İSTANBUL

İstanbul dünyanın gözünün üstünde olduğu şehir. Her semtinin, her sokağının yaşayanlarına ayrı öyküler sunduğu, her geçen gün ayrı bir yönünü farkettiğimiz mitologyası, kehanetleri ile antik çağlardan günümüze kadar uzanan 7 tepeli gizemli şehir.

İstanbul'a Doğu Roma'nın başkenti Costantinopolis iken kehanetler şehri denilirmiş.

"Şehrin bir başka yerinde pek şaşılacak bir şey daha vardır" diye anlatmaya başlıyor haçlı Romert de Clery Giovanni Scognamillo'nun İstanbul Gizemleri adlı kitabında veee devam ediyor;

"Her biri en azından kulacın üç katı yüksekliğinde iki sütundu bunlar. Münzevi kişiler bu sütunların tepesindeki küçük barınaklarda yaşarlardı ve sütunlarda insanın yukarı çıkabileceği kapılar vardı. Bu sütunların dışına, Costantinopolis'te olmuş ya da olacak bütün olaylar ve bütün fetihlere ilişkin kehanetlerin resimleri yapılmış, yazılmıştı. Ama olay meydana gelene kadar kimse bunun ne olduğunu anlamıyordu ama olay meydana gelince insanlar oraya giderek durum üzerinde düşünüp taşınıp anlarlardı. Hatta şehrin alınmasıyla sonuçlanan saldırıyı yaptıkları gemiler bile buraya yazılmış ve resmedilmişti. Kısa saçlı ve demir kılıçlı bir ırkın batıdan şehri fethe geleceğini söylendiğini gördüler.

Bu sütunlar Apollonius'un yazdırttığı bronzdan yapılmış ve artık olmayan dikili taşlar idi.

Istanbul'un bir başka sütunlarından biride Fatih'te bulunan Kız Taşı veya Marcianus sütunu idi.

Bunun tepesinde ise Bizans dönemine ait İmparator Marcianus'un oturmuş halde bir heykeli duruyordu. Efsaneye göre bu sütunun özelliği ise yakınından geçen günahkar genç kızları hafifçe eğilerek işaret edermiş.

İstanbul'un bir başka semti Galata ise mitoslarda yeri olan bir bölgeydi. Starbon'a göre bölge Eros, Venüs ve Diana  tapınakları ile ilişkili cinselliğe dayalı gizemli ayinlerin, kutlamaların yapıldığı bir bölge idi.
Galata'nın yüzyıllar sonrasında da meyhanelerin, eğlence yerlerinin olduğu zevk ve sefahat bölgesi olması belki bu antik inanışların halen oralarda esen havasından kaynaklanıyor olabilir.

Bizans'ın merkezi olan Hippodrom, Sultanahmet ve civarının yeraltı galeriyle döşendiği gerçektir. Köpek öldüren kanalı denilen bu dehliz Yerebatan Sarayı'nın bir girişinden başlayarak boğazın Marmara'ya açıldığı yerde denizaltından Kınalıada'ya ulaştığı ve buradaki bir manastırda son bulunduğu söylenmektedir.

İşte böyle ilginç taraflarını anlatıyor Scognamillo kitabında. İstanbul'un yüzyıllar boyunca içinde sakladığı sırlarını, ziyaretçilerini, inanışlarını, doğaüstü olaylarını paylaşıyor okuyucuları ile.

İçinde yaşadığınız şehre farklı bir gözle bakmak isterseniz İstanbul Gizemler'ini okumanızı tavsiye ederim. Kimbilir belki hergün önünden geçip gittiğiniz tarihi bir sütunun ya da arnavut kaldırımlı sokağın size fısıldayacağı bir sırrı vardır.


PUCCA II:)

Pucca Günlük ikilemiş. İkinci kitabını çıkartmış. Pucca Günlük ve Geri Kalan Herşey...

Tanıtım yazısına göre ikinci kitapta battaniyenin altından çıkıyor ve farklı yepyeni bir dünyada yerini alıyor. Kimse neyi, kimi anlattığını bilmiyor. Sürprizlerle dolu geri kalanlarda Pucca'nın eğlenceli, komik, bazen de hüzünlü anlatımıyla günlüğünün  devamı geliyor...

"Hepsini affettim, zaten hiçbirinin soyadı bana yakışmıyordu." Pucca:)

  

İYİ BAYRAMLAR:)





TÜM SEVDİKLERİNİZLE BİRLİKTE SAĞLIKLI VE MUTLU BİR BAYRAM GEÇİRMENİZ DİLEĞİ İLE...


RAMONA




Hamburg rıhtımlarında seni bekledim Ramona
Akşamları rüzgar rüzgardı
Rüzgarlarda saçlarının kokusu,
Liman meyhanelerinde oturdum
Gözlerini düşündüm yeşil yeşil
İçimde, ya gelmezsen korkusu.

