'Bir Hikayem Var' diyerek başladık blogumuza. Hepimizin ve herşeyin bir hikayesi var yaşadığımız şu dünyada. Ufacık bir çakıl taşından, ulu çınar ağacına, minicik bir bebekten, yaşlı tonton ihtiyarlara, sevimli bir köpek yavrusundan, denizyıldızına kadar.
Bu hikayeler yaşamdan çıkıyor, bizlerin yaşamından.
Okuduklarımızı, gördüklerimizi, duyduklarımızı, yaşadıklarımızı kısacası hikayelerimizi paylaşmak dileğiyle...
Kolay değildir denizci olmak...Günlerce, aylarca, haftalarca ailenden uzak denizlerde yol almak...Gece, gündüz fırtınayla boğuşmak...
Denizci çocuğu olmak ta kolay değildir...Her fırtınada şimdi babam ne yapıyor acaba diye düşünmek. Acaba o da mı böyle bir havanın içinde yol alıyor diye uykuya dalmak...Kokusunu özlemek.
1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramımız Kutlu Olsun...
Her gezide olduğu gibi sabah erkenden Kadıköy İskelesinde aldık soluğu. Bugün günlerden Çukurcuma. İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden biri. Eskinin kalbinin attığı çıfıt çarşısı. İstanbul'un La Boheme'i... Sürekli bu şehri en çok arkamda bırakıp giderken seviyorum desem de yine de İstanbul'la aramda bitmez tükenmez sado-mazoşist bir ilişki var her zaman için. Trafiğinden, kalabalığından şikayet etsem de İstanbul'un sunduğu güzelliklerden de vazgeçemiyorum. Gökdelenleri, AVM'leri beni ilgilendirmiyor üstelik İstanbul'un silüetini bozan, şehri boğan, özelliğini kaybettiren bu sevimsiz yapılara çok soğuk bakıyorum ama eski mahallelerinden, dar sokaklarından geçmişi fısıldayan yapılarından vazgeçemiyorum. Benim İstanbul'um da hala güneş görmeyen dar sokaklarındaki ufak dükkanların içinde soyu tükenmekte olan zanaatkarı, beklenmedik bir anda karşıma çıkan sahafı, bakırcısı, terzisi, şapkacısı, marangozu vs var. İyi ki varlar...Onlarla nefes alabiliyorum.
Konuşa konuşa yürüyoruz Arnavut kaldırımlı sokaklardan. Yavaş yavaş dükkanlar belirmeye başlıyor. Hepsinin önünde eski eşyalar, kaldırımlara yayılmış. Hepsinde ayrı bir yaşanmışlık...Dilleri olsa da anlatsalar hikayelerini.
Kim bilir neler yazıldı tuşlarında ?
İçimdeki gramafonda La Boheme çalıyor durmadan. Ve ilerliyoruz iki tarafımızı sarmış dükkanların arasında günümüzden geçmişe doğru...Her adımda ayrı bir fısıltı...
Biraz soluklayıp sohbet ediyoruz Tombak'ta. Her keseye göre antika var diyor sahibi. Yeter ki zevkinize uysun.
Çukurcuma kedisiz olur mu hiç?
Bu bavul bana Çiğdem Talu'nun "Çek git diyor şeytan, git sessiz sedasız." şarkısını hatırlatıyor. Ama olmuyor işte...Gidilmiyor öyle kolay kolay...Hele böyle güzellikler varken...
Çok güzel şeyler doldurduk tahta valizimize bugün. Güzel anılar, fotoğraflar, pekişen dostluklar...Daha paylaşacak çok fotoğraf var ama bugünlük bu kadar...
Dönüşe geçmeden önce son bir şey kaldı yapılacak...