MAYALAR PART II

"Yeni Tablet  Aynı Kıyamet" haberinden sonra bugün gazetede aşağıdaki haberi görünce gülmeye başladım.  Geçen hafta Meksika Antropoloji ve Tarih Enstitüsü yıllar önce keşfedilen taş tablette 2012'de dünyanın sonunun geleceğini yazdığını açıklamıştı.

 Bugünkü haberde  ise Avustralya'lı bilim adamı tabletin yanlış okunduğunu iddia ettiğini yazıyor. Avustralya'lı Gronemeyer'e göre ise 21 Aralık 2012 kıyametin değil yeni bir çağın başlangıcı.

Mayalar ve bitmez tükenmez kehanetleri bilimadamlarının, yazarların, sinemacıların her zaman ilgi kaynağı olmuştur. Bu kehanetlerin kaçının gerçekleştiği hakkında her zaman kafamda bir ? işareti vardır. Bazen de bir felaket olur, deprem, tsunami vs. yüzlerce kişi ölür, mağdur olur gazetelerde dergilerde okuruz : Bunun olacağı Maya tabletlerinde yazıyordu. Ya da Nostradamus yazmıştı :) Eeeee madem yazıyordu niye önlem almadınız. Adam size asırlar öncesinden nasıl olmuşsa haber vermiş, madem biliyorsun alsana önlemini. Mayalar bir yerlerden bugünü seyrediyorsa ne diyorlardır acaba? Biz neymişiz be abi...

Neyse benim asıl merak ettiğim ihalenin kimde kalacağı. Meksika Antropoloji ve Tarih Enstitüsünde mi yoksa La Trobe Üniversitesinden Gronemeyer'de mi? Bakalım dünyanın heyecanla beklediği kıyameti hangisi bilmiş olacak:)

Ve işte bir önceki haberin devamı MAYALAR PART II...

 

'Mayalar'ı yanlış okumuşuz!

Avustralyalı bilim adamı, Kolomb öncesi Amerika uygarlıklarından biri olan Mayalar'a ait tabletlerde 21 Aralık 2012 tarihiyle ilgili kehanetin yanlış anlaşıldığını, tabletlerin kıyametten değil yeni bir çağın başlangıcından söz ettiğini ileri sürdü.

'Mayalar'ı yanlış okumuşuz!

Geçen hafta Meksika Antropoloji ve Tarih Enstitüsü, ülkenin doğusundaki Tabasco eyaletinde yer alan Tortuguero antik kenti yakınlarındaki Comalcalco harabelerinde yıllar önce keşfedilen taş tabletin, 2012'de dünyanın sonunun geleceği kehanetini yinelediğini açıklamıştı. Hem söz konusu tableti hem de Meksika'nın güneyindeki Palenque arkeolojik sitesinde bulunan hiyeroglifleri inceleyen Avustralya'daki La Trobe Üniversitesi'nden Sven Gronemeyer, tabletlerin 400 yıllık 13. dönemin sonuna denk düşen 21 Aralık 2012 tarihinde gizemli Maya tanrısı Bolon Yokte'nin dünyaya dönüşünü tasvir ettiğini söyledi.

Mayaların 13 rakamını kutsal kabul ettiğini belirten Gronemeyer, tabletlerde sanılanın aksine kıyametten söz edilmediğini kaydetti. Yaklaşık 1300 yıl öncesine ait olduğu sanılan Comalcalco tabletindeki metnin son kısmının çatlaklar nedeniyle okunamaz hale geldiğini belirten Gronemeyer, yazıtın M.Ö. 3113'te başlayan Maya takviminin 5125 yıllık döngüsünün sona ereceğini kastettiğini söyledi.

