Deniz Fenerindeki Sisler Prensi

Sisler Prensi ile göz göze geldiğimizde ona çekinmeden elimi uzattım. 

"Deniz fenerine bitişik evin dar yemek odası yeni pişirilmiş kahve ve pipo tütünü kokuyordu. Yer ve duvarlar koyu renk ahşap kaplıydı. Çok büyük bir kitaplık ve Max'ın tam olarak tanımlayamadığı bir kaç gemici eşyası dışında dekorasyon namına hemen hemen hiçbir şey yoktu. Victor Kray'ın kendisine layık gördüğü tek lüks odun sobasıyla, birkaç rengi solmuş eski deri koltuğu olan üzeri koyu renk kadife bir örtüyle örtülü yemek masasıydı." 

Deniz feneri, kahve, pipo tütünü, kitaplık, gemici eşyası kelimeleri ile örülmüş işte bu satırlar üzerinde eski bir deniz feneri (çakar demek daha doğru olur) resmi olan kitabı almam için yeterli bir sebepti. 

Yalnızlığın Işıkları deniz fenerlerinin hayatımda her zaman farklı bir yeri olmuştur. Kitabın kapağı ve konusunun deniz feneri etrafında geçmesi gençlik romanı ibaresini göz ardı etmem için bir nedendi. 




Bahsettiğim kitap Rüzgarın Gölgesi ve Meleğin Oyunu kitaplarının yazarı Carlos Ruiz Zafon'un yazarlık kariyerinin ilk romanı olan Sisler Prensi. Rüzgarın Gölgesini okuduğum zaman ki yazarın adını ilk kez bu kitapla duymuştum ne varsa Latin kökenli yazarlarda var demiştim kendi kendime. Latin edebiyatı yazarları havasından mı suyundan mı aldıkları eğitimden mi bilemiyorum ama dünya edebiyatında farklarını ortaya koyuyorlar. 

Sisler Prensi, Carver ailesinin kentten ve savaştan uzaklaşmak için küçük bir sahil kasabasına taşınmasıyla başlıyor. Kısa bir süre sonra taşındıkları evde garip olaylar yaşanmaya başlar. Evin oğlu Max otlarla kaplı arka bahçede sirk kumpanyasına ait olabileceğini düşündüğü korkunç heykeller keşfeder. Evin küçük kızı Irina sürekli garip sesler duymaya başlar. Babaları ise evin eski sahipleri tarafından çekilmiş bir kutu eski film bulur. 

Kasabada evin eski sahipleri Eva ve Richard Fleischmann'ın oğulları Jacob'un esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğu söylentisi vardır ve kasaba halkı eve tekinsiz gözüyle bakmaktadır. 

Bu arada Max Roland adlı bir gençle tanışır, arkadaşlık etmeye başlarlar. Roland'ın anne ve babası bir kazada ölünce deniz fenerinin bekçisi Victor Kray tarafından büyütülmüştür. Victor Kray ise bölgede geçirdiği bir deniz kazası sonucunda gemiden kurtulan tek kişidir. Kaza sonrasında kasabalılar tarafında sahilde bulunup tedavi edilmiştir. Victor iyileştikten sonra aynı yerde bir kez daha benzer trajedinin yaşanmaması için kazanın olduğu yere deniz feneri inşaa etmiş ve bekçiliğini üstlenmiştir. İlerleyen sayfalarda Victor Kray kendi hikayesini anlatmaya başlar ve heykellerle olan bağlantısını açıklar. Romanın sonunda Sisler Prensine bedeller ödenir  ve tüm sırlar ortaya çıkar. 

"Aklını bir şekilde toparlamaya çalışırken uzaklardan yeni bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu haber veren gök gürültüsünü duyarak başını ufka doğru çevirdi. Kasvetli bulutlardan oluşan mürekkep lekesine benzeyen kapkara bir örtü denizin üzerinde gittikçe yayılıyordu. Şimşek gökyüzünü yırtarken, hemen peşinden gök gürültüsü, savaş tamtamlarını andıran bir gümbürtüyle kıyıyı inletti."

"Üzerini değiştirirken yatak odasının penceresinden dışarıya baktı ve gittikçe yaklaşmakta olan fırtınanın gökyüzünü kapkara pelerinle örttüğünü, gecenin normalden saatlerce önce çökmüş olduğunu gördü." 

Yukarıda kitaptan alıntı yaptığım satırları nerede olursa olsun Carlos Ruiz Zafon'a ait olabileceğini tahmin edebilirim. Buna benzer fırtına betimlemelerini Rüzgarın Gölgesinde'de yapmıştı ve fırtına, yağmur, gök gürültüsü, şimşek seven biri olarak bu betimlemelerini çok sevmiştim. Anlaşılan Zafon bunu kitaplarında geleneksel hale getirmiş:).

