İstanbul Oyuncak Müzesi :)



"Noel Baba Türkiye'de mi yaşadı?"
"Evet oğlum,..."
"Oyuncak dağıtırken ölmüş, değil mi baba?"

Kırdığımız Oyuncaklar
Sunay Akın



Bugün Oyuncak Müzesi günüydü. Benim gitmekten asla bıkmadığım,her gidişimde yeni birşeyler keşfettiğim, çocukluğumu bulduğum, her seferinde beni İstanbul’un bomboş sokaklarında, caddelerinde fütursuzca koştururken ki günlerime geri götüren Türkiye’nin tek Oyuncak Müzesi’ne.

Evimizin en küçük ferdi sabah uyanır uyanmaz ben Oyuncak Müzesi’ni görmedim dedi. Evet, okulla gidecekleri gün bizimki hastalıktan döşek yatak yattığı için gidememişti ve içinde kalmıştı. Bugün uyandığında bu kelimeler döküldü ağzından. Tamam dedim bugün Oyuncak Müzesi günümüz. Gidiyoruz…

Sokağı döner dönmez karşımıza çıkan dinazorlar hoşgeldiniz diyor  minik ziyartçilerine.
İstanbul Oyuncak Müzesi 23 Nisan 2005 yılında şair ve yazar Sunay Akın tarafından hayata geçirildi. Çok anlamlı bir tarihte açılışını yapmış Akın. Bir oyuncak müzesi açmak için seçilebilecek en güzel günü seçmiş. 23 Nisan. Geçmişin ve şimdinin çocuklarına ithafen. Müze geçmişten günümüze dünyanın dört bir yanından toplanmış 5000 adet oyuncağa ev sahipliği yapıyor. Daha çok geçmişten gelen oyuncaklara. Plastik bebeklerden, teneke arabalara, barbilerden, Fatoş oyuncaklara J.



Benim en çok sevdiğim alanlardan biri müzedeki oyuncakçı dükkanıdır. İçinde yaşlı bir adamın tahta oyuncaklar yaptığı yer. Bana "Affan  Dede" yi hatırlattı. Cahit Sıtkı Tarancı'nın Çocuk adlı şiirinin Affan dedesini...

Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbirşey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.

Bu bahar havası, bu bahçe,
Havuzda su şırılşırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim.



Müzenin en üst katındaki tavan arasını da unutmamak lazım. Nedense orası bana hep Anna Frank’ı hatırlatır. Bodrum kattaki denizaltı ise Denizler Altında 20000 Fersah'ı.



Ayrıca müzede sergilenen minyatür evlerdeki ve dükkanlardaki ayrıntılar ise kesinlikle görülmeğe değer. Bir evin içindeki en ufacık bir abajur bile yerleştirilmiş masanın üzerine. Şekerci dükkanı, gelinlikci, şapkacı…Hepsi birbirinden güzel ve detaylı ama benim favorim kitapçı idi.



Gülümseten oyuncakların yanında hüzünlendirenlerde var tabikii. Mesela Tosya depreminde bebeği ile enkaz altında kalan küçük kızın enkazdan kurtarıldıktan sonra bebeğinin kırılan kolunu selobantla tedavi etmesi ve büyüyüp yıllar sonra emekli bir öğretmen olarak bu bebeği Oyuncak Müzesi’ne hediye etmesi. Ayrıca atom bombosının atıdığı Hiroşima’da bir okul enkazından çıkarılanlar. Hüzenlenmemek elde değil.

