YAZARLAR NASIL ÇALIŞIR? NASIL YAZARLAR ?

Yazmak...Kolay iş değildir yazmak. Öyle iki ara bir dere, öğle tatilinde, gün içindeki boşluklarda yapılacak bir şey değildir. Ciddi mesai ister, emek ister ve en önemlisi disiplin ister. Bir ritüeldir yazmak ve belli bir rutin gerektirir. Yazdıkça kelimeler bir bir dökülür kağıda, cümlelere dönüşür, cümleler paragraflara, paragraflar sayfalara sayfalar kitaba dönüşür. Ve bir eser çıkar ortaya. Basılmaya değer görülenler kitapçı raflarında yerini alır. Kimi de dosya halinde kala kalır. 

Yazar için yazma süreci çok önemlidir. Kimi Nazlı Eray gibi bir pastanede kendi deyimiyle "yan masada pet şişedeki suyun bardağa dökülme sesinden bile ilham alarak" yazar, kimi de Zülfü Livaneli gibi "Ben kitaplarımı gündelik hayatın içinde yazamıyorum. Kendimi dünyadan soyutlamam gerekiyor. Tayland'da bir köyde, her şeyi unuttum, romanın içinde yaşamaya başladım." diyerek şehrin kaosundan uzakta yazar. Bu arada Livaneli'nin bu kitabını da çok merak ettiğimi de buraya not düşmeden geçemeyeceğim. 

Sabit Fikir bu konuda bir dosya yayınlamış: "Yazma rutinleri: Onlar nasıl çalıştılar?"

İşte ünlü yazarların çalışma stilleri...


Yazma rutinleri: Onlar nasıl çalıştılar?



Hepimizin "yapmak istediklerimiz" ve "yapmak zorunda olduklarımız"la dolu 24 saatimiz var her gün. Yapmak isteyip de yapamadıklarımıza uydurduğumuz bahaneler de cabası. "Oturup yazı yazmak istiyorum ama..." "Bugün de kitap okuyacak vaktim olmadı hiç..." gibi. Tanıdık geldi mi? Ne var ki, başarıya ulaşmış pek çok yazar, konu "yazı yazmak" olunca disiplinli ve ciddi bir çalışma rutinini benimsemişler. Biz çamaşır asmak, yemek yapmak ya da arabayı yıkamakla uğraşırken, onlar oturup romanlar, oyunlar, öyküler yazmışlar. Daily Rituals: How Artists Work (Günlük Rutinler: Sanatçılar Nasıl Çalışır) kitabının yazarı Mason Currey, 161 sanatçının nasıl, ne kadar, nerede çalıştıklarını araştırmış. Bu yazarlardan birkaçına dilerseniz birlikte göz 
atalım...





Balzac'ın yazı rutini oldukça zorlayıcıymış: Saat 18:00 civarında yediği akşam yemeğinden hemen sonra yatıp uyuyan yazar, gece yarısından hemen sonra uyanır ve sabaha kadar duraksız çalışırmış. Bir buçuk saatlik bir dinlenme arasından sonra da kaldığı yerden devam edermiş. Akşamüstüne dek bu şekilde çalışan Balzac'ın, kahve üstüne kahve içtiği, bazı günler 50 bardağa çıkabildiği biliniyor. Akşamüstü 16:00 civarı çalışmayı bırakan yazar, iki saat içinde duş yapar, yemek yer, ziyaretçileriyle sohbet eder ve rutinine kaldığı yerden devam edermiş. 


William Faulkner


 
Faulkner, her ne kadar sabahları daha rahat yazdığını söylese de, yıllar içinde yazma rutini, çalıştığı işlere bağlı olarak değişmiş bir yazar. Döşeğimde Ölürken romanını yazdığı esnada bir üniversitede gece denetçiliği yapan yazar, sabahları uyuyup, öğlenleri yazar, ardından işe giderken kahve içmek için annesini ziyaret ettikten sonra vazifesinin başına geri dönermiş. İlhamın gelip onu bulmasını beklemediğini söyleyen Faulkner, "İlham perim geldiğinde yazarım, ve ilham perim her gün yanıma uğrar," demiş.



Maya Angelou yıllar boyunca tanınmamak amacıyla otellerde kalıp, yazı yazmış. 1983 yılında yaptığı bir söyleşide "İçinde yalnızca bir yatak ve bir çalışma masasının olduğu bir odada, yanımda İncil ve bir sözlük, bir deste kart ve içki şişesi varken oturup yazardım. Sabah 7 sularında çalışmaya başlar ve iyi çalıştığım sürece bunu sürdürürdüm. Çok yalnızdım, ancak harika zamanlardı." 

