EDEBİYATIN KÖTÜ KIZLARI...

Sabit Fikir bugün sayfasında edebiyatın kötü kızlarını yazmış. Kimler mi? Kimler yok ki? Hepsi aşağıda okumanızı bekliyor...


Edebiyatın "kötü kız"ları burada



Edebiyatın kötü çocukları deyince aklınıza kimler geliyor? Martin Amis, Salman Rushdie, Jonathan Franzen, Ernest Hemingway... Peki ya kadınlardan? Flavorwire, yaptığı bu listede edebiyatın "kötü kızları"na yer vermiş. Bakalım Anais Nin'den, Colette'e, Dorothy Parker'dan Simone De Bevauvoir'a uzanan listede ne gibi yaramazlıklar yer alıyor?



Sappho

Yunanistan'da yetişen en önemli lirik şairlerinden biri sayılan Sappho, dile kazandırdığı kelimelerle de tanınabilir. Midilli Adası'nın diğer ismi olan Lesbos Adası'ndan gelen Sappho, "lezbiyen" sözcüğünün de atası sayılabilir. Başka kadınlara duyduğu cinsel çekimi şiirlerinde anlatan Sappho, erkeklere de ilgi duyuyordu. Bunun yanında Afrodit'in tapınağında, genç, bekar kadınlara yönelik bir akademi kurduğu bilinmekte. Ovidius'a göre kendine öldürerek yaşamına son veren Sappho'nun şiirlerinden günümüze çok azı kalmıştır. Çoğunlukla parçalar halindeki şiirlerin çevirilerini Cengiz Bektaş ve Azra Erhat yapmıştır.

 

George Sand

Sappho'nun ardından gelen isim, George Sand. Onlarca roman, birkaç oyun, anı kitabı ve edebiyat eleştirisi kaleme alan Fransız yazar, bunca işinin arasında haylazlığa da vakit bulabiliyormuş. Asıl ismi Amantine Lucile Aurore Dupin olan yazar, bir erkek adı altında yazan pek çok 19. yüzyıl kadın yazarından biriymiş, ama bu cinsiyet değişimi edebiyat alanında sınırlı kalmamış. Günlük hayatta da erkek kıyafetleri giyen, o dönemde kadınların asla yapmadığı bir şekilde sigara içen Sand, 19 yaşında evlenip, 9 yıl sonra boşanmasının ardından Frederic Chopin ile büyük bir aşk yaşamış.

 

Colette






Ah şu Fransızlar... Liste tamamen onlardan da oluşabilirdi. Sidonie- Gabrielle Colette, o meşhur Claudine serisini yayımladığı sıralarda üç kere evlenmiş ve ikinci kocasını, adamın oğluyla aldatmış bir kadındı. Kadınlarla olan ilişkileri ve Moulin Rouge'da gerçekleştirdiği bir pandomim esnasında öptüğü sevgilisiyle de o döneme damgasını vurmuş bir isim olan Colette, kadınların bakış açısından cinselliği ve kadın olmayı en iyi anlatan kalemlerden biriydi.

Yazının devamını okumak için linki tıklayınız...


DOSTLARLA İÇİLEN BİR FİNCAN KAHVE




Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi

Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman 

dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

-Alıntı-

SİNDİRELLA'DAN HABER VAR :)

Pamuk Prenses'e ne oldu? diye bir yazı yazmıştım. Çocukluğumuzda ağzımız açık dinlediğimiz masal kahramanlarına neler olduğunu sormuştum. Sindirella okumuş yazdıklarımı cevap gönderdi. Bir de resim eklemiş mesajına. Aynen böyle yazmış;

"Beni merak etmeyin. İyiyim. Öyküm hala anlatılıyor ama hiç bir şey eskisi gibi değil. Artık peşimden koşan romantik prens yok. Onun yerine apartman görevlisi peşimde. Nasıl mı? Fotoğrafımı gönderiyorum. Artık böyleyim :) Sevgiler...Sindirella"


(Çiğdem Demir'in güzel çizgisiyle) 

Yüzünüzden gülümsemenin hiç eksilmemesi dileği ile sevgiyle ve  mutlulukla kalın :)



LOST IN AUSTEN

Günün birinde sevdiğiniz roman kahramanını evinizin banyosunda bulursanız ne yapardınız? Üstüne üstlük birde banyonuzda geçmişe açılan gizli bir kapı keşfederseniz...Bu roman kahramanınızın size bugüne kadar hiç bilmediğiniz bu kapıdan ulaştığını görürseniz ne hissedersiniz? 