Gronemeyer, tabletin Bolon Yokte'nin yolculuğunu planlamak isteyen Maya hükümdarı Bahlam Ajaw'a ait bir kehanetini içerdiğini söyledi. Kehanete göre, Mayalar'ın yaradılış ve savaş tanrısı Bolon Yokte, Tortuguero kentindeki bir tapınakta hüküm sürmek için Dünya'ya dönecek. Gronemeyer, "Yaradılış gününün yansıması olarak gördükleri 21 Aralık 2012 tarihinin, Mayalar için sembolik bir değeri vardı. Bu tarih, gizemli tanrıların dönüşünü simgeliyor" dedi.

YENİ TABLET AYNI KIYAMET

Yeni tablet aynı kıyamet

Yeni tablet aynı kıyamet

MEKSİKALI arkeologlar, 21 Aralık 2012’de dünyanın sonunun geleceğine dair bir Maya kehanetinin yazılı olduğu bir tabletin daha deşifre edildiğini açıkladı.

Meksika Antrepoloji ve Tarih Enstitüsü’nün açıklamasında, ülkenin doğusundaki Tobasco eyaletindeki Comalcalco kenti yakınlarında bulunan Maya harabelerinde yıllar önce keşfedilen tuğla bir tablet üzerinde yapılan çalışmalar sonucu Mayaların kıyamete ilişkin öngörülerinin yinelendiği anlaşıldı. Yaklaşık 1300 yıl önce yazıldığı tahmin edilen yeni tablette daire şeklinde bir takvim bulunuyor.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız

http://bit.ly/uAtA9y

ANILAR, NAZLI ERAY, SOPHIE MARCEAU VE L'AGE DE RAISON

Bu aralar hepsi birbirine girdi. Nazlı Eray'ın çocukluk anıları, benim evden çıkan eski fotoğraflarım, ders notlarım, kıyafetlerim, okul yıllıklarım, eski arkadaşlarım, annemle babamın gençliği ve Sophie Marceau'nın 'L'age de Raison' filmi -türkçe çevirisiyle Aşka Fırsat Ver- (ne alakaysa:).

Önce Sophie Marceau'nın 'Aşka Fırsat Ver' filmini ikinci kez seyrettim tv'de. Sophie beni ilk filmi La Boum'a götürdü. 1980'lerin meşhur gençlik filmi. Haftalarca kapalı gişe oynamıştı sinemalarda. O zamanın gençleri, ergenleri demek daha doğru herhalde çünkü o yaşlara hitap ediyordu, defalarca gidip seyretmişti bu filmi. Filmin müziği 'Dreams are my reality' ise dillere pelesenk olmuştu. Neredeyse herkesin walkmaninde bu şarkı vardı. Sophie Marceau o yıllarda 15-16 yaşlarındaydı ve kendi yaşında bir öğrenciyi canlandırıyordu. Bende arkadaşlarımla gitmiştim, yanılmıyorsam Levent Melodi sinemasında.

Aşka Fırsat Ver'de ise Marceau çocukluğunu geride bırakmış genç işkadını canlandırıyor.(Gördüğüm kadarıyla yıllar kendisine oldukça cömert davranmış.) Yoğun çalışma temposu içinde kaybolmuş Margaret'in hayatı bir gün kendini ziyarete gelen noter sayesinde değişir. Bu yaşlı adam Margaret'e geçmişinden sıradışı bir hediye getirmiştir. Kendine yazdığı mektuplar. Margaret bu mektupları sırasıyla açıp okumaya başlar ve her açtığı mektup onu geçmişindeki farklı bir ana götürür. Bazen isyan eder, bazen gözyaşı döker, bazen de gülümseyerek bakar küçük Margaret'in yazdıklarına ve sonunda geçmişten gelen bu mektuplar sayesinde içindeki çocuğun hala yaşadığını farkeder. 





Sonra Nazlı Eray'ın çocukluk anıları geldi 'Kalbinde Kadın Taşıyan Erkekler Birahanesi' kitabında. Bana çocukluğumu verin diyordu satırlarında. Çoğumuzun zaman zaman geri gelmesini istediğmiz çocukluğunu istiyordu. İlkokul günlerini, arkadaşlarını, Frej apartmanını, M. Hristosu'nu, babaannesini, ahşap köşkü, Mme.Anjel'i ve diğerlerini.

