sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

VAN GOGH ALIVE


Veya Muhteşem Van Gogh diye mi başlık atsaydım acaba? İkisi arasında seçim yapmakta zorlandım Van Gogh Alive yazdım.

Evet, bugün Karaköy Antrepo 3'te 10 Şubat'ta başlayan Van Gogh Alive sergisine gittim.

Ünlü Hollandalı ressam Van Gogh'un hayatının son 10 yılında yaptığı eserlerin modern teknolojiyle birleştirilerek 40 projektörün sayesinde müzik eşliğinde perdeye dev boyutlarda yansıtılmasıyla ortaya olağanüstü bir görsel şölen çıkmış.

Duvarlarda, tavanda ve zeminde kısacası her yerde seyredebiliyorsunuz tabloları.Salona girdiğiniz andan itibaren sizi sarıp sarmalıyorlar. Oturduğunuz yerden önünüzden sinema şeridi gibi geçiyorlar. Bir anda uçuşan kuşlar sarıyor etrafınızı, bir saniye sonra Van Gogh'un odasında buluyorsunuz kendinizi, akordeon eşliğinde değirmenler dönüyor ve bir tren geçiyor önünüzden dumanını tüttüre tüttüre.



Van Gogh'un kimi zaman çoşkulu kimi zaman depresif iç dünyasında yaklaşık yarım saat 45 dakika süren sıradışı bir gezintiye çıkıyor, içinde yaşıyorsunuz. Bir şeyi kaçırdım diye bir kuşkunuz olmasın çünkü başlangıç ve bitiş diye bir şey yok, gösteri kesintisiz dönüşümlü devam ediyor.



Gazetelerde okuduğuma göre sergiyi hafta sonu 6000 kişi ziyaret etmiş ve önünde kuyruklar oluşmuş. Değer mi değer. Hem de sonuna kadar ama bu kadar kalabalıkta zevki çıkmaz. Çünkü ayakta değil oturularak seyredilecek bir sergi ayrıca önünüzden birileri geçtiğinde büyü bozuluyor. Gideceklere tavsiyem hafta içi sabah saatlerinde gitmeleri. Kesinlikle kalabalıkta ziyaret edilecek bir sergi değil.



15 Mayıs'a kadar pazartesileri hariç hergün açık. Ben herhalde bir kaç kez daha giderim bitene kadar:)

Bu arada girişte Van Gogh'un tabloları ve hayatı hakkında bilgi verilmiş. İnsanın içini acıtan bir hayatı var. Oradan oraya sürüklenmiş bir yaşam.

Vincent Van Gogh 1853 yılında Hollanda'da doğmuş bir rahibin oğlu. Bir süre sanat galerisinde ve kitapevinde çalıştıktan sonra babası gibi rahip olmaya karar veriyor ve akrabalarının yardımıyla ilahiyat okuluna hazırlanması için Amsterdam'a gidiyor. Onbeş ay çalışmasına rağmen başarılı olamıyor. Brüksel'de bir rahip okuluna kabul ediliyor fakat burada da maden işçilerinin sefaletinden etkilenerek varlığını onlara harcıyor. İşçilerin bu durumu tanrıya olan inancını kaybetmesine neden oluyor ve bunun sonucu olarak Fransa'nın kuzeyini yaya olarak dolaşarak resim yapmaya başlıyor.



Bu sırada daha önce çalıştığı sanat galerisinde onun yerini alan ağabeyi Theo'ya mektuplar yazmaya başlıyor ki gösteride bu mektuplardan da örnekler sunuluyor. Theo kardeşinin resimdeki kabiliyetinin farkına varıyor ve ona yardımcı olmaya karar veriyor. Van Gogh aldığı yardımlarla desen çalışmak için Brüksel'e gidiyor fakat kısa bir süre sonra Etten'deki rahip evine geri dönüyor. Bu arada dul kuzenine aşık oluyor. Kadının Lahey'e yerleşmesi üzerine peşini bırakmıyor ve kendini engellenmeye kalkışanlara elini yakacağını söylüyor. Bir süre sonra bir fahişeyle tanışıp birlikte yaşamaya başlıyorlar. Fakat Theo'nun bu durumu öğrenmesiyle
kadından ayrılıp Drenthe bölgesine gidiyor. Babasının ölümünden sonra gittiği Nuenen'de ilk büyük tablosu 'Patates yiyenleri' yapıyor.