Ve bir anda kendinizi bir anda elinizden düşüremediğiniz Jane Austen romanlarından birinin tam ortasında bulsaydınız :)

Sevgilisi ile problemler yaşayan Amanda Price kötü geçen bir gecenin sonunda banyosunda çok sevdiği roman kahramanı Elizabeth Bennet'i bulmasıyla fantastik bir dünyaya adım atmış olur. Hammersmith'li Price Elizabeth Bennet ile yer değiştirir. 2000'li yılların genç bir kadının Jane Austen'ın Aşk ve Gurur'unun içine sızmasıyla traji komik olaylar başlar :)

Seyretmeyenler için zevkle seyredilecek bir film daha...



BİR ŞARKIN OLSUN GÖNLÜNDE

Pırıl pırıl güneşin aydınlattığı güzel bir İstanbul gününden herkese günaydın derken bugün gelen bir şiiri sizlerle paylaşmak istedim...

Gönlünüzde sizi mutluluklara götürecek bir şarkınızın ve yolunuzu aydınlatacak bir güneşinizin olması dileği ile...

Sevgiyle...


Güneşin olsun gönlünde

Kar bile yağsa

Ya da fırtına olsa.

Gök bulutlarla

Dünya kavgayla dolsa

Güneşin olsun gönlünde

O zaman gelsin ne gelirse

Doldurur ışıklarla

En karanlık gününü

Bir şarkın olsun gönlünde

Sevinçli ezgilerle

Seni günlük tasalar boğsa bile

Bir şarkın olsun dudaklarında

O zaman gelsin ne gelirse

Yardım eder atlatmaya

En yalnız gününü

Başkaları içinde bir diyeceğin olsun

Tasada ve bunalımda

Ve seni mutlu edecek her şeyi

Söyle onlara da

Bir şarkın olsun dudaklarında

Yitirme sakın cesaretini

Güneşin olsun gönlünde

Ve her şey iyi olacak.


Cesar Fleischler

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA




Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıl
dızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler…


Nazım Hikmet



23 NİSAN



23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...


GEÇMİŞİN ÇOCUKLARINDAN BUGÜNÜN ÇOCUKLARINA, İÇİNDEKİ ÇOCUĞU YAŞATABİLEN HERKESİN BAYRAMINI KUTLUYORUM...




Sevgili Ada 23 Nisan resmin için çok teşekkür ederim. Nice 23 Nisanlara...

AYIŞIĞI SONATI

Herkesin müzik anlayışı ve zevki farklıdır. Ben her türlü müziği dinlerim. İçlerinde defalarca dinlediğim çok sevdiğim parçalarda çıkar hiç beğenmediklerimde. Kitaplar gibi müzikte hayatımın vazgeçilmez bir paçası olmuştur her zaman. 

Akşamları el ayak çekildiğinde, bir elimde kahvem diğer elimde kitabım koltuğa yayıldığımda notaların sözcüklere karışması hoşuma gidiyor. CD'den yükselen bazen hafif bir piano, bazen viyolonsel, çello tınıları gecenin sessizliğinde günün yorgunluğunu attıran terapi oluyor benim için. Vivaldi, Strauss, Mozart, Janacek, Beethowen vs. onlar konser veriyor ben dinliyorum. 

Beethowen demişken bilirsiniz en ünlü eserlerinden biri Ayışığı Sonatıdır. Bugün Ayışığı Sonatı ile ilgili bir yazı geldi bana. Ayışığı Sonatı'nın doğuşunu anlatıyordu. Gerçekten yaşanmış mı yoksa bir şehir efsanesi mi bilmiyorum ama bu hüzünlü hikayeyi paylaşmak istedim. 