Çocuklar için olur da Harry Potter olmaz mı? Kovboylar, Pembe Panterler, Süpermenler, Star Wars, Uzay Yolu, trenler, uçaklar, bebekler, arabalar…Daha neler neler…Anlatılmaz gezilir diyorum…

Ellerine sağlık Sunay Akın…Ne güzel bir müze kazandırmışsın İstanbul’a J Hem büyüklere, hem çocuklara…




"Her akşamüstü oyuncakçı
camekanından
çocuk ellerinin 
izlerini
siler"

                                                                        

BAHÇIVANIN BİR YILI :)

Son günlerde üstümde bir tembellik bir tembellik. Üzerine bir de boş vermişlik eklendi. Ne bir şey okuyorum ne de yazıyorum. Ara sıra böyle oluyorum ama dün akşamdan beri tekrar fabrika ayarlarıma geri dönüş yaptım. Şöyle bir kendime geldim. Bir de ne göreyim Bir Hikayem Var'ı da boşlamışım. Boynu bükük kalmış. İşte bu hiç olmamış. Neyse şimdi gelelim dün akşama ve Bahçıvanın Bir Yılı'na...

Dün yine kitap sitelerinde gezinirken rastladım bahçıvana. "Bahçıvanın Bir Yılı bir bahçecilik edebiyat klasiğidir. Bahçeciliğin meraklıları, Çapek'in bahçıvanının tutkularını, zayıf yanlarını ve tuhaflıklarını fark edince güleceklerdir." yazıyordu tanıtım yazısında. Her zaman alışveriş ettiğim kitap evine telefon edip ayırttım, bugünde aldım. Okumaya başladığımda bahçe, ekim dikim konusunda yalnız olmadığımı gördüm:) Okudukça koptum :) Bahçıvanın bahçeyle sınavı...Hani çim ekersiniz yemyeşil bir çim çıkmasını beklerken yerine semizotu çıkar ya ve konu komşuya bol bol semizotu dağıtırsınız bizim bahçeden diye işte böyle şeyleri de anlatıyor:))) (Bu arada umarım bu bölümü yazlıktaki komşum okumaz:)))

Bende her yıl lavanta tohumları ekerim ve gözlerinin içine bakarım çıksınlar diye. Sonuç her saksıda ne idüğü belirsiz incecik bir ot çıkar kısa süre sonra da ölür. Bende gider yapılmışını alırım. Ama inat ettim bir gün o cılız otları adam edip lavanta yetiştireceğim. 

Bu aralar güzel bir kitap okumak istiyorsanız tavsiye ederim Bahçıvanın Bir Yılı'nı. Belki sizinde içinizdeki bahçıvanı gün yüzüne çıkarır. 

Kitap Altıkırkbeş yayınlarından çıkmış. İlk sayfayı açtığınızda şöyle yazıyor: Altıkırkbeş Yayın Bir Kaybedenler Kulübü tribidir. 

Yayın Yönetmenleri : Kaan Çaydamlı, Şenol Erdoğan
Kapak Tasarım : Erol Egemen

Ve devam ediyor;

"Kadıköy'ün yağmurlu ve puslu sokaklarında hazırlanan bu kitap sizi uçurumdan aşağı atabilecek güce sahip olabilir. Herhangi bir şekilde ve özellikle izinsiz olarak iktibas edildiğinde  Kadıköy'ün o bilinen, serin ve rutubetli laneti, yıllar boyunca bunu yapanı takip eder, saçları dökülür, rüyasında sürekli olarak Kadıköy sokaklarından akın akın geçerek yıllık intiharını gerçekleştirmeye giden lemur sürüleri görür ve derin bir yalnızlığa gömülür."




İyi okumalar...

BAHÇIVANIN BİR YILI         KAREL ÇAPEK         ALTIKIRKBEŞ YAYIN


Murathan Mungan'dan... Eskidendi, Çok Eskiden











Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden, 

Hani okuldan, işten dönerken, 
Işıklar yanardı evlerde, 
Eskidendi, çok eskiden. 

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençligimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski.
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden,
Geçen geçti.
Geceyi söndür kalbim,
Geceler de gençlik gibi eskidendi.
Şimdi uykusuzluk vakti.

