'Bir Hikayem Var' diyerek başladık blogumuza. Hepimizin ve herşeyin bir hikayesi var yaşadığımız şu dünyada. Ufacık bir çakıl taşından, ulu çınar ağacına, minicik bir bebekten, yaşlı tonton ihtiyarlara, sevimli bir köpek yavrusundan, denizyıldızına kadar.
Bu hikayeler yaşamdan çıkıyor, bizlerin yaşamından.
Okuduklarımızı, gördüklerimizi, duyduklarımızı, yaşadıklarımızı kısacası hikayelerimizi paylaşmak dileğiyle...
pazarcılar gitmiş ipleri kalmış ilkyazla birlikte – güz çekmiş saçlarından – boşluğun ölüsü kalmış.
ben ilkyaz filan görmedim – diyor – beyoğlu’nda, aynalı pasaj’dakibeyaz giysili düğmecileri saymazsam bir de şu şaşkın cumartesiyi masa örtüsünün üstünde su kenarlarında üşüyen kelebekler gibi konup konup kalmıyor ya, onu saymazsam diyor ve diyor ki – bir şey demiyor – ah bu çekik gözlü akşamüstleri!
(ayçiçeği yiyen çocuk yün ören kadın rakısını yudumlayan adam sokağa bakan herhangi bir oda arka bahçede herhangi bir mermer masa) ah bu iri gözlü akşamüstleri
ve kahverengi (herhangi bir yarın herhangi bir yarından sonra) diyor ki – bir şey demiyor – öyleyse neden sığdırıyorum bu görkemli güne durup dururken bir piknikteki o dayanılmaz can sıkıntısını ve neden kar yağınca bütün meyhaneler birbirine benzer ve tenha semtler ve gelmiş geçmiş bütün yolculuklar - ve oteller oteller – birbirine uzun uzun düşünmeli bunları da.
bir fotoğrafta çıkmak gibi oluyor her şey anlamadığı bu - ve anladığı – ben ki bir boy fotoğrafıyım – diyor – yaşarken yaşamazken ikisi de aynı şey aynı yani bir fotoğrafta çıkmak - ah bu kımıltısız akşamüstleri! –
boşluğun ölüsünü kaldırıyorlar kadınlar kirpikleriyle adamlar yere bakarak çocuklar incecik dudaklarıyla o ‘bir fotoğrafta çıkmak’ durarak kaldırıyor boşluğu çünkü fotoğrafta çıkmak çoktan ödünç almış oluyor onu.
"Küçük şeylerden keyif alabilmek... Lüks şeyler yerine zarafet aramak... Saygı istemek yerine değerli olmak... Zengin olmak yerine muhtaç olmamak... Sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak... Yıldızları, kuşları, kelebekleri ve bilgeleri, açık kalple dinlemek... İşte benim senfonim..." William Ellery
"Ense köküne vur bir odun Yüzükoyun kapaklansın deyyus İnsanını hor gördüğü Somununu haraca kestiği Bağımsızlığına diş bilediği Şu toprağı öpsün" Özgür Edebiyat'ın 39 sayısında okuduğum Metin Eloğlu'nun dizelerini paylaşmak istedim bugün. Ve Vedat Günyol'un şair hakkında yazdıklarını; "...mizah sınırlarını hınzırca aşan, çoğu kez iğneleyici, ısırıcı, yer yer saldırgan, ama yine tatlı srt bir dille, zengini yoksulu, ezeni, ezileni, kurnazı akılsızı ayırt etmeden, yanında yöresinde herkesleri eleştirerek çıkarmaya çalışır. (...) Genellikle argoya kaçan, burjuva bozuntusu 'kibar' çevreleri, eşek, hıyar, çiş gibi sözcükleri 'affedersiniz'siz kullanmayan o çıtkırıldım, yapma, ikiyüzlü, o sonradan görmeler dünyasını alaya alır. " Doğan Hızlan ise şair için şöyle demiş; "Şairin belli özelliklerinden biri de toplumsal yergidir. Yergi çok şiddetli ve kesindir, hakaret eder gibi toplumu eleştirir, haksızlığa, sömürüye lanet eder, bütün dengesizliklere, kötülüklere karşı yüreğini koyar ortaya." Hadi şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün hangimizin içinden birine veya birilerine karşı böyle sözler geçmemiştir? Hepimizin geçmiştir. Ben düşünmedim diyen yalan söyler bence. İnsanın iç sesini dışarı vuran dizeler dökülmüş Eloğlu'nun kaleminden vefatına kadar. Edebiyatı kendi deyimi ile "edeble sınırlamadan", sansürsüz, neyse olduğu gibi belki de iki yüzlülüğe kaçmadan. Özgür Edebiyat'ta, Yasaklanmış Şiirler -3'de Veysel Çolak "Metin Eloğlu :"Ayıp Sözcükler" algısına itiraz" adlı yazısında şairi ve şiirlerini anlatmış. Kitapları toplatılmış, tutuklanmış, akademiden atılmış ve aldığı cezalar nedeniyle askerliğini ancak beş yılda bitirebilmiş. Bir çok yazarın başına gelenler gelmiş onunda başına. O da mısralarına dökmüş tüm hayatını, öfkesini, protestolarını...İçimizden biri olarak bu dünyadan geçip gitmiş arkasında bir dolu eser bırakarak. Ve edebiyat dünyasının kaybolan değerleri tablosunda yerini almış arkasında hala onu hatırlayan okuyucuları bırakarak.