''Bir gün Beethoven, bir arkadaşı ile birlikte Viyana sokaklarında dolaşmaktadır. Tam bu sırada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar. Apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve ses oradan gelmektedir. Arkadaşına, çalan kişinin muhteşem çaldığını ve onu görmesi gerektiğini söyler. İkisi birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar. Kapıyı açan kadın, Beethoven’ı hemen tanır ve şok olur. Beethoven, piyano sesine geldiğini ve muhakkak çalan kişiyi görmek istediğini söyler. Kadın, piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve tanışmaktan mutlu olacağını belirterek onları içeri alır. Beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer. annesi kıza, Beethoven’ın geldiğini söyler ve kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar, fakat kız kördür. Bunu gören Beethoven, “lütfen benden birşey isteyin” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. Kızın cevabı şu olur; “ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?”
Bunun üzerine Beethoven piyanonun başına geçerek, ayışığı sonatını, doğaçlama olarak besteler.''


İşte Beethoven'ın genç kıza anlattığı ayışığı...İyi dinlemeler...



BAHAR TEMİZLİĞİ






“Yazmayan kalemleri.
Sayfası bitmiş defterleri.
Kulpu kırık fincanları.
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu.
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o
sandalyeyi.
Dibi kararmış tencereyi.
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları.
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz
fotoğrafı.
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın.
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadıları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü.
Düşünüp durduğunuz o lafı.
Atın.
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü.
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
Atın.
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini
Kestiğiniz eski gazete küpürünü
İçinizi kemiren o ukteyi
Atın.
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını.
Atın.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
Atın.
Arkanızdan konuşanları.
Önünüzü kapayanları.
Alamadığınız terfiyi
Oturamadığınız evi
‘Şimdiki aklım olsaları
Aldığınız en kötü karneyi.
Hatta en iyi karneyi.
Çalışmayan saatleri.
İşe yaramayan fikirleri.
Kaçan trenleri.
Zamansız yaşlandıran dertleri.
‘O gün’ olanları.
Halının altına süpürdüklerinizi.
Dolabın dibine iteklediklerinizi.
Atın.
Bakın, ne güzel güneş çıktı. “
-Alıntı-


23 NİSAN DÜNYA KİTAP GÜNÜ

Ne güzel bir gün şu 23 Nisan...

Hem Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, hem de Dünya Kitap Günü...İki güzel gün bir araya gelmiş...

"Hayatımızda kitaplar olmasaydı; değirmenlerle savaşamaz, harikalar diyarını keşfedemezdik."

Dünya Kitap Gününde sevdiklerinize bir kitap hediye edin özellikle de geleceğin büyükleri çocuklara. Güzel bir 23 Nisan Çocuk Bayramı hediyesi olur onlara. Ben bir kaç tane seçtim bile.

İşte seçtiklerim :)

Matilda - Roald Dahl

Mucizeler Adasına Yolculuk - Klaus Kordon

Sisler Prensi - Carlos Ruiz Zafon

Frej Apartmanı'nın Esrarı - Nazlı Eray

Koralin ve Gizli Dünya - Neil Gaiman

Pembe Maymun Pepe - Carlo Collodi




BANKALAR, ALIŞVERİŞ, KİTAPLAR VE HAYALLERİM...


Dıt dıt dıt dıt (veya buna benzer bir ses)...Yine cep telefonuma mesaj geldi. Açıp okuyorum...Şu tarihe kadar bilmem ne kartınızdan şu kadarlık alışverişinize bu kadar puan veriyoruz. Üç-beş puan uğruna o kadarlık alışveriş yapmam isteniyor...Peki yaparım sorun değil ama madem böyle bir şeyi önerip aklıma getiriyorsun o zaman bir zahmet kredi kartımın ödemesini de bankanız yapıversin. En azından önerdiğin miktarı...Eline numarayı geçiren mesajı çekiveriyor arada arayanları ise hiç yazmıyorum. 