Murathan Mungan

Yine Yine Yeniden Sabit Fikir

Sabit Fikir'i edebiyatla ilgilenen herkes biliyordur sanırım. Benim neredeyse her gün okuduğum bir sayfadır. Edebiyat dünyasında ne var ne yok, yeni kitaplar, yazarlar neler söylemiş, neler yazmış, ufuktaki kitaplar, röportajlar, yayın evleri ne ararsanız var. Mesela bugün gördüm Dan Brown'dan yeni bir kitap geliyormuş yakında. Bekleyelim görelim neler yazmış Dan Brown. Laf aramızda beni biraz sıktı. Aynı konuya sardı gidiyor. Bu sefer belki farklı bir kitap gelir. Neyse konu Dan Brown değil. 

Konumuz Kurt Vonnegut'un yazma sanatı üzerine önerileri. Hikaye yazmanın sırlarını fısıldamış okurlarına ve yazmak isteyenlere. İşte Vonnegut'un yazma önerileri.


Kurt Vonnegut'tan yazmak sanatı üzerine inciler



Kurt Vonnegut hayatı boyunca yazmak sanatı üzerine hep net ve tam isabet tavsiyeler veren biri oldu; bazen iyi bir hikaye yazmanın sırrını özetleyiverdi, bazen de yaratıcı yazarlık üzerineşemalar çizdi. Hangi şekilde olursa olsun, yazar olmak isteyen ve okurluğu "beceremeyenlere" her zaman verecek bir öğüdü olan Vonnegut, yazmak sanatı üzerine olan tavsiyelerini 8 başlıkta toplamış, bize de denemek kalmış!





1. Önemsediğiniz bir konu bulun.


Kalbinizde başkalarının da önemsemesi gerektiğini hissettiğiniz bir konu bulun. Üslubunuzdaki en baştan çıkarıcı ve en etkili element dilde yaptığınız oyunlar değil, bu samimi önemseme olacak.


Bu arada sizi roman yazmaya teşvik etmiyorum — ama samimi bir şekilde bir şeyi önemseyerek yazdıysanız, pek üzülmem. Yoldaki bir çukur hakkında belediye başkanına yazdığınız bir dilekçe ya da komşu kızına yazacağınız bir aşk mektubu da yeterli olur.






2. Abuk sabuk konuşmayın.



Bunun hakkında abuk sabuk konuşmayacağım.

3. Sade olun.


Dili kullanırken: İngilizcenin iki büyük ustası William Shakespeare ve James Joyce'un en derin konularda bir çocuk gibi cümle kurduklarını hatırlayın. "Olmak ya da olmamak?" diye sorar Shakespeare'in Hamlet'i ("To be or not to be.); en uzun kelime üç harten oluşur. Joyce oyunbazlık yaptığı zaman, Cleopatra'nın kolyesi gibi şaşaalı ve çetrefilli cümleler kurar. Benim favorim ise, "Eveline" adlı kısa öyküsündeki şu cümledir: "O yorgundu." Hikayede bu noktada, hiçbir kelime bu iki kelimenin yapacağı kadar okurun kalbini öyle kıramaz.


Dilin sadeliği saygı değer olmasının yanı sıra, belki de kutsaldır da. İncil, 14 yaşındaki bir gencin yazabileceği bir şekilde, şöyle bir cümleyle açılır: "Başlangıçta Tanrı cenneti ve dünyayı yarattı."





4. Kesecek cesaretiniz olsun.


Belki sizin de "Cleopatra'ya kolye yapacak kadar" bir yeteneğiniz vardır. Ancak güzel konuşmanız, kafanızdaki fikirlerin uşağı olmalıdır. Kuralınız bu olabilir: Ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer bir cümle konunuzu yeni ve faydalı bir şekilde aydınlatamıyorsa, atın gitsin.


5. Kendiniz olun.
 
Sizin için en doğal olan yazma üslubu, çocukken duyduğunuz dili taklit edendir. İngilizce, romancı Joseph Conrad'ın üçüncü diliydi ve İngilizceyi keskin bir şekilde kullanışı, ana dili olan Polonyaca ile renkleniyordu. Aynı şekilde, İrlanda'da doğan bir yazar çok şanslıdır, çünkü orada konuşulan İngilizce pek eğlenceli ve müzikaldir. Ben ise Indianapolis'te büyüdüm; konuşma dilinin çinko kaplı bir tenekeyi kesen şeritli bir testerenin çıkardığı sese benzediği, kelime haznesinin bir ingiliz anahtarı kadar sade olduğu bir yerde.


