İşte insan beynini geliştiren on roman

İşte insan beynini geliştiren on roman

Bilim dünyası sonunda edebiyata da el attı ve insan beynini farklı bir biçimde etkileyen on romanı tespit etti. Listede Tolstoy da var Virgina Woolf da.

EDEBİYATIN ‘iyileştirici’ niteliğinden yola çıkan bir grup bilim insanı, nitelikli romanların insan beynini geliştirip keskinleştirdiğini, sosyal bağları güçlendirerek kişiliği değiştirdiğini ve ilişki kurmayı kolaylaştırdığını koydu ortaya. Toronto Üniversitesi öğretim üyesi psikiyatr Keith Oatley ve Ingrid Wickelgren tarafından Scientific American’da yazılan makaleye göre, roman kahramanlarıyla özdeşleşmek, hem hayal dünyasını zenginleştiriyor, hem de sosyal bağları güçlendiriyor.

Nitelikli bir roman, bu etkileriyle insan beynini de keskinleştiriyor ve insan davranışlarına ilişkin sağlam ipuçları veriyor. İki bilim insanı, insan beynini en fazla geliştiren on romanı da tespit etmişler. Listede Tolstoy’un Anna Karenina veya Virginia Woolf’un Bayan Dalloway’ın yanı sıra Muhsin Hamid’in 2007 yılında yazdığı ‘The Reluctant Fundamentalist / Gönülsüz Köktendinci’ isimli romanı da yer alıyor. Bakın bakalım, siz ne kadar etkilendiniz bu romanlardan...

Listede yer alan on roman

- Johann von Goethe / Genç Werther’in Çektikleri (1787)
- Jane Austen / Aşk ve Gurur (1813)
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

NARDUGAN'DAN ÇAM AĞACINA



Yılbaşı yaklaşıyor. Caddeler, mağazalar ışıl ışıl. Çam ağaçları süslenmeye başladı. Yılın en sevdiğim dönemi. Yeni yıl, yeni umutlar, yeniden doğuş...Herkesin farklı istedikleri vardır gelecek yıldan ama ben her yıl aynı şeyi dilerim saat 24.00 vurduğunda. Sağlık, huzur, mutluluk ve şükrederim böyle geçirdiğim her dakika için.

Her yıl evin bir köşesine çamımızı kurarız. Kıpkırmızı narlarımız evin masasında yerini alır. Kırmızı ve yeşildir benim için yılın bu döneminin renkleri.

Noel Baba vardır hani bu ülkenin topraklarında Demre'de doğupta yabancılara kaptırdığımız Santa Clause. Ufak tefek hediyeler bırakır çamın altına 31 Aralıkta açılmak üzere ev halkına.

Ağaç süsleme geleneğinin geçmişini Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'dan dinleyelim. Bakın neler anlatıyor Çığ yılbaşında süslenen ağaçlarla ilgili...

Daha çok erken ama hepinize mutlu, sağlıklı, huzurlu ve nar taneleri kadar bereketli bir yıl dilerim. Her şey gönlünüzce olsun:)





HIRİSTİYANLARIN İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.

Türklerin, tektanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor. Buna ‘hayat ağacı’ diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.

Türklerde Güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. İşte bu Güneş’in zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar. Güneş’in yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.

Bayramın adı NARDUGAN (nar=güneş, tugan, dugan=doğan) doğan güneş.

Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları Tanrı’ya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrı’dan. Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyükbabalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri, yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş. Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş. Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş.

Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.

İsa’nın doğumu ile hiç ilgisi yok.

“Doğum, güneşin yeniden doğuşu.”
Muazzez İlmiye ÇIĞ Sümerolog



 

Efsanevi lider hayatını kaybetti

Efsanevi Çek lider hayatını kaybetti

Çekoslovakya'daki sosyalist rejimin "kadife devrimle" sona ermesinde, ülkenin Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye bölünmesinde kilit rol oynayan, demokratik seçimle göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı Çek lider Vaclav Havel, bugün hayatını kaybetti.