Benimde gelenekselleştirdiğim gibi kitaptan son bir tadımlık;

"İnsanoğlunun yaşamının üç evreye ayrıldığını biliyorum. İlk evrede günün birinde yaşlanacağımızı  aklımıza bile getirmeyiz, zamanın geçtiğini ve doğduğumuz günden itibaren adım adım nihai bir sona doğru ilerlediğimiz düşünmeyiz. Gençliğin ilk yıllarını, insanın yaşamın kırılganlığının ayrımına vardığı ikinci evre izler. Ve insanın içini kemiren küçük bir kuşku gibi başlayan duygu, içimizde tıpkı belirsizlikler seli gibi kabarır ve yaşamımızın geri kalanında bizden ayrılmaz. En son olarak da, yaşamın sonlarına doğru onaylama ve kabullenme aşamasına ulaşırız, böylece bekleme süreci başlar. Yaşamım boyunca bu evrelerden birine takılı kalıp aşamayan pek çok insan tanıdım. Bu gerçekten berbat bir durumdur."

Bugünlerde kitap okumasını seven bir çocuğa veya gence hediye almak istiyorsanız Sisler Prensi'ni tavsiye ederim. Zafon'un büyülü gerçekçiliği ustalıkla kullandığı satırlarında onu hayal dünyasında bambaşka yerlere götürürsünüz. Merak edip okursanız da deniz fenerinin kumsalında sizde peşinden gidersiniz bu modern Faust hikayesinin:)

Sisler Prensi   Carlos Ruiz Zafon  Altın Kitaplar     Suzan Cenani Alioğlu'nun güzel çevirisi ile...



Bir güzellik yap kendine!





Bir güzellik yap kendine!
Ve sadece sahip olduklarını düşün; mutlu ol onlarla!
Sahip olamadıkların üzülsün senin olmadıklarına… 

Bir güzellik yap kendine!

Keşkeleri hiç düşünme!
Mutlu ol seçimlerinle.
Bırak keşkeler üzülsün senin seçimlerine…

Bir güzellik yap kendine!
Her yeni günü senin günün ilan et ve şımart kendini olabildiğince!
Bırak dünler üzülsün seçilmediğine…

Bir güzellik yap kendine!
Kalbinde daha da büyüt sevgisini sevdiklerinin!
Bırak sevmediklerin üzülsün kalbinde yerleri yok diye!

Bir güzellik yap kendine!
Sev kendini, kimseleri sevmediğin kadar.
Mutlu ol varlığınla!
Bırak seni sevmeyenler üzülsün!
Yüreklerine sığamayacak kadar büyüksün diye!

Alıntı

Amada Mia, Amore Mia


The Starlite Orchestra...



Roma'ya Sevgilerle:)

Tanınmış Amerikalı mimar yıllar önce öğrenci olduğu Roma'da tatildedir. Gençliğinin sokaklarında gezerken genç mimarlık öğrencisi Jack ile karşılaşır. Jack Roma'da kendi gibi öğrenci olan Amerikalı kız arkadaşı Sally ile yaşamaktadır ve Sally'nin erkek arkadaşından yeni ayrılan kız arkadaşı Monica'yı evlerinde misafir etmek üzeredirler. 

Hayley Roma'ya turist olarak gelmiş ve avukat Michelangelo'ya aşık olmuş ve evlenme kararı almışlardır. Hayley'in anne ve babası müstakbel damatları ve ailesi ile tanışmak için Roma'ya gelir. Michelangelo'nun babası Giancarlo cenaze levazımatçısıdır. Hayley'in babası ise yıllarını müzik sektörüne vermiş ve emekliliği ölümle eş tutan bazı takıntıları olan yaşlı bir adamdır. Bir gün Giancarlo'yu duşta arya söylerken duyar ve onun bu yeteneğini ilerletmesi için ısrar eder. 




Antonio ve Milly  akrabalarının fabrikasında çalışmak için taşradan Roma'ya gelirler ve bir otel odasına yerleşirler. Milly eşinin akrabalarına güzel görünmek için saçına fön çektirmek ister fakat otelin kuaförü dolu olduğundan dışarıda tarif edilen başka bir yere gider. Bu sırada otel odasında kalan Antonio'nun beklenmedik bir misafiri gelir. Anna. Antonio ne kadar yanlış yere geldiğini anlatmaya çalışsa da başarılı olamaz ve komik bir karşılaşma sonucunda Antonio'nun yaşlı akrabaları Anna'yı onun eşi zannederler. 

Bu arada kendi halinde bir memur olan Leopoldo'nun, bir gün işine gitmek üzere evden çıktığı sırada etrafı gazetecilerle çevrilir ve bir anda meşhur olur.

Londra Maç Sayısı, Barcelona Barcelona, Paris'te Bir Gece Yarısı ve Roma'ya Sevgilerle...Bir tercih yapmam gerekirse Paris'te Bir Gece Yarısı derim...

Woody Allen'ın Avrupa dörtlemesinin son filmi Roma'ya Sevgilerle Roma'nın birbirinden güzel manzaraları eşliğinde yanlış anlamalar, aşk hikayeleri, hayat dersleri ile devam ediyor ve seyircilerine hoşça vakit geçirtiyor. Güzel bir film seyretmek isteyenlere tavