piyano sesi ve soyu tükenmekte olan insanlar hangi yazarın kaleminden çıkmıştır diye sorsa hiç düşünmeden Carlos Ruiz Zafon derim..

Rüzgarın Gölgesi, Meleğin Oyunu, Cennet Mahkumu, Sisler Prensi'den sonra şimdide Marina kitapçılarda..

Marina aslında yazarın 1996-97 yıllarında yazdığı ilk kitaplarından. On yıllık kötü bir baskı sürecinden sonra okuyucularıyla buluşmuş. Türkiye'de ise 2018 de Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından ilk basımını yapıldı.



Roman 1979 eylülünde  yatılı okulda okuyan Oscar Drai'in okuldan kaçarak Barcelona'nın eski sokaklarına karışmasıyla başlıyor.  Yedi gün yedi gece boyunca kimse Oscar'dan haber alamıyor. Oscar şehrin eski mahallelerini keşfederken harabe bir malikanede babasıyla birlikte yaşayan Marina adlı garip bir kızla tanışıyor. Kız onu bir mezarlığa götürüyor. Birlikte pazar ayinin izlerlerken bir mezarın üzerine tek bir gül bırakan siyah pelerinli kadını görüp  takip etmeye başlıyorlar.

Yarattığı karakterleri, büyülü mekanları, başarılı kurguları ve anlatım dili ile yazdığı öykülerin üstüne yıldız tozları serpen bir yazardır bana göre Zafon...

Bu aralar yoğun koşturmamın arasında ufak kahve molalarıyla kaçamak yapmamda yardımcı oluyor Marina...Biraz gotik biraz gizem...Kafa dağıtmaya birebir...
















BEYAZ GECELER




"Evlerle de tanışırız.Yürürken sanki hepsi beni selamlamak için sokakta sıraya dizilir ve bütün o pencereleriyle bana bakıp benimle sohbet ederlerdi: "Merhabalar sağlınız nasıl? Ben Tanrı'ya şükür gayet iyiyim, mayısta bir kat çıkacaklar," ya da "Nasılsınız? Yarın bir onarım göreceğim de", ya da "Az kalsın cayır cayır yanacaktım, öyle korktum ki." Aralarında sevdiklerim,yakın dostlarım vardı; bunlardan biri, bu yaz bir mimarın elinden geçecekti. Her gün özellikle evin önünden geçmeliydim ki, ustalar yanlış bir iş yapmasın, Tanrı saklasın!...Ama o açık pembe, güzel mi güzel, sevimli evin başına gelenleri asla unutmayacağım.Ufacık, taş bir evdi, bana hep dostça bakardı; hantal komşularının yanındaki mağrur duruşunu görünce, evin yanından geçerken bile yüreğime mutluluk doluyordu. Bir gün, geçen hafta, yine o yoldan geçerken dostlarıma baktım ve birden acı bir haykırış duydum:"beni sarıya boyuyorlar!" Şeytanlar! Barbarlar! Hiçbir şey ellerinden kurtulamamıştı: ne sütunlar, ne saçaklar; kanarya gibi sapsarı olmuştu dostum. Sırf bu olay nedeniyle sarıdan hiç hoşlanmam, zaten o günden beri de Sarı İmparatorluk'un rengine boyanarak güzelliğinden edilmiş o zavallı dostumu görmeye içim el vermedi"



Dostoyevski'nin bu satırlarını okurken İstanbul'un  Galata, Balat, Üsküdar gibi semtlerinde kalan eski evlerin arasında dolaştım. Kimi restorasyona kurban gitmiş veya gitmek üzere kimi de kentsel dönüşüm canavarının ağzında 😟 Tarihi eser kapsamına girenler ise ayrı bir içler acısı. Neyse ki arada derede paçayı kurtarmış olanlar var da zaman buldukça gidip aralarında eskiyle özlem giderebiliyoruz. Yok olanların yerlerine dikilenlerden bahsetmek bile istemiyorum 😒Hepsi birbirinden soğuk estetik faciası..Çok mu acımasızım ? Hayır hiç sanmıyorum...Eminim benim gibi düşünen bir çok kişi vardır. Ne desem ne yazsam faydası yok biliyorum zaman hızla ve acımasızca akıyor. Her ne kadar şehrin geçmişine tevellüdüm yetmese de ben eski İstanbul'u istiyorum..



MUTLU İNSANLAR KİTAP OKUR VE KAHVE İÇERLER

Üstüne bir de fal kaparlar...Neyse halim o çıksın falım diye rastgele şöyle bir fincanı çevirip kenara bırakırız.

Her zaman olmasa da nadiren kitap seçimlerimde böyle oluyor. Rastgele...Kitapçının rafında görüp bazen ismine bazen de kısacık arka sayfa yazısına tav olup alıyorum. Genelde bu şekilde seçtiklerim  ülkemizde adı sanı duyulmamış yazarların eserleri oluyor. İçlerinde gerçekten okunmaya değer güzel kitaplarda çıkmıyor da değil. Kendi ülkesinde bir çok kitabı yayınlanıp Türkiye'de tek kitapla kalanlarda var içlerinde Gümüş Karası Deniz gibi..