Başlangıçta karanlık olan resmi Theo'nun resimlerini satmasıyla aydınlanıyor. Theo sayesinde Paul Gaugin'le tanışıyor ama anlaşamıyor. Gaugin'le bir kavgasının sonunda kendi kulak memesini kesiyor ve yaptığı 23 portresinden birinde bunu resmediyor.

Bir süre akıl hastanesinde kalıyor. Bu süreç içinde 250'e yakın portre ve manzara resmi yapıyor.
Kesik kulak, Arles'teki İngiliz köprüsü, Zeytinlik adlı eserlerini burada yapıyor. Yalnız resim yapmakla kalmıyor boya için kullandığı zehirleri maddeleri de yiyiyor. Bunlar da hastalığının artmasına neden oluyor.

Depresif, gelgitlerle dolu hayatı temmuz 1890'da kaldığı otel odasında intiharı ile sona eriyor. Cenaze sırasında kardeşi Theo'nun bir takım tablolarını cenazeye katılanlara dağıtmasıyla ölümünden sonra daha da ünleniyor. 

Sarı renge olan düşkünlüğünü, bütün bunalımlarını, tanrı ve ışık özlemini tüm tablolarına yansıtarak ve mutsuzluğum sonsuza kadar sürer diyerek bu dünyadan göçüp gidiyor. Ve Vincent Van Gogh'un hikayeside burada bitiyor.

Son bir not;

Teşekkürler Abdi İbrahim ve Van Gogh Alive'da emeği geçen herkes:)


Van Gogh'un eserlerine gireceksiniz

 
Eserlerine gireceksiniz

10 Şubat-15 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Karaköy Antrepo 3’te, 15 Ekim-30 Aralık tarihleri arasında da Ankara Cer Modern’de sanatseverlerle buluşacak olan sergide, Vincent Van Gogh’un en ünlü eserleri, izleyiciyi ışık, renk ve ses senfonisinin içine alacak.

Türk ilaç sektörünün lideri Abdi İbrahim, 100’üncü kuruluş yıldönümünü dünyanın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilen Van Gogh’un eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta sunan etkileyici bir sergiyle kutluyor.

Sanat, bilim ve teknolojiyi yenilikçi bir şekilde harmanlayan ve bu özelliğiyle Abdi İbrahim’in 100 yıllık bakış açısını yansıtan sergi, izleyiciyi alışılageldik müze kavramının ötesine geçirerek, resmin hikayesinin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.   

PRÖMİYERİNİN HEMEN ARDINDAN İSTANBUL'DA
3.000’in üzerinde digital imajın tek bir hikaye anlattığı çarpıcı bir sanat ve teknoloji füzyonu olan Van GoghAlive, geleneksel sanat, multi medya görüntü teknolojisi ve sinematografik yönetmenliğin eşsiz bir birleşimiyle; cezbeden, eğiten ve eğlendiren alternatifsiz bir deneyim sunuyor.

Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan ve Singapur’daki dünya prömiyerinin hemen ardından İstanbul ardından da Ankara’da sanatseverlerle buluşacak olan sergi, 2012 yılı boyunca sanat dünyasının ilgisini Türkiye’ye çekecek.


ÇERÇEVE YOK, İÇİNDESİN...
Van GoghAlive Digital Sanat Sergisi’nde, SENSORY4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla, çok kanallı animasyonlar ve sinema kalitesindeki surround ses sistemi birleştirilerek; dünyada en çok ilgi çeken eşsiz bir görüntü kullanılıyor. Dokunmak isteyeceğiniz kadar gerçek, dev boyutlardaki kristal netliğindeki görüntüler, İstanbul Karaköy Antrepo ve Ankara Cer Modern için özel olarak tasarlanan çok çeşitli ekranları ve yüzeyleri aydınlatıyor.