Bütün sokaklarında dolaştım Hamburg'un
Bütün otellerini, bütün sinemalarını
Sen hiç birinde yoktun Ramona
Veya hiçbirinden çıkmadın
Belki bir masala girmiştin
Belki yine başka bir yerdeydin,
Dudaklarım kanadığı zaman
Anladım, içimdeydin.

İçimdeydin Ramona
Kılcal damarlarımdaydın, alyuvarlarımda
Liman meyhanelerinde oturdum
Ellerini düşündüm uzun uzun
Daha akşamdı, daha şarkılar başlamamıştı
Yeşil yanmamıştı daha Ramona, yıldızlar çıkmamıştı




Durup durup saatlere bakıyordum
Durup durup karanlıkları dinliyordum.
Çaresizliğin bıçağı sipsivriydi
Sabah nasıl olacaktı bilmiyordum.

Benim bütün zorum
O elektrikli gitardan çıkmaktı Ramona
Çıktım en sonunda sana koştum
Yeminlerini aradım ağaç kabuklarında
Kıvançlarını aradım, ellerini aradım
Geldi kör bir kedi gibi
Ayaklarımın altına indi anılar
Gittim
Cam para topladım arsalardan tekrar
Kiremit döğdüm kırmızı biber yaptım,
Gökten üç elma düştü Bodensee'de
Üçünü de ben kaptım.

Hamburg rıhtımlarında beni dövdüler Ramona
Sen yoktun, görmedin fena dövdüler beni
Halı döver gibi dövdüler hem
Harman döver gibi dövdüler
Başımda ekmek kırdılar
Bir daha adını ağzıma almamam için
Gözlerime siyah bir bez bağladılar
Bilmediğim bir yere götürüp bıraktılar beni
Tüm vapurlar kalkmıştı, tüm pusulalar bozulmuştu

Üç gün kuşlara yalvardım, üç gün balıklara
Kaçma sam yellerinden sakın
Onlarla haber saldım sana.

Ööö, dediysem yalnızlıklara dedim Ramona
Karanlıklara dedim, gökgürültülerine dedim
Liman meyhanelerine oturdum
Bir şarkı tutturdum gözlerin için
Yeniden terledim ikliminde
Yeniden anılarına aktım,
 Mutluluğun kapıları açılmamıştı daha
Kendimi en derin sulara bıraktım

İlham Behlül Pektaş

CADILAR BAYRAMI:)




Bu gece Cadılar Bayramı. Diğer adıyla Hallowen. İngiltere ve Amerika'da çocukların cadı, iskelet, hortlak kıyafetleri giyerek, kapılarında pencerelerinde içinde mum yanan turuncu balkabaklarının olduğu evleri dolaşıp şeker mi oyun mu diye sordukları, bolca şeker toplayıp,oyun oynayıp,eğlendikleri gece. Son yıllarda bizde de moda olmaya başladı. Gerçi bizde çocuklar yerine büyüklere partiler düzenleniyor:). Zira çocukların çaldıkları kapıdan "de get lan balkabağınada sanada gecenin bir yarısında" diye kovalanma ihtimalleri çok fazla.

Cadılar Bayramı nam-ı değer Hallowen aslında bir Druid (Kelt) geleneğidir.




31 Ekim gecesi insanlar yaşadıkları yerlerden uzakta bir tepenin üzerinde toplanıp ruhlara karşı koruyucu bir halka oluştururlardı. Bu çembere "Kafa Çemberi" adı verilirdi. İnançlarına göre bu gece bu dünyayı ile öte dünyadan ayıran perde en az halini alır ve ruhlar dünyayı ziyarete gelirdi. Halk ise öte dünyanın güçlerini uzak tutma çabasıyla en karanlık yerlerde kocaman ateşler yakarlardı. O gece tüm kapıların sıkıca kapalı olması ve ateşin arkasında kalınması gereken bir geceydi.

                                                                           

Günümüzde tüm ruhlar arifesinde balkabağı oyulmaktatır. Druidlerde su kabaklarına, balkabağına ve şalgamlara korkunç insan yüzleri yaparlar ve bunları alacakaranlıktan şafağa kadar öte dünya varlıklarından korunmak için kapılara koyarlardı.



Ayrıca geleneksel olarak evdeki her çocuk için oyulmuş bir kafa bulunurdu. Bu ise Druidlerin Asil Başı Kutsanmış Bran efsanesinden kaynaklanmaktaydı. Bran yurdunun sonsuza dek yabancı işgalcilerden korunması amacıyla başının kesilip, Londra'da gömülmesini emreden efsanevi bir kral idi. Bu efsane köklerini, insan ruhunun mevkii baştadır diyen Kelt inanışından almaktadır. Bu nedenle kafa çemberi en üst düzeyde bir Druid koruma sistemi olarak gösterilirdi.

Artık kötü ruhlardan korunma ayinleri yerini çocukların ve gençlerin eğleneceği bir geceye bırakmış. Ama siz yine de pencereden dışarı bir bakın bu gece. Kimbilir belki süpürgesiyle geçen bir cadıya rast gelirsiniz:)