Çek televizyonunun duyurduğu haberde, bu sabah hayata gözlerini yuman 75 yaşındaki Vaclav Havel'in ölümünün birden çok hastalığa bağlı olduğu belirtildi.
Havel'in basın danışmanı Sabina Tancevova, yaptığı açıklamada, eski başkanın uykusunda öldüğünü söyledi. Havel'in sağlık sorunlarının, 1980 yılında hapisanede geçirdiği ve iyi tedavi edilmeyen zatürreye ve yakalandığı akciğer kanserine bağlı olduğu açıklandı.
1989'daki Komünizm karşıtı "Kadife Devrim"in lideri olarak tanınan Havel, 1989'dan 2003'e kadar önce Çekoslovakya'yı, ardından Çek Cumhuriyeti'ni yönetti. Havel, ülkesinde 1989'da gerçekleştirilen şiddet içermeyen devrim sonrasında, demokratik bir seçimle göreve gelen ilk Cumhurbaşkanıydı.
AİLECE DÜŞMAN İLAN EDİLDİLER
5 Ekim 1936'da Prag'da dünyaya gelen Vaclav Havel, ülkede işadamı olarak çalışan, hümanizm savunucusu bireylerden oluşan varlıklı bir ailede büyüdü. Ailece, komünistler tarafından "Almanlarla beraber çalışmak"la suçlandılar ve "düşman sınıf" ilan edildiler. Bu yüzden, genç Havel'in okula gitmesi, o dönemin hükümetince engellendi. Bunun üzerine, dört yıl boyunca bir kimya laboratuvarında yardımcı teknisyen olarak çalışan Havel, bir yandan da bir lisede akşam derslerine katılarak üniversite sınavına hazırlandı. Böylece, Prag Yüksek Teknik Okulu'nda ekonomi okumaya hak kazandı.
Ailesi sayesinde edindiği insan hakları savunuculuğu onu, 1950'lilerde komünizmin yıprattığı veya yok ettiği Çekoslovakya Cumhuriyeti'nin insani değerleri üzerine yazılar yazmaya yönlendirdi. Henüz 19 yaşındayken makaleler, haberler yayımlamaya başladı. 

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız....

Aragon ile Elsa




Paris sokaklarında pırıl pırıl bir yağmur,
oradan oraya sürükleniyor yapraklar, 
kuşlar saçak altlarına sığınıyor.
kahvede
camın ardında bir çift göz
çiçek satıcısının çiçeklerine bakıyor
birdenbire açılan rengarenk şemsiyelere

Paris’in düşüşünü unutmuyor hiçbir zaman
direnmenin çoklu günlerini
gözleri parlıyor Elsa’nınki gibi
kapıdan içeri girince beklediği

Paris bu yağmurlu günde daha da güzel
eğilip bakıyor gözlerine Elsa’nın
yüreği aşk bozgunuyla yıkık
kaygılı, tedirgin düşünceler içinde

Paris’in bu yağmurlu gününde
ikiyi bölüyor bir damlayı
güzel havalar için bir yarısı
öbür yarısı derin gözleri için Elsa’nın

Ahmet Ada


Hayallerim var benim

Bugün dışarı baktığımda bembeyaz bir manzara ile karşılaştım. İşte beklediğim oldu kar yağdı diye geçirdim içimden. Doğa beyaza bürünmüş, karşımda duran çam ağacı her kış olduğu gibi bu kışta yılbaşını karşılamak üzere gelinliği giymiş.

Bahçeye sessizlik hakim, tam da olması gerektiği gibi. Karların üzerinde sadece kuşların ayak izleri var. İncecik, ürkek. Dışarı çıkıp ekmek kırıntısı koymanın tam zamanı. Sonra belki bir kardan adam yaparım en sevimlisinden, kuşlarla arkadaşlık etsin diye. Burun yerine bir havuç, gözlerine iki zeytin tanesi, boynuna kırmızı bir atkı, eline de illaki dallardan bir sopa tutuşveririm. Çıkar yürürüm ağaçların arasında, sessizliğin sesini dinleyerek, huzur içinde ayaklarımın altında yeni yağmış karı hissede hissede.

Derin bir nefes alırım, soğuk ve tertemiz hava ile bayram eder ciğerlerim. Lapa lapa kar yağmaya başlar, başımı gökyüzüne kaldırır seyrederim üstüme üstüme gelen pamuk kümelerini. Yüzüme konarlar yumuşacık, şekil şekil. Atarım kendimi olduğum gibi karların üzerine, kollarımı bacaklarımı yukarı aşağıya oynatırım sadece. Sonra kalkar bakarım melek şekli çıkmış mı diye. Evet işte orada duruyor bembeyaz bir melek. O benim meleğim. Kar meleği. Bir dilek tutarım yeni yılda gerçekleşmek üzere. Sonra devam ederim yoluma adım adım, acelesiz, sindire sindire.


Kar durur, kış güneşi belirir bulutların ardından. Gözlerimi kamaştırır, ışıldar ama ısıtmaz, belkide özellikle ısıtmak istemez. Saygı duyar beyazın güzelliğine çeker gider biraz sonra gri bulutların ardına incitmemek için bu vals yaparak uçuşan narin kar tanelerini.

Karın üzerinde bu kez benim ayak izlerim eşlik eder kuşlarınkine. Döner gelirim eve. Çıkarırım üstümü başımı doğru mutfağa kahve yapmaya. Sıcak suyu dökünce fincanın içine mis gibi kışkırtıcı kokusu gelir burnuma. Geçerim şöminenin karşısında çıtırdayarak yanan ateşin karşısına, ısınmaya çalışırım kahvemi yudumlarken.
Elime alırım kitabımı zevkle okumaya başlarım. Göz ucuyla pencerenin önünde geyiklerle sohbet eden kedime bakarım. Merak ederim sohbetin konusu ne acaba? Pek te ciddi bir şey olamasa gerek. Baksana gülüyorlar.

Dalar giderim kitabıma. İçinde dünyanın dört bir tarafından insan hikayeleri. Kimbilir ne kadar zaman geçer kulakları yırtan bir gürültüyle irkilirim, kalkarım oturduğum yerden tekrar camdan dışarı bakarım. Gözlerimi ovuştururum gördüklerim hayal mi diye. Doğru olmasın isterim bu kez. Karlar, ağaçlar, kuşların ayak izleri, geyikler, kedi, şömine, çıtırdayarak yanan odunlar, hepsi yok olmuş. Karşıdaki cam ağacının yerini yükselen gökdelenler almış. Kuşların ayak izlerinin yerinde yoldan geçen arabaların tekerlek izleri duruyor. Tertemiz kar havası yerini şehrin kirli havasına bırakıp kaçmış, şöminenin yerini kalorifer, odunların yerini doğalgaz faturası almış ve prensesin arabası bal kabağına dönüşmüş.

'Hayallerim vardı benim diyorum yavaşça'.
'Sen artık o hayali biraz zor görürsün bu şehirde diye fısıldıyor bir ses kulağıma. Bu kadar bina yapılırken, üstüne kar tanesi düşecek bir ağaç bile bırakılmadı, kalanlar kesildi, kesilenin yerine göstermelik dikilenlerde kurudu. Böyle giderse kar yerine lanet yağacak gökyüzünden üzerinize.'

'Kimsin sen diye soruyorum, kötü kraliçe mi?'
'Kötü mü? Ben mi? diye sorumu soruyla yanıtlıyor ve geldikleri gibi yok oluyorlar hayallerimle birlikte ele ele.

Yeşim Ermutlu