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

Çektiği ve çekemediği fotoğraflarıyla Sabahattin Ali

Çektiği ve çekemediği fotoğraflarıyla

“Bir Fotoğraf Camı” sergisinde, Sabahattin Ali’nin yaşamında önemli yeri olan insanlar, gezdiği, gördüğü yerler, görüntülediği fotoğraflar yer alıyor.

Başta Ankara olmak üzere 1930’lu yılların Anadolu sokaklarının ve insanlarının yer aldığı bu fotoğraflar, usta yazarın edebi kimliğine de ışık tutuyor. “Bir Fotoğraf Camı” Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali Sergisi, 3 Şubat – 3 Mart tarihleri arasında Caddebostan Kültür Merkezi’nde ziyaret edilebilecek.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi işbirliği ile düzenlediği “Bir Fotoğraf Camı” sergisinde, 41 yıllık kısa yaşamına çok sayıda eser ve tercüme sığdıran, Türkiye’nin farklı yerlerinde öğretmenlik yaparken öğrencileri üzerinde derin izler bırakan, Ankara’da Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşunda ve ilk öğrencilerinin yetişmesinde büyük emeği olan Sabahattin Ali’nin en büyük tutkularından biri olan fotoğrafları, kişisel evrakı ve bazı özel eşyaları sergileniyor.
Sergi, Sabahattin Ali’nin yaşamöyküsünün fotoğraflarla anlatıldığı ilk bölümün ardından, yazarın yaşamından seçilmiş temalarla devam ediyor. Serginin yazarın ailesi, çocukluğu, gençliği, Almanya’da yaşadığı yıllar, öğretmenlik, askerlik, evlilik ve babalık dönemleri gibi başlıklı bölümlerinde ise yazarın fotoğraflarına kişisel evrakı ve eşyaları da eşlik ediyor.

Nâzım Hikmet’in Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği mektup ve ilk kez bu sergide görülecek bir fotoğrafı, Orhan Veli Kanık’ın imzalı kitabı, Sabahattin Ali’nin gözlüğü ve Paşakapısı Cezaevi’ndeyken üzerinde olan takım elbisesi de serginin önemli parçalarından… Sabahattin Ali’nin Objektifinden başlıklı bölümde de ilk kez bu sergide görülebilecek fotoğraflar var. Ayrıca sergide yer alan ve Sabahattin Ali’nin 1939 yılında Sivas yolunda çektiği fotoğrafları ile eşi ve kızı Filiz Ali’ye ait fotoğraflar da sanatsal olarak dikkate değer.

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

En bağımsız festival için geri sayım başladı

En bağımsız festival için geri sayım başladı

!f İstanbul, 11. yılında heyacan verici bir programla sinemaseverleri karşılıyor.

Yılın en çok konuşulan ödüllü bağımsız filmleri ve yönetmenlerini izleyiciler ile buluşturacak olan festival, her zamanki gibi ilginç konukları, renkli partileri ve eylem-odaklı atölye çalışmaları ile dolu bir program sunuyor. Üstelik filmler bu yıl İstanbul ve Ankara’nın ardından İzmir’e de gidiyor!

The Descendants, Take Shelter ve Bellflower gibi yılın en çok konuşulan bol ödüllü filmleri Hit Filmler bölümünde yerini aldı. 2012 senesine özel yeni bölümleri arasında People Power/Arka Bahçe, Yol var. !f İstanbul klasiklerinden olan Fantastik Filmleri de izleme imkanınız var.

!f İstanbul’un bu seneki sürprizlerinden biri ise müzik filmleri, partileri ve etkinliklerini !f Music başlığı altında toplaması ve ünlü İngiliz besteci Micheal Nyman gibi konukların da katılımıyla genişletmesi.

Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali !f, 11. yılında bu sene 16 - 26 Şubat arasında İstanbul’da, ardından 1- 4 Mart’ta Ankara’da ve ilk defa 2 - 4 Mart arasında İzmir’de takipçileriyle buluşacak.

İŞTE 2012 FESTİVALİNDE BAZI ANA BAŞLIKLAR /_np/8195/15618195.jpg
Robert Redford’un bağımsız filmlere ve yönetmenlere bir yuva olarak yarattığı Sundance Enstitüsü !f İstanbul ile olan ortaklığının 2. senesinde yine Sundance Lab’in senaryo yazım eğitimlerini, taze Sundance filmlerinden bazıları ile birlikte !f İstanbul’a getiriyor.

Ünlü Mısırlı Aktivist ve Oyuncu Khaled Abdol Naga Keşif Jürisinde

Festivalin uluslararası yarışması Keş!f yine genç yönetmenlerin ilham veren filmlerinden oluşan bir seçki ve bu senenin jüri üyeleri Yeşim Ustaoğlu, Andrea Picard, Mark Adams, Jonathan Cauoette, Khaled Abdol Naga ile cesaret ve yenilik dolu filmlerle İstanbul’da olacak. Bağımsız sinemanın yeni yeteneklerini, sinemanın ustalarıyla bir araya getiren !f İstanbul festivalin son hafta sonunda dünyanın farklı yerlerinden genç sinemacıları ve sinema duayeni ustaları buluşturuyor.

Jacques Nolot İstanbul’da! Fransız L’ACID 20. Yılını !f İstanbul ile Kutluyor

Bağımsız sinemanın Paris merkezli kuruluşu L’ACID 20.  yılını kutlarken gözden kaçmış modern klasiklerden ve yeni yapımlardan oluşan bir seçkiyi !f İstanbul ortaklığında festival kapsamında bağımsız sinema severlere ulaştıracak.

Seçkide yer alan filmler bol ödüllü Blissfully Yours (Apichatpong Weerasethakul), aykırı İsrailli yönetmen Avi Mograbi’den Avenge But One of My Two Eyes, Locarno'da Gümüş Leopar ödüllü Curling (Denis Côté) ve Cannes En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu ödüllü  L’humanite (Bruno Dumont).

Program kapsamında ayrıca ünlü oyuncu Jacques Nolot, Avant Que J’oublie adlı meşhur filmini sunmak üzere İstanbul’da olacak.

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız....

Beraberdir adalılar!

Beraberdir adalılar!

“Sami Solmaz’ın gözüyle Adalılar Sergisi” Yunanistan İstanbul Başkonsolosluğu –Adalar Müzesi işbirliğiyle 25 Ocak’ta Sismanoglio Megaro binasında...

“Beraberdir adalılar! Dil, din, mezhep, ırk bilmezler. Aynı teknede gibidir onlar, beraber giderler balığa, yangına, düğüne, içmeye… Anakara karışmazsa yüzyıllarca daha yaşarlar burada, ada’da…” Serbest gazeteci ve fotoğrafçı Sami Solmaz’ın Beyoğlu’nda İstanbul Yunan Konsolosluğu’na ait Sismanoglio Megaro binasında gerçekleştireceği sergisinde tarihten izler barındıran ada topraklarında yaşayan insanlara dair çektiği kareleri sanatseverlerle paylaşıyor.
 
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

Konstantiniyye'den İstanbul'a

Konstantiniyye'den İstanbul'a
Xıx. Yüzyıl Ortalarından Xx. Yüzyıla
Boğaziçi’nin Anadolu Yakası Fotoğrafları