 

Heller, Madde 22 romanını, Manhattan'daki dairesinde, işten döndüğü zaman yazıyormuş. "Sekiz yıl boyunca her gece en az iki üç saatimi bu romana verdim. Yalnızca bir gece yazmadım ve eşimle oturup televizyon seyrettim. Ancak o gece bile beni romanıma götürdü."  Gündüz vakti Time, Look ve McCall dergilerinin reklam departmanlarında çalışan yazar, o işinden de oldukça memnunmuş.
 



Thomas Mann, her sabah 8'de uyanır, bir kupa kahvesini içer, duşunu alıp giyindikten sonra eşiyle kahvaltı eder ve sonra odasına çekilip, çalışmaya başlarmış. Çalışma saatleri boyunca evde çıt çıkmadığı gibi, çocukları da babalarını görebilmek için beklerlermiş. O gün iyi bir şeyler yazamadığını düşünürse yazar, şansını fazla zorlamaz, ertesi gün kaldığı yerden devam edermiş. 



1942 yılında, romanı Hayatın Kaynağı'nı yazarken yoğun bir baskı hisseden Rand, kronik yorgunluğunu geçirmesi için doktoruna başvurmuş. Doktorunun verdiği ilaç sayesinde enerji seviyesi oldukça artan yazar, romanının üçte biri için yıllarını harcamışken, bir anda 12 ay içinde romanı bitirmiş. Her hafta bir bölüm yazmaya başlayan Ayn Rand'ın günler boyunca uyumadığı, üzerinde kıyafetleriyle birkaç saatlik kestirmelerle idare ettiği biliniyor. 



http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yazma-rutinleri-onlar-nasil-calistilar









SİZ NEYİ SİLMEK İSTERDİNİZ HAYATINIZDAN ?





Bir silgi olsaydın ne silmek isterdin.... ?
Hatalarını mı yoksa kötü anılarını mı.... ?
Yoksa başarısızlıklarını mı ?
Kalem olsaydın kimi eklemek isterdin hayatına.?
Seni dinleyecek birini mi..?
Sana küçük mutluluklar yaşatanları mı..?
Yoksa her daim yanında olanları mı..?
Şimdi durup bir düşün, neler eklemek isterdin....?
Neler silmek isterdin... ?

Nazım Hikmet Ran 

ROMEO VE JULIET

Hiç düşündünüz mü o romanlara konu olan ölümsüz aşk hikayesi Romeo ve Juliet günümüzde yaşansaydı nasıl olurdu diye. Gerçi artık böyle büyük aşklar yaşanmıyor. Aşkın Ömrü 3 Yıldır diye kitap bile yazıldı. Aşka ömür biçildi...3 yıllık diye...

Neyse Romeo ve Juliet günümüzde yaşasaymış işte böyle olurmuş:)))


DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR





"Merdivenlerden çıkarken Ümmü Gülsüm'den Beni Düşünüyor çalmaya başladı. Tırmanışı ağırdan alıp eve şöyle bir göz attım. Bir sürü ayna hepsinin sırrı dökülmüş. O kadar ki insanın kendini bütünüyle görmesi asla mümkün değil. Yüzünün hatırlandığı gibi kalmasını isteyen bir yaşlı kadın için anlaşılabilir bir seçim."


"Üç kadın kahvenin ortasında girişimizle ilan edilen sessizlik yemininin korku filmi ambiansının ortasında duruyoruz. Maryam, ellerini cebine sokuyor ve erkeğe döndürüyor kendini. Amira iyiden iyiye kadınlık timsali. Bir Venüs heykeli, etrafa bakıyor rahat rahat. Ben gözlerimi dikecek emniyetli bir yer buluyorum. Duvardaki dünya saatleri. Ne işi var bu saatlerin bu eski kahvede? Dünyanın bütün zamanını kahvede oturarak geçirebilecek gibi görünen adamların dünya saatlerine niye ihtiyacı olur? Bütün saatler durmuş. Uzata uzata bakıyorum bu Fransız sömürgesi kalıntısına. Londra, Paris, New York...Arkalarına Batı'nın sömürge tarihini almış erkekler son derece Doğulu bir müdanasızlıkla bizi süzüyorlar. Bir zamanlar gözünü  Batı'ya dikmiş olan bir milletin erkek evlatları, artık öyle bir dertleri olmadığı için kadınlara bakıyorlar."

"Bir kadının kalbini fena halde kırmış bir adam...O adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın...Düğümlere Üfleyen Kadınlar bu yolculuğun romanı. Ne kadar sevilse de tamir olmayan o yaralı coğrafyada, Ortadoğu'da geçiyor. Saraylar devrilip meydanlar dolarken sorular kalıyor geriye. Her yola en az bir soruyla çıkılır çünkü: Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir sahiden." diye yazıyor Ece Temelkuran'ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar adlı kitabının arka kapağında. 

Bende bugünlerde güzel bir kitap okumak istiyorsanız kesinle tavsiye ediyorum diyorum ve bol kitaplı keyifli günler diliyorum.