Ve bugün ben. Hafta başından beri uzun zamandır yapmam gereken işe artık vakti geldi diyerek başlamıştım. Hazır mıydım? Emin değildim ama bir yerden başlamak gerekiyordu artık. Bir yılı geçkin bir süredir dolapları açıp açıp kapıyordum. Henüz değil diye. İlk gün çok zor geldi. Zor olacağını biliyordum. Daha önce aynı şeyi yaşayan arkadaşlarımda söylemişti. Hazırlıklıydım ama bu kadarını beklemiyordum. Bir tanıdığımdan yardım istemiştim. Birlikte dolaptaki giysileri boşaltmaya başladık. Hepsinde bir yaşanmışlık vardı. Bunu oraya giderken giymişti, bunu oradan almıştı, bunu çok severdi diyerek topladık tüm giysilerini. Verilecekler ayrıldı, kolilendi. Sonra sıra odadaki çekmeceleri boşaltmaya geldi. Bazı özel eşyalar, tarak, fırça üzerlerinde hala saç telleri duruyor annemin. Bazı ufak kağıtlara el yazısıyla alınmış notlar. Telefon numaraları, yemek tarifleri, adresler, yapılması gerekenler. Çok çabuk ve ani oldu gidişi. Oysa daha yapacağımız, yaşacağımız çok şey vardı onunla ama buraya kadarmış birlikteliğimiz. Ondan geriye toplamam gereken acı, tatlı anılar kaldı.



Ve fotoğraflar. Hayatlarının çeşitli dönemlerinde çekilmiş. Evlendikleri gün, bembeyaz gelinliği ile babamla birlikte. İkiside ne kadar genç ve incelermiş. Siyah beyaz çekilmiş başka bir fotoğrafta ilk doğum günüm. Masanın etrafında tanımadığım bir sürü çocuk ve ben. Geminin güvertesinde çekilmiş bir sürü resim. Arkasında notlar. Keban Gemisi- Amerika seferi 1975, 30 Ağustos Gemisi Beybaba ile- 1985, General Zeki Doğan- İtalya Seferi. Babam işbaşıları ile kamarasında oturuyor. Gittiği limanlardan attığı kartlar duruyor bir kutunun içinde.




Okul resimlerim fırlıyor albümlerden. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite. Arkadaşlarım. Bazılarıyla halen görüşüyorum, bazıları ise resimlerde donmuş kalmış. Nerdeler, ne yapıyorlar?  Acaba faceden bulabilirmiyim bazı arkadaşlarımın beni yıllar sonra bulduğu gibi? Sorular uçuşmaya başlıyor kafamda.
Bir başka yerden ders notlarım çıkıyor. Aaaa ben bunları almamışım diyorum Sanat Tarihine Giriş dersinin notlarımı karıştırarak. Diğer taraftan okul yıllıklarım geçiyor elime. Bunlarda burdaymış götürmemişim eve diye hayıflanıyorum. İşi gücü bırakıp sayfalar arasında o yıllara dönüyorum. Birbirimize yazdığımız yazılar, yıllar sonrası ile ilgili dilekler, hayaller. Kimi gerçekleşmiş, kimi gerçekleşmemiş.

Tüm anılarımı bir koliye koyup eve getirdim. Resimlerim, ders notlarım, yıllıklarım, çocukluğum, ergenliğim, gençliğim hepsi bir koliye sığdı. Şimdilik evdeki yerlerini aldılar. Taa ki günün birinde onlarda çocuklarım tarafından toplanıncaya kadar...


ÖĞRETMENLER GÜNÜ

                




                 TÜM  ÖĞRETMENLERİMİZİN  ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN...