Mutlu İnsanlar Kitap Okur ve Kahve İçerler'de isminin cezbettiği  kitaplardan biri. Bir dramla başlayıp eski fotoromanlardan fırlamış bir aşk hikayesiyle devam edip okuyucuyu ters köşeye yatırarak sonlanan bir roman.



Diane, eşi Colin ve kızı Clara'yı trajik bir trafik kazasında kaybettikten sonra hayata küser. Kendini toparlamak için işletmekte olduğu Mutlu İnsanlar adlı kitap-kafesini arkadaşına emanet ederek İrlanda'nın bir köyüne gider. Orada bir ailenin kır evini kiralar. Komşusu ve aynı zamanda ailenin yeğeni olan Edward'la tanışır. Edward ve Diane ilk başlarda birbirlerinden hiç hoşlanmasalar da daha sonra aralarında bir yakınlaşma olur. İlk başlarda Diane'ı sürekli aşağılayan kaba saba Edward eşini ve çocuğunu kazada kaybettiğini öğrenince bir anda Diane'a karşı değişir. Aralarında aşk kıvılcımları canlanmaya başladığı sırada Edward'ın eski kız arkadaşı Megan ortaya çıkar. Her ne kadar Edward Megan'a yüz vermez ve Diane'la bir hayat kurmak istediğini söylese de Diane yol ayrıma gelmiştir ve bir seçim yapmak zorundadır. Kitabın sonunu tahmin etmişsinizdir diye düşünüyorum.

Kitap yazma süreci çok zor ve sancılı bir süreç bunu kabul ediyorum ama bu kitabı bizlerden biri yazsaydı basarlar mıydı diye düşünmeden edemedim doğrusu.

Eğer raflarda görüp benim gibi merak edip okumak isterseniz vakit kaybı derim.

Keyifle okuyacağınız ümitle açılıp kazançla kapanan kitaplarınız olsun...📖📖🍵🍵



ESKİLERDEN BİR KUPLE...

Koşturmayla geçen koskoca bir haftadan sonra isli puslu soğuk bir hafta sonu bana hediye gibi geldi doğrusu. Cumadan aldığım kitap ekleri, halen okumakta olduğum kitap ve zaman zaman açıp karıştırdığım eskiler biraz da olsa dinlenmemi sağladı. Araya bir iki film de sıkıştırmakta fena olmadı doğrusu. Film demişken halen izlemediyseniz Arif V 216 i tavsiye edebilirim...

Eski kitaplar derken yazın okuduğum Sputnik Sevgilim'i elime aldım tekrar. Haruki Murakami'nin Japonya'dan Yunan adasına uzanan romanı.

Sahilde Kafka, Sputnik Sevgilim, Karanlıktan Sonra ve İmkansızın Şarkısı...Hepsi birbirinden güzel ve zevkle okuduğum romanları yazarın. Müzik, kediler, hayal ve gerçek arasında gidip gelmeler, doğaüstü olaylar, karakterleri özellikle de kadın karakterleriyle Murakami'nin kütüphanemde ayrı bir yeri var. Sırada da okumadığım kitapları..

Sputnik Sevgilim'den çok sevdiğim iki paragrafı paylaşarak çok güzel bir hafta diliyorum hepinize...



"Biliyor musun, kafamın içi yazmak istediklerimle dolu. akıl almaz büyüklükte bir ambar orası" demişti Sumire. "Bir sürü imge, manzara, parça parça sözcükler, insan suretleri ...hepsi beynimin içinde göz kamaştırıcı bir şekilde parlıyorlar, capcanlılar. Bana "Yaz hadi!" diye bağırdıklarını duyup, oradan mükemmel bir hikaye çıkacak diye düşünüyorum. Yeni bir yere gidiyormuş duygusuna kapılıyorum. Ama masa başına geçip yazmaya kalkışınca önemli bir şeylerin yitip gittiğini anlıyorum. Kristalleşemiyorlar sanki, çakıl taşları gibi öylece kalakalıyorlar. Ve ben de hiç bir yere gidemiyorum."

"Güçlenmenin kendisi kötü bir şey değil. Elbette değil. ama bugün düşündüğümde, güçlü biri olmaya kendimi o kadar alıştırmışım ki zayıf insanları anlamaya çalışmıyordum. Şanslı olmaya fazlasıyla alışmıştım, bazen karşılaştığım talihsiz insanları anlamaya gayret etmiyordum. Sağlıklı olmaya o kadar alışmıştım ki, hasta insanların acılarını anlamaya çalışmıyordum. Bir şeyler kötü gidince sıkıntıya düşen, olanlar karşısında aklı başından giden insanları görünce, bu durumun sadece onların yeterince gayret göstermemelerinden kaynaklandığına inanıyordum.Dillerinde yakınma eksik olmayan insanların, temelde tembel olduklarını düşünüyordum. O günlerde hayat görüşüm katı ve pratikti, sıcak insani duygulardan yoksundu. Ve bu durum konusunda beni uyaran tek bir kişi yoktu etrafımda."

Eğer okumadıysanız Sputnik Sevgilim'i tavsiye edebilirim. 📖☕💙 Şu kış günlerinde yazı özleyenler için bire bir...Tozlu, sıcak rüzgarın estiği bir limandan feribota binip gökyüzünde yıldızların parladığı ahşap panjurlu beyaz evlerin, üzüm bağlarının arasında dolaşmak için iyi bir fırsat :)