SİYAH-BEYAZ-GRİ

Bugün sabah saatlerinde Asya'dan Avrupa'ya giderken her zamanki köprüde trafik tıkandı. (Zaten açık olsa mucizeye girer.)

Keşmekeşin içinde yavaş yavaş ilerlerken bir anda çevremdeki araçların sadece siyah, beyaz ve gri renklerde olduğunu farkettim. Önümdeki kuyruk irili ufaklı çeşitli modellerdeki araçlarda bu renklerde uzanıyordu. Yanımdakiler de aynı. Belediye otobüslerinin yeşil, taksim dolmuşlarının ve taksilerin mecburi sarı rengini saymazsak...

Birden kendimi siyah beyaz televizyon seyredermiş gibi hissetmeye başladım. İçim sıkıldı. Gideceğim yere kadar tek tük değişik renk. Onlarda koyu. Lacivert, bordo vs. Trafik ışıkları bile rengarenk kalıyor yanlarında. Ve tesadüf eseri bir tane kırmızı araba. Bugün bu renkler mi sözleşmiş trafiğe çıkmak için yoksa hergün mü böyle...Tabikii her gün böyle.




Acaba ruh halimiz mi yansımış araçların rengine? Siyah, beyaz ve gri. Renksiz, ruhsuz...

Genelde insanların kıyafetleri de aynı şekilde. Koyu renkler hakim. Kaç kişi kırmızı paltoyla dışarı çıkıyor ya da sarı pantalon veya cart yeşil bir kabanla. Neredeyse hiç yok. Gençler bile koyu renkleri tercih eder olmuş.
Neden? Rengarenk giyinen birine hafifmeşrep gözüyle mi bakılır yoksa. Oysa insanın içini açar değişik renkler. Moral verir, gözüne ışık getirir, gününe neşe kadar.

Galiba biz toplum olarak renksiz bir toplumuz. Ve bu durum ruh halimize de yansımış. Ya da ben mi bugün öyleyim? Dışarı bakın gökyüzü bile griiiii:)

Hepinize rengarenk bir gün dilerim.....

'Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul'

'Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul'

37 ülkeden, 138 fotoğrafçının 655 fotoğraf karesiyle katıldığı yarışmada ilk üçe Rus, Italyan ve Fransiz fotoğrafçılar girdi.

Les Arts Turcs ve Şengüler Turizm'in düzenlediği "Dordüncü Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul 2011" (Istanbul Photo Contest 2011) uluslararası fotoğraf yarışması sonuçlandı.
Ara Güler in onur konuğu olduğu juride Tülin Ersoz, Yazgülü Aldogan, Nihal Gündüz, Ersin Kalkan, Ahmet Yoldar, Selahattin Sevi, Kaan Koç, Kemal Özyiğit, Ercan Arslan, Eyüp Karasakal, Hasan İnsel, Adnan Genç yer aldı.
Dünyanın her kıtasının yoğun ilgi gösterdiği "Dordüncü Yabancı Seyyahlar Gözüyle İstanbul 2011" (Istanbul Photo Contest 2011) uluslararası fotoğraf yarışmasına bu yıl defa Pakistan Kuwait, Saudi Arabistan, Filipinler ilk kez katıldı. Yarışmanın birincisi bir hafta, ikincisi beş gün, üçüncüsü ise hafta sonu İstanbul tatili kazandı.Yarişmanin sergisi ve odul toreni  Yeniyilin ilk ayinda Istanbul Taksim Metro sunda yapiliyor.
Haberin devamı için ve fotoğraflar için linki tıklayınız...
http://bit.ly/uKbAD4




Bana bir kadeh deniz ver Yorgo
Yanında bir şey istemem
Sadece manzarayı değiştir
Mehtabın yıldızın sırası değil
Kendimi beğenmedim
Sapa bir yerindeyim umutsuzluğumun
Kulağımda bir fırtına sesi
Yüreğimde deprem titreşimleri
Gecelerden on sekiz
Deniz gene bensiz
Şu masayı hazırla be Yorgo

Bana bi kadeh deniz ver Yorgo
Hem efkarlı hem huzursuz
Ne zamandır uykusuz
Yüzümde sonbahar gölgesi
İçim terkedilmiş bir dalyan gibi ıssız
O kalabalık mart sokaklarında
Solumda çöl sağımda mavi Akdeniz
Hayalimde eski yeni bir sürü hatıra
Kanadım kırık
Kanım bozuk
Dümen tutmuyor gönlüm yıkık
Şu benim sigarayı yak be Yorgo

Bana bir kadeh deniz ver Yorgo
Gözleri yangın başlangıcı
Kirpikleri kırağı
Rüzgarda uçuşan saçları sersem eder adamı
Lodos desen değil karayel desen değil
Yaşamın en sıcak yazında
Şimşek çakar o bir anda
Kar yağsa arkasına bakmaz
Güneş açar avuçları
Hiç bir limana uğramaz
Kalbi bir yudum su bir dilim ekmek
Tek isteği var Sevmemek
Şu benim tabağı kaldır be Yorgo

Bana bir kadeh deniz ver Yorgo
Gözlerimde kahır birikti
İşte bak yine geçip gitti
Zaman kervanı
Kayalarda kuru bir yosun gibi
Kayalaştım kalakaldım
Elim bağlı gözüm bağlı dilim bağlı
Tutuştumu insanın bir kere
Kalbinde ateş
Ne kadar dövüşse yükselmiyor
Semaya güneş
Günlerden ondokuz
Artık biz yokuz
Şu benim hesabı be Yorgo

Kerem ALIŞIK

TEMBELLİK GÜNÜM:)

je ne veux pas travailler, je ne veux pas dejeuner, je veux seulement oublier et puis je fume:)....Dün gece bu parçayı mırıldanarak yattım pazar sabahına. Çalışmak istemiyorum, kahvaltı yapmak istemiyorum sadece unutmak istiyorum ve sigara...