KALBİNDE KADIN TAŞIYAN ERKEKLER BİRAHANESİ



Bir anılar ve öyküler yumağı. Nazlı Eray'ın kaleminden dökülmüş hayalle gerçek arasında gidip gelen tamı tamına 63 öykü.

Kitaba adını veren 'Kalbinde kadın taşıyan erkekler birahanesi' de öykülerden biri. Bartın'da sırf erkeklerin doldurduğu tipik bir taşra bir kahvehanesinden içeri bakıyor Eray. Kağıt oynayan, bira içen adamları görüp 'Kalplerinde kadın taşıyan erkeklerdi bunlar, hissetmiştim' diye anlatıyor gördüklerini ve sonra devam ediyor 'Kimbilir neredeydi şimdi bu kadınlar. Belki kimisi geçmişin karanlık, değişik ışıklı tünellerinde bir yerlerde kalmışlardı. Kimisi taptaze, o sabah yatağından çıkarılan kadınlardı...'
'Görünmeyen kadınları düşünerek içki içip oyun oynayan erkekler...' diyerek son veriyor kahvehanedeki erkeklerin dünyasını anlattığı öyküsüne.

Çok sevdiği Marilyn Monroe'sunu 'Marilyn Monroe Karanfil Sokakta' ve Bana Geceyi Anlat' öyküleriyle anmayı unutmamış.

Emekliler Parkında ise, kendi deyimiyle, büyülü dünyasının içine almış okuyucularını.

'Seni Arıyorum Çocukluğum, Anımsadın mı Beni İstanbul, Bu Çocuğu Anımsıyor musun İstanbul, Frej Apartmanı, Madam Anjel' öykülerinde ise Madam Anjel'i, Mösyö Hristosu, Babaannesi, Arap dadısı Pesent ile hem Eray'ın anılarında hemde eski İstanbul'un mahallelerinde, sokaklarında gezintiye çıkıyoruz.

'Babaannemi Düşünüyorum' adlı öyküsünde okuyucularını ahşap köşklerde anlatılan masallara, hallaçlara, eski komşuluklara götürüyor bizleri.

"Eski bir İstanbul hanımefendisi olan babaannem hayatında hiç sinemaya gitmedi, televizyonu görmedi, asansöre, yürüyen merdivene binmedi. Hiç uçağa binmedi. Babaannem kaset dinlemedi. Kentin keşmekeşinin içine girmedi. Eski siyah bir telefon çaldıkça 'Alo' derdi yalnızca. Çini sobaları bildi, eski ahşap köşkü bildi, baharda açan menekşeleri bildi, kırlangıçların gelişini, hallacın sesini bildi. O da kadındı, Öyle yaşadı, sessizce öldü..." diye bitiyor öykü çoğumuzun koynunda yatmak ve öykülerini dinlemek için can attığımız anneannelerimizin  ve babaannelerimizin öyküsünün bittiği gibi.

İstanbul'da, Ankara'da, Bodrum'da, Bartın'da geçen öykülerinden çok beğendim son bir iki cümleyi de paylaşmak istiyorum.

'Arkadaşlar, ne olur bana biraz İstanbul verin. Biraz Galata Kulesi verin. Etrafı, çocukluğumu seyredeyim.'

Bu da benim gibi kışı, karı sevenler için;

'Kar sarhoşu olmuşumdur. Ne güzel şeydir bu kar sarhoşluğu. Dolaşırım yalpalayarak yalnızca benim olan sokaklarda. Bitmeyen sevgilerimin içinde, yitirmediğim çocukluğumda...' 

İçinizdeki çocuğu hiç yitirmemeniz ve yüreğinizdeki sevgilerinizin hiç tükenmemesi dileği ile...


KALBİNDE KADIN TAŞIYAN ERKEKLER BİRAHANESİ   NAZLI ERAY      POSTİGA

Öykü ve büyülü gerçekçiliği sevenlere tavsiye edilir:)