Biz şu firmayız vaktiniz varsa bir konuda...Vaktim varda benim telefonumu kimden aldın önce onu söyle sonra konuşurum. Medeniyet bunu gerektirir. Tanımadığın birinin telefonunu eline geçirmişsen ve firma tanıtımı yapacaksan kimden nasıl aldığını söyleyeceksin. Aradığın kişiye saygıdır. Cevap olarak genelde şunu duyuyorum ; kimden aldığımızı söyleyemeyiz veya bize halkla ilişkilerden veriyorlar. Ara halkla ilişkileri sor. Soramayız efendim. Bende konuşamam efendim bir kez daha aramayın efendim ararsanız görüşmeyi kayıt etseniz bile sonuçlarına katlanın efendim diyerek telefonu kapıyorum. 




Neyse bankaların ve firmaların densizliklerini bir yana bırakalım konu alışverişten açılmışken bir çok kişinin aksine alışveriş yapmak beni sıkar. Gerek ev (mutfak, temizlik vs) için gerekse kişisel (giysi vs). Ev için önceden yaptığım eksikler listesini alır çıkarım, kişisel alışverişi ise ne istiyorsam, zaten kafamda oluşmuştur fazla oyalanmadan yapar mağazadan çıkarım çünkü biraz fazla kaldığımda renkler birbirine karışmaya,  kıyafetler üstüme üstüme gelmeye başlar. 



Ammaaaaa iş kitapçıya gelince her şey değişir. Saatlerce vakit geçirebilirim. Kitapların sayfalarını çevirmek, içinden satırlar okumak, birini alıp öbürünü bırakmak. Listeyle içeri girip liste dışı bir çok kitapla dışarı çıkabiliyorum bazen. Bıraksalar kendimi kaybedip kapanış saatine kadar kalabilirim. 




"Artık kapatıyoruz. Yarın sabah 10:00 dan itibaren açığız bekleriz efendim.
 Yarın gelemem ben biraz daha bakmaya devam edeyim siz üstüme kitleyip gidebilirsiniz." bile diyebilirim :) 





En çokta içinde kahve veya koltuklar olan kitapçıları seviyorum. Benim gibiler için yapmışlar ama maalesef sayıları çok az. Hayal bu ya, acaba diyorum içine mis gibi kahve kokuları yayılan, ev yapımı kekler olan, duvarlarında çeşit çeşit tablolar, fotoğraflar olan, masalarında çeşitli dergiler bulunan, raflarında bin bir çeşit kitaplar olan, isteyenin masasına alıp hafif bir müzik eşliğinde rahatça okuyabileceği, isteyenin bir köşede kocaman yastıklar üstünde okuma keyfi yapabileceği, sigara içenler için kapalı bir kış bahçesi olan, bazı akşamlar büyüklere masallar anlatılabilecek, herkesin kalkıp kendi hikayesini paylaşabileceği, okuduğu kitapları tartışabileceği önünde bisiklet parkı bulunan biraz bohem bir kitap kulübü mü açsam mı acaba diyorum. Öyle bir yer ki kitapçı desem kitapçı değil kütüphane desem tam bir kütüphane değil. İsteyen satın alsın isteyen ufak bir ücret karşılığı üye olup kitapları ödünç alsın. Alan da mutlaka geri getirsin yoksa iki elim yakalarında olsun:))).





      






Mekan mı? Herkesin kolayca ulaşabileceği her yer olabilir. Eski bir semtte, eski bir binanın giriş katı olabilir mesela derken benim hayalimi gerçekleştirmiş insanların kitap kahvelerini araştırdım nette. İşte size bir kaç güzel örnek. Ne dersiniz belki bir gün bir çılgınlık yapar bu hayalimi gerçekleştiririm ya da hiç rahatımı bozmadan var olanlarda elimde kitabım keyif 
yaparım. 




Diyelim açtım ne mi kazanırım? Ticari kaygı yani? Hımmm onu şimdilik hayalimin içine katmadım. Belki çok kazanırım, belki de hiç kazanmam. İkincisi daha gerçekçi geliyor bana ama bunu düşünüp hayallerimi yıkmaya ne gerek var? Dimi ama:))