YILDIZLAR YAYILIVERMİŞ...






Yıldızlar yayılıvermiş bu gece başımın üstüne
Rüzgarlar geçiyor içimden şairin dediği gibi
Sessizlik kaplamış her yeri
Titrek sokak lambasının ışığında pırpırlar...
Dalgalar denizin kokusunu katmış önüne
Süzülüyor arnavut kaldırımlı dar sokakların içine...
Ay yükseliyor aheste aheste 
Yakamozlar oynaşmaya başlıyor ışıl ışıl
Gölgeler uzarken saatin tiktaklarında
Bir şarkı duyuluyor radyodan...
Kimine hüzün taşıyor, kimine neşe...
Maviye boyanmış tahta iskemlede oturup
Demleniyor geçmişine, geleceğe ve geceye...

Yeşim Kuşçu Ermutlu

1 TEMMUZ DENİZCİLİK VE KABOTAJ BAYRAMI





Kolay değildir denizci olmak...Günlerce, aylarca, haftalarca ailenden uzak denizlerde yol almak...Gece, gündüz fırtınayla boğuşmak...
Denizci çocuğu olmak ta kolay değildir...Her fırtınada şimdi babam ne yapıyor acaba diye düşünmek. Acaba o da mı böyle bir havanın içinde yol alıyor diye uykuya dalmak...Kokusunu özlemek.
1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramımız Kutlu Olsun...

Denizde olanların yolu her zaman açık olsun...

Babamla çıktığım seferlerde duyduğum gibi...

"Hadi Alesta vardiya...Allah selamet versin..."

SEVGİLİ GÜNLÜK...BUGÜN GÜNLERDEN ÇUKURCUMA...



Her gezide olduğu gibi sabah erkenden Kadıköy İskelesinde aldık soluğu. Bugün günlerden Çukurcuma. İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden biri. Eskinin kalbinin attığı çıfıt çarşısı. İstanbul'un La Boheme'i... Sürekli bu şehri en çok arkamda bırakıp giderken seviyorum desem de yine de İstanbul'la aramda bitmez tükenmez sado-mazoşist bir ilişki var  her zaman için. Trafiğinden, kalabalığından şikayet etsem de İstanbul'un sunduğu güzelliklerden de vazgeçemiyorum. Gökdelenleri, AVM'leri beni ilgilendirmiyor üstelik  İstanbul'un silüetini bozan, şehri boğan, özelliğini kaybettiren bu sevimsiz yapılara çok soğuk bakıyorum ama eski mahallelerinden, dar sokaklarından geçmişi fısıldayan yapılarından vazgeçemiyorum. Benim İstanbul'um da hala güneş görmeyen dar sokaklarındaki ufak dükkanların içinde soyu tükenmekte olan zanaatkarı, beklenmedik bir anda karşıma çıkan sahafı, bakırcısı, terzisi, şapkacısı, marangozu vs var. İyi ki varlar...Onlarla nefes alabiliyorum.


Konuşa konuşa yürüyoruz Arnavut kaldırımlı sokaklardan. Yavaş yavaş dükkanlar belirmeye başlıyor. Hepsinin önünde eski eşyalar, kaldırımlara yayılmış. Hepsinde ayrı bir yaşanmışlık...Dilleri olsa da anlatsalar hikayelerini.


Kim bilir neler yazıldı tuşlarında ?


İçimdeki gramafonda La Boheme çalıyor durmadan. Ve ilerliyoruz iki tarafımızı sarmış dükkanların arasında günümüzden geçmişe doğru...Her adımda ayrı bir fısıltı...






Biraz soluklayıp sohbet ediyoruz Tombak'ta. Her keseye göre antika var diyor sahibi. Yeter ki zevkinize uysun. 






Çukurcuma kedisiz olur mu hiç? 



Bu bavul bana Çiğdem Talu'nun "Çek git diyor şeytan, git sessiz sedasız." şarkısını hatırlatıyor. Ama olmuyor işte...Gidilmiyor öyle kolay kolay...Hele böyle güzellikler varken...

Çok güzel şeyler doldurduk tahta valizimize bugün.  Güzel anılar, fotoğraflar, pekişen dostluklar...Daha paylaşacak çok fotoğraf var ama bugünlük bu kadar...


 Dönüşe geçmeden önce son bir şey kaldı yapılacak...


Mis kokulu bir Türk kahvesi içmek...

Sıradaki durağımız Balat...

Görüşmek üzere...Sevgiyle kalın...La Boheme eşliğinde...