[…]


Ben de şunu biliyorum ki, benim ve başkalarının kendi yazıma en çok güvendiği zaman, işte o Indianapolis'li biri gibi konuştuğum zaman. Başka ne alternatifim var ki? Kesin, öğretmenleriniz size de birkaç yüzyıl önce yaşamış bir İngiliz beyefendisi gibi yazmanızı hararetli bir şekilde öğütlemiştir.





6. Demek istediğiniz şeyi söyleyin.


Böyle öğüt veren öğretmenlerden usanmıştım ama artık usanmıyorum. Kendi eserlerimle karşılaştırmam gereken o antika deneme ve öykülerin eski ya da yabancı olmalarından değil, yazarlarının demek istedikleri şeyi tam olarak söyledikleri için olağanüstü olduklarını şimdi anlıyorum. Öğretmenlerim benim doğru bir biçimde yazmamı, en etkileyici kelimeleri seçmemi ve bir kelimeyi bir diğerine belirsizce, sıkı sıkıya bir makinenin parçalarıymışçasına bağlamamı isterlerdi. Sonuçta öğretmenlerim beni bir İngiliz beyefendisine dönüştürmek istemiyordu. Onlar sadece anlaşılır olmamı istiyorlardı — ve anlaşılan.



Pablo Picasso'nun resimde, jazz sanatçılarının müzikte yaptığı numaraları kelimelerle yapma hayalim de böylece suya düştü. Noktalama kurallarının tümünü bozsam, kelimelerin ben ne istiyorsam o anlama gelmesini sağlasam ve onları karman çorman bir şekilde bağlasam, bir türlü anlaşılamazdım işte. Eğer bir şeyler söylemek ve anlaşılmak istiyorsanız, siz de Picasso ya da jazz stilinden kaçının.


Okurlar bütün sayfaların önceden gördükleri gibi olmalarını isterler. Peki ya neden? Çünkü onların da zor bir işi vardır ve bizden alabilecekleri bütün yardıma muhtaçtırlar.

7. Okurlara acıyın.


Okurlar kağıt üzerinde binlerce küçük işareti tanımlamak ve anında onlardan bir anlam çıkarmak zorundadır. Okumak zorundadırlar; 12 yıl boyunca okulda öğrenseler de hala ustası olamadıkları bir sanat. 

Okurlarımız kusurlu sanatçılar olduğu için, yazar olarak üslüp seçeneklerimiz ne çok sayıdadır ne de göz kamaştırıcı. Onlar bizden sürekli sadeleştirmeye ve netleştirmeye hazır sempatik ve sabırlı öğretmenler olmamızı isterlerken, biz, kalabalığın üstünde durmuş bülbüller gibi şakımak isteriz.


Bu kötü bir haber. İyi haberse, biz Amerikalıların eşsiz bir anayasaya sahip olduğu ve bu yüzden cezalandırılma korkusu olmadan istediğimiz her şeyi yazabilecek olmamız. Bu nedenle üslubumuzun en anlamlı yanı, yani ne hakkında yazdığımız, tamamen sınırsız olması.

8. Daha fazla detaylı bir tavsiye için 


Daha dar ve teknik anlamda edebi tekniği tartışmak isteyenlerin dikkatini, E. B. White ve Strunk, Jr. tarafından kaleme alınan The Elements of Style (Üslubun Elementleri) kitabına çekmek isterim. E. B. White, tartışmasız en hayranlık uyandıran üslupçulardandır.


Siz de bir şeyin farkına varmalısınız ki, eğer söyleyecek büyüleyici şeyleri olmasaydı, hiç kimse Bay White'ın kendini iyi ya da kötü ifade edişini umursamazdı.



Share on myspace