BİR KAYIBIN ARDINDAN YAŞANAN KIZGINLIK


Bu hafta başında çok ama çok sevdiğim bir insanı kaybettim. Hiç beklemediğim bir anda eli avuçlarımda kapayıverdi gözlerini bu dünyaya. 10 gündür rahatsızdı ama ölümü doktoru dahil hiç kimse yakıştıramıyordu ona. İyileşecek gözüyle bakılırken bir anda ayrılıverdi aramızdan. 

Geride onunla geçirdiğim çok güzel anlar bıraktı bana.Üzgünüm, kırgınım ama çokça kızgınım.
Kızgınlığım şu anda her şeyin üstünde. Kimlere mi? Hastalığı boyunca ki sadece 10 gün sürdü onu son kez ziyaret etmeyenlere. Kimler mi? Bütün gün sokaklarda gezip iki merdiven çıkmayanlara, bütün gün evin içinde bir odadan öbür odaya tur atıp iki merdiven çıkıp ziyaret etmeyenlere mazeret olarak yaşlılık, hastalığın (?) arkasına sığınan ve vefatını duyduklarında timsah gözyaşları döken en yakınlarına. Hastalığı boyunca gözü kapıda beklediği iki kişiye. 

Artık yok. İstedikleri kadar peşinden göz yaşı döksünler hiç bir faydası yok. Gün ola devran döne diyorum. Ölüm bu hepimizin başına gelecek bir gün ve benim kızgınlığım asla geçmeyecek onlara karşı. Avazım çıktığı kadar haykırmak istiyorum suratlarına karşı Özlem Tekin'in sözleriyle...Tabi kii anlayana...


Yer yarılsa dibine düşse
Gök kararsa yüzünü örtse
Şeytan görsün
Son sözün ne
Hadi her neyse

Bugün seni öldürsem mi?
Cesedine tükürsem mi?
Kargaları gözlerinle beslesem mi?

Ya da vazgeçip yalnız üzülsem mi?
Affetsem mi affetsem mi affetsem mi


Üzülmek evet çok ama çok üzgünüm affetmek mi asla asla asla...

DERGİ SAYFALARINDA KAYBOLDUM





Bir kaç aydır dergilere sardım. Dergi okumaktan kitap okumaya pek vaktim olmuyor ve gördüğünüz üzere pek fazla kitap paylaşımı yapamadım. En son Şeytan ve Şair'i okudum Düğümlere Üfleyen Kadınlara başladım ama başlayış o başlayış. Bir türlü sonunu getiremedim.  Sürekli takip ettiğim edebiyat dergileri ki bunların başını Özgür Edebiyat ve Notos çeker onlarla birlikte bu ay kitapçıdan ne kadar edebiyat dergisi varsa hepsini eve taşıdım. Roman Kahramanları, Sarnıç Öykü, Sözcükler, Hece, Varlık, Ada vs. Aralarına Atlas, NTV Tarih ve Elele'de karıştı. Salon dahil evin her köşesine yayılmış durumdalar. Kimi çalışma masasının üstünde, kimi sehpanın. Hepsinden ayrı bir öykü, şiir araştırma çıkıyor yazsamda henüz kapağını açamadıklarım bile var. Biraz abarttım galiba bu işi. 

Oya Uysal'ın Özgür Edebiyat'ta çok sevdiğim mısralarını paylaşmıştım. Yine aynı dergiden Nobel Konuşması-Hikaye Anlatıcıları Mo Yan çok hoşuma gitti ve öyküler 'Bir Akşam Yolcu ve O Eski Ev' . 

Notos'ta Yaratıcı Yazı Üzerine Düşünceler, İnci Asena'nın Chioggia'nın Kadınları, Kadri Öztopçu'nun Aykut Olmak adlı öyküsü ve Aleksandr Stepnoviç Grin Ekran Karşısında Ölümüm. Bu arada Ari ile Gitmek'i de atlamak istemiyorum. 

Sözcükler'den Masumiyet Müzesi Projesi : Lambadan Çıkan Cin. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Öyküleri Üstüne Tahsin Yücel'in yazısı ve Peter Maiwald Büyük Anne şiiri. 