21 Ocak – 1 Nisan 2012
 

Pera Müzesi

XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyılın başlarında İstanbul’da faaliyet gösteren fotoğraf ustalarının karelerinden oluşan, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu ve bazı özel koleksiyonlardan derlenen sergi, bir devrin İstanbulu'nu eşsiz kıyıları, çarpıcı yapıları, gündelik hayatı ve ilginç kişikleriyle gözler önüne seriyor. Usta fotoğrafçılar Ali Sami Aközer, Félice Beato, Guillame Berggren, Abdullah Biraderler, Gülmez Biraderler, Ernest Edouard de Caranza, Sebah&Joaillier, Maurice Meys, Ali Enis Oza, James Robertson ve Elisa Pante Zonaro dönemin ağır ve zahmetli teknikleriyle çekilmiş fotoğraflarla İstanbul’un geçmişteki çehresini belgelemekle kalmıyor, bir sanayi merkezi, hatta büyük bir metropol haline gelmiş, silueti, mimarisi, taşıtları, köprüleri, rıhtımları, caddeleri ve meydanlarıyla bambaşka bir görünüme kavuşmuş olan bu kentin Anadolu yakası kıyılarında bizleri keyifli bir yolculuğa çıkarıyor

Suyun öte yanından Anadolu motifleri

Suyun öte yanından Anadolu motifleri

Yunan ressam Georgios Maroudas’un Rahmi M. Koç Müzesi’nde açılan sergisine verdiği ‘Büyüleyici Bir Gerçeklik’ adı, hem sanatçının tutkun olduğu kilimleri nitelerken kullandığı bir ifade hem de Maroudas’ın resimlerini yakından gören gözlerin eserler için yorumu.

Zira, sanatçının Anadolu motiflerini resmettiği eserlerini ‘gerçek’ten ayırt edebilmek büyük mesele. Rahmi Koç’un Midilli Adası’nda keşfettiği Georgios Maroudas’la kilimlerle tanışmasıyla başlayan göçebe bir sanatçıya dönüşme hikâyesini konuştuk.
Kendinizi natürmorda meraklı sürrealist bir ressam olarak niteliyorsunuz. Peki, kilimlerle tanıştıktan sonra resminiz nasıl bir dönüşüme uğradı?- Bu kavramları sanatta ayrımlar yapabilmek için kullanıyoruz. Kendi sanatımı açıklarken kullandığım ifade ise, akademik gerçekçilik. Çünkü temelimi akademiye dayandırıyor ve objeleri resmederken buna dikkat etmeye çalışıyorum. Daha önceleri natürmort çalışırdım. Yine bir masa ve masa üzerinde bir örtü olurdu eserlerimde. O zamanlar masa örtüsü ve masanın düz bir görüntü olmasına dikkat ediyordum. Üstelik bu teknik, işimi de kolaylaştırıyordu. Şimdi de natürmort resimler yapıyorum. Ancak bu kez masanın üzerine dokusu olan bir örtü, yani kilim koyuyorum. Yakın zamana ait resimlerde, tam tersi söz konusu. Kilimler ilginç olan, etraftakiler ise dekoratiftir. 
Bu merak nereden geliyor?- Kilimlerle ilk başta dokuları sebebiyle ve sadece zorlayıcı bir çalışma resmetmek için ilgileniyordum. Ama ne zaman ki bir kilime dokundum, onun yarattığı his bende merak doğurdu ve zamanla bir tutku halini aldı. Ondan sonra Türkiye’yi dolaşarak kilim aramaya başladım. Hakkında öğrendiklerim kilime olan tutkumu daha da artırdı. Türkiye halkının da bilmesi gereken bir şey var ki, dünyanın hiçbir yerinde böyle kuvvetli bir miras yok. Yeni jenerasyonlar sentetik ipliklerden yapılan halılara aşina. Halbuki hiçbirisi bir Kapadokya kiliminin dokusuna sahip olamaz. Dünyanın her tarafında bu kilimlerden zevk alıp, onları toplayan insanlar var. Bu miras yalnızca Anadolu topraklarına özgü. Bunun iki sonucu var. Bir sürü koleksiyonluk parça yurtdışına, yani toprağından uzağa götürülüyor. Öte yandan, kim bir kilim alıp ülkesine götürdüyse onu saklıyor. Yani, kilimler korunmuş oluyor.
GÖÇEBE KADINLAR SAYESİNDE OLGUNLAŞTIM
Kilimler sizin için neden büyüleyici?- Bundan iki yüz sene öncesine gidelim mesela... İnsanlar çok zor koşullarda yaşıyor. Biz, Anadolu dağlarının birinde yaşayan bir kadın düşünelim. Bakması gereken çocukları, yapması gereken pek çok ev işi var. Ama o bir taraftan da dokuma tezgahında çalışıyor. Yaşantısını o kilime dokuyor aslında. Ortaya çıkan işin etkileyiciliğine ve bugün bir sanat eseri olarak değerlendiriliyor olmasına şaşmamak lazım aslında. Ben kilim resimleri çizmeye başladığımda ise, bende en derin saygıyı o göçebe kadınlar kazandı. Muhakkak beni renkler, dakiklik ve sabır konularında bir sanatçı olarak olgunlaştırdılar.
Aşık birinin heyecanıyla anlatıyorsunuz... İlk ne zaman göz göze geldiniz?- Kesinlikle! İlk görüşte aşktı bu. İkinci kez düşünmeme bile gerek kalmayan bir karşılaşmaydı. Bundan 50 ya da 60 yıl kadar önce halı toplayan kişilere aldıkları halılar, kilimlere sarılarak verilirdi. Halıyı kaplamaya yetecek kadar büyük kağıt nereden bulunacak tabii. Bu kadar değerli bir parçanın halıcının gözündeki kıymetsizliği bana çok çarpıcı geldi. Kilimleri incelerken benim için yeni bir dünya açıldı. Tabii ilk kez kilim koleksiyonu yapmaya başladığımda; semboller, tasarımlar, orijinler ve yaşları hakkında hiçbir fikrim yoktu. İçgüdüsel olarak alışveriş yapıyor, kitaplarda gördüklerimi hatırlamaya çalışıyordum. Çabuk öğrenirim ve doğru  kitapları alma ile doğru zamanda doğru yerde bulunma konusunda şanslıydım.