Ve güneşli bir pazar sabahına günaydın derken bu günümü tembellik günü ilan etmeye kadar verdim. Yarın pazartesi, haftanın ilk günü yapılacak bir sürü hazırlık var ama biraz tembellikten zarar gelmez.
Kahvaltı sırasında günün filmlerine göz attım. Yaşasın uzun zamandır seyretmek istediğim ama fırsat bulamadığım, sinemalarda oynadığında gidemediğim                 Ye Dua Et Sev var. İşte günün fırsatı...
Film Elizabeth Gilbert'in kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı romanın beyazperdeye uyarlanmasıymış.
Boşanmasından sonra Bali, İtalya ve Hindistan'ı kapsayan kapsayan yolculuğa çıkan Elizabeth'in kendini bulma hikayesi.
Filmdeki bir replikte tam bu günüme uygun: Dolce per nuente
Hiç bir şey yapmamanın tatlılığı:)
Hepinize güzel güneşli, mutlu bir pazar dilerim....

                                        

KAHVE ÇAYA KARŞI

Bu hafta toplamaya çalıştığım evin hüzünlü ortamı içinde kaybolduğum için blogla ilgilenecek vaktim olmadı. Kelimelerin tükendiği bir hafta geçirdim. Her kolinin ardından daldım gittim geçmişe. Bazen gülümseyerek, çoğu hüzünle...Likör takımı, misafirlerle gümüş tepsinin üzerinde sunulurdu, kahve takımı likörden sonra yanında lokum eşliğinde yine gümüş tepside ve mutlaka kolalı beyaz dantel örtü üzerinde. Kırılmaması için paketlenip, koliye yerleştirildi. Üzerine kalın siyah gazlı kalemle likör takımı ve kahve fincanları yazıldı ve bantlandı. Fincanlarla birlikte anılarımdan ufak bir parçada kaldı içlerinde onlarla beraber saklanmak üzere.

Kahvenin hayatımda her zaman önemli bir yeri vardır. Vizelere çalışırken geceler boyu uyanık kalmak için içtiklerim, ilk sigara kaçamağımızda kuzenimle birlikte içtiğimiz şekerli mis gibi türk kahvesi, canım sıkıldığında içtiğim, yorgunluk atmak için içtiğim, yeni bir kitap aldığımda kitapçının en yakınındaki kafede ilk sayfalarını okurken içtiğim, arkadaşlarımla keyifli bir sohbet arasında içtiğim, bloğumu yazarken içtiğim, ailemle içtiğim, liste uzayıp gider...Tatları aynı olsa bile hepsinin zevki ayrıdır.



Ama bu aralar kahveyle biraz aramız açıldı gibi. Aramıza kara kedi girdi. ÇAY. Nedense son günlerde çaya düştüm. Oysaki çayla hiç bir zaman dostluğum olmadı. Çayın yüzüne bakmayan ben kendimi bir oturuşta 2-3 bardak çay içerken buluyorum. Daha da ötesi kendime çay demliyorum. Çaydanlık bile şaşkın bu durumuma:) Geçiçi bir durum olsa gerek. Yoksa belleğimin derinliklerinden mi çıktı geldi bu çay? Bir rivayete göre kahveden usandım.

Bu durumumu anlattığım bir arkadaşım bana aşağıdaki videoyu gönderdi.  "Evet,Bir Bardak Daha Çay İstiyorum." adlı kitabın yazarı Katherine Branning kitabı tanıtım videosu. Türk çayını öyle bir övmüş ki neredeyse bugüne kadar çaya yüz vermediğime pişman oldum:) Türk çayı demlenir diyor ve ekliyor bir Türk sallama çayı çay saymaz. Video boyunca çayı öve öve bitiremiyor. Kitabı okumadım bilmiyorum ama ne kadar översem o kadar satarım diye mi düşünüyor acaba? Önyargılı mıyım acaba?

Neyse zevkler ve renkler tartışılmazmış. Ben her ne kadar kahve desemde bu aralar çayla acayip flört vaziyetindeyim ve kahvenin bu duruma bozuk attığının farkındayım.

İşte "Evet, Bir bardak Daha Çay İstiyorum"un videosu. Yorumu size kalmış. Ben çay demlemeye gidiyorum...

Bu Video Çaya Bakışınızı Değiştirecek! - TRT Haber - Türkiye Radyo Televizyon Kurumu#.TtixmLdSJE2.facebook#.TtixmLdSJE2.facebook