YAZMAK...



“Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın... Gecelerinizin en sessiz saatinde kendinize şu soruyu yöneltin: İlle de yazmam gerekiyor mu?.. Sorduğunuz sorunun karşısına ‘Evet, yazmam gerekiyor’ gibi güçlü ve yalın bir yanıtla çıkabiliyorsanız, o zaman bu zorunluluğa göre kurun yaşamınızı; en sudan, en değersiz saatine varıncaya dek yaşamınızı bu içsel dürtünün simgesi ve kanıtı yapın.”

Rainer Maria Rilke -Genç Bir Şaire Mektuplar-

TANRILARA ADANMIŞ BEDENLER





Elly Griffiths'in ikinci romanı Tanrılara Adanmış Bedenler'de adli arkeolog Ruth Galloway bu kez kapı eşiğinde bulunan çocuk kemiklerinin peşine düşüyor. 

Victoria dönemine ait bir evin yerine yapılacak olan yeni binanın kazısı sırasında kapı eşiğinin altında bulunan kemikleri inceleyen Ruth bunların bir çocuğa ait olduğunu tespit eder. Araştırmaları derinleştikçe evin bulunduğu arazide daha önceleri Secret Heart rahibeleri tarafından yönetilen bir yetimhane olduğu ortaya çıkar. Kemikler incelemeye gönderilir. Gelen sonuç şaşırtıcıdır. Kimdir bu çocuk ? Kanlı bir ayin sonucu tanrılara adanmış bir kurban mı, yoksa cinayete kurban gitmiş bir çocuk mu?  

Arazinin sahibi Spens ailesinden Edward Spens inşaat çalışmalarına bir an önce devam edebilmek için arkeologlarla ve polisle işbirliği yapacağını, kendilerine yardım edeceğini söyler. Spens ailesi geçmişte uzun yıllar Victoria döneminden kalma bu evde yaşamış ve istedikleri her türlü bilgi babaları Sir Roderick Spens'tedir ama tarih düşkünü yaşlı adamda alzheimer başlangıcı vardır. Verebileceği bilgiler çok ta sağlıklı olmayacaktır. 

Ruth Spens ailesinin elindeki bilgileri toplarken diğer taraftan dedektif Nelson ve ekibi de yetimhanede çalışanlar hakkında araştırma yaparlar ve eski yöneticilerinden Peder Hennessey'e ulaşırlar. Peder onlara 1973 yılında yetimhaneden iki kardeşin iz bırakmadan kaybolduğunu ve o dönemde yaptıkları aramalardan hiç bir sonuç alamadıklarını anlatır. Martin ve Elizabeth Black. Çocuklar hakkında verdiği bilgilere Martin'in çok akıllı, arkeolojiye ve tarihe düşkün bir çocuk olduğunu ekler. 

Sayfalar ilerledikçe Dedektif Nelson ve Ruth Galloway olayı aydınlatmaya çalışırlar ta ki bir gün Ruth kaçırılana kadar. Bu kez Ruth'un hayatı tehlikededir. Üstelik sadece Ruth değil karnında taşıdığı Nelson'dan olan 13 haftalık bebeğinin de. Bu arada Nelson'un telefonuna gelen bir mesajda kızını öldürecekleri yazmaktadır. Nelson kızlarının peşine düşer ve olaylar hızla sona yaklaşmaya başlar. 

Sisler içindeki bir teknede ilerleyen Ruth kurtulabilecek midir? Ruth'u kaçıranla çocuğun katili aynı kişi midir? Sorular ve cevaplar çorap söküğü gibi gelir ve kitap bir solukta biter.

Bataklığın Kayıp Tanrıları ile tanıştığım Elly Griffiths'in iki kitabını da, arkeolojiye ufak dokunuşları, İngiltere'nin ufak kasabalarının tasvirleri ile, pagan ritüelleri ile, adli arkeolog kahramanı Ruth Galloway ve kaba saba dedektifi Nelson'u ile ve halen Druid geleneklerini devam ettirmeye çalışan, şamanistik hareketleri ile ve bu yüzden zanlı durumuna düşen Cathpad'i ile zevkle okudum. Güzel bir kitap okumak isteyenlere de tavsiye edebileceğim bir kitap Tanrılara Adanmış Bedenler.

Kitaptan ufak bir tadımlıkla şimdilik bu kadar diyorum :)

"Saygı ve özen öğrencilere söylediği şeyde buydu. İnsan kemikleri, ne kadar eski olursa olsunlar, bedeninize gösterdiğiniz saygıyla yaklaşmanız gereken şeylerdir. Kazı bir gün bitebilir bu yüzden hiç bir parça kayıp ya da çalınmış olmamalı. Her bir kemik korunmalı, kaydedilmeli ve kurtarılmalı."

TANRILARA ADANMIŞ BEDENLER    ELLY GRIFFITHS  MARTI YAYINLARI 






Güzel kalan yaralar vardır çünkü,
Limon kokulu yağmurlu kadınlar vardır..
Hiç unutmayan kadınlar vardır,
Limon kokulu..
Herşeye rağmen yağmur kalan kadınlar vardır..

Lale Müldür

KİTAP EVİ



Bu yaz okuma listemin en başına almıştım Enis Batur’un Kitap Evi’ni. Dragos’ta miras olarak bırakılan koskoca bir kütüphane ve envai çeşit kitap, adını sır gibi sakladığı vefat eden müvekkilinin isteği doğrultusunda onu yeni sahibine ulaştırmaya çalışan ketum avukat Rıza Bey ve neler olduğu anlamaya çalışan yazarımız… Sayfalar ilerledikçe benim okuma ritüelimi alt üst ettiler.

Genelde çok sevdiğim kitaplar çabuk bitmesin isterim. Uzattıkça uzatırım, elimde süründürdükçe süründürürüm, bitmez tükenmez çaresiz bir aşk yaşarım sonu gelmesin isteği ile. Herkesin ayrı bir okuma şekli vardır. Benim ki de böyledir işte.

Evde, gemide, uçakta, sahilde, gecenin sessizliğinde ya da şu anda olduğu gibi esen rüzgârın yaprakları birbirine kavuştururken çıkarttığı sese baykuşun geceyi bölen çığlığının karıştığı, uzaktan gelen dalgaların onlara eşlik ettiği yıldızlı gökyüzünün altında başka dünyalara, başkalarının hayatlarının içine sızmaktır benim için kitaplar ve okumak.

“Okumanın ayrılmak, içeriye çekilmek olduğunu söylememiş miydim, ılıman, korunaklı bir diyardasınızdır; karanlık, sert, ürkütücü bir yazının harfleri gözünüzden önünden akıyor olsa bile. Ondandır, ışığınızı söndürüp başınızı yastığa koyduğunuzda, sizi kuşatan gerçek dünyanın yerini daha gerçek bir dünyanın alacağını bilirsiniz. Böyle okumamışsanız hiç, siz henüz yaşamamışsınız demektir.”

Diye anlatıyor okumayı Enis Batur satırlarında. Evren bir kenarda durdu sayfalar ilerledikçe ve 132 sayfa bir çırpıda bitti. Hele ki “kitap mecnunu evrensel bir ademdir..” cümlesi ile başlayan bölümü okuyunca tamam dedim ben ve benim gibileri ne güzel anlatmış.

“Dilini hiç tanımadıkları, alfabelerini sökemedikleri ülkelere gittiklerinde bile kitabevlerine girmeden, vitrinlerini uzun uzun incelemeden yapamazlar örneğin. Gece yürüyüşlerine çıktıklarında ışığı yanan bir pencerede, duvarı kaplamış bir kütüphane görür görmez durur, bakar, sonra da imgelemlerinin bir kenarında içeride yaşayanın yüzünü olsun tanımadıkları birinin hikâyesini kurmaya koyulurlar. Pencere zemin kattaysa, düpedüz mütecaviz kesilir, sırtlarından kitapları teşhis etme alışkanlığının sağladığı beceriyle kütüphanenin gen haritasını çıkartmaya çalışırlar.”

Buyrun işte ben J  Ben kendimi buldum Kitap Evi’nin satırları arasında daha ne olsun . Şaka bir yana kitapseverlerin kesinlikle okuması gereken bir kitap bu ufacık tefecik, kısacık içi dolu kitapçık. Dragos’ta ağaçlar içinde bir köşkteki binlerce kitabın barındığı, bahçesinde ufacık bir çalışma kulübesi olan ve benim hayallerimi süsleyen bir kütüphaneyi anlatan, okuyucusunu sıkmadan su gibi akıp giden Kitap Evi’nde okumayı sevenlerin çok şeyler bulacağına eminim.

Acaba diyorum, bir gün avukat Rıza Bey beni de arar mı? J

KİTAP EVİ    ENİS BATUR    SEL YAYINLARI