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

Türk resminin ilk çıplakları

Türk resminin ilk çıplakları

Sakıp Sabancı Müzesi’de ‘Bir Ülke Değişirken’ sergisi Türk resmindeki pek çok ilki günışığına çıkarıyor. Bunlardan biri de Halil Paşa’nın yaptığı çıplak eskiz çalışmaları.

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) bir salonunu bundan böyle kendi koleksiyonundaki eserlerden oluşturacağı tematik sergilere ayırıyor. Yarın başlayacak olan ‘Bir Ülke Değişirken - Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi’ bunlardan ilki. Osman Hamdi Bey, Fikret Muallâ, Halil Paşa, Şehzade Abdülmecid Efendi ve İzzet Ziya gibi, Türk Resim Sanatı’nın önemli sanatçılarının eserlerini içeren koleksiyon, yeni yapılan bu özel galeride bundan böyle sürekli teşhir edilecek. Bilimsel danışmanlığını Prof. Dr. Semra Germaner ve Doç. Dr. Ahu Antmen’in üstlendiği sergide 26 sanatçının 90 eseri yer alıyor.
RESİM HEYKEL'İN MİSYONU
Dün müzede gerçekleştirilen basın toplantısıyla tanıtılan sergide konuşan Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer; “Resimler, farklı modernizm görünüm ve eğilimleriyle, Osmanlı ve Türk resminde ortaya çıkan sanat anlayışları ve bakış açılarının anlaşılabilmesi için sağlam bir zemin oluşturuyor” dedi. Prof. Germaner ise Sabancı Müzesi’nin özel koleksiyonundan hazırlanan bu sergi aracılığı ile Resim Heykel Müzesi’nin misyonunu yerine getirdiğini söyledi. Ahu Antmen de serginin dönemin atmosferine ve anlayışına göre hazırlandığının altını çizdi.
BİR KOLEKSİYONERİN GÖZÜYLE

Haberin devamını okumak için linki tıklayınız