Hece'de ise Doğan Hızlan'dan Gazete ve Edebiyat. Ali Çolak'ın Gazetelerdeki Edebiyatçılar Nereye Gitti dosyasını da eklemeden olmaz. 

Ayrıca içlerinde henüz okumadıklarım ve kapaklarını açmadıklarımda var. Araya gazetelerinde kitap ekleri giriyor. Biraz da kitap sayfaları karışıyor eklere ve dergilere. Günlük rutin işlerin ve koşuşturmanın içinde sığınacak limanlarım oluyor dergiler, ekler ve kitaplar. Tabii ki her zaman  olduğu gibi; bir fincan kahve eşliğinde:) 






"Ve hala kalkmadı, çocukluğumun üstüne yağan kar.

El ayak çekildi, oda sessiz...Uyudu minderinde kedi.
Issız sokakta korkan biri ıslık çalarak geçip gitti"


Gecenin sessizliğinde güzel bir müzik, mis gibi Türk kahvesi ve Oya Uysal'ın güzel dizeleriyle Özgür Edebiyat Keyfi :)



KADINLAR GÜNÜ

  8 MART KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN


Her gün dövülen, öldürülen, tecavüze uğrayan kadınlarımız varken ve biz ülke olarak bu sorunu hala çözememişken, kadınımızı, kız çocuklarımızı koruyamazken nasıl kutlu olabilirse öyle olsun :(

BÖCEK GİBİYİM BU ARALAR...




Böcek gibiyim bu aralar. Kafka’nın böceği. Sabahları yataktan zorla kalkıyorum. Kalkmak uyanmak istemiyorum. Gözümü bir açıp bir kapıyorum. Saatle büyük bir savaş başlıyor aramda. Ben kapıyorum o başlıyor. Ben kapıyorum o inatla devam ediyor. Uyandıracak illa. Kafamda gün boyu yapılacak işler. Kalkmasam da bütün gün uyusam, çeşit çeşit rüyalar görsem, ara sıra uyanıp kitabımdan birkaç satır okusam sonra yine gözlerim kapansa ve kitabı bir yana koyup tekrar uyumaya devam etsem.

Çalan hiçbir şeye cevap vermesem. Ne telefona ne kapıya hatta cep telefonumu kapasam hiç açmamak üzere. Dünya yansa da umurumda olmasa. Bir elinde ayna bir elinde cımbız umurunda mı dünya misali. Hatta rüyalarımda sadece istediklerimi göreyim. Ben yazayım çizeyim onları. İçlerinde benim seçtiğim insanlar, mekânlar ve konular olsun. İstemediğim yüzler karışmasın rüyalarıma. Sevdiğim filmlerden fragmanlar, sevdiğim kitaplardan satırlar karışsın aralarına.

Mis kokulu çiçeklerle dolu bahçede bir köpekle koşup oynasam, bir kedinin mırıltıları arasında başını okşasam, avaz avaz bir şarkı söyleyip yunuslarla yüzsem hatta biraz daha abartıp Galata Kulesinin üstünden Kadıköy’e uçsam.

Görünmez olsam. Kimseye fark ettirmeden limandaki bir gemiye binip günler, haftalar, aylar boyunca uçsuz bucaksız denizlerde yol alsam. Geceleri pırıl pırıl yıldızları seyretsem güvertede bir köşede. Tuzlu su damlacıkları çarpsa yüzüme. Gemilerin o eşsiz parfümü pas-deniz karışımı kokusu gelse burnuma ve bir deniz feneri kıyıya yaklaştığımız müjdelese yanıp sönen ışığı ile. Ya da uçan bir halının üstünde ülkelerin, şehirlerin üzerinde süzülsem. Kimsenin giremediği kapalı kapılar ardına karışsam. Duyulmaması, görülmemesi gerekenleri görsem duysam. Sır küpü olsam hepsini içimde saklamasam.

Biraz hayal, biraz rüya, biraz gerçek olsun istediklerim. Büyüklerine gerek yok. Ufak ve mutlu hayaller yeter bana saatimin bozulması gibi mesela, fur elise’yi bir daha asla duymamak gibi mesela, bütün gün uyuyabilmek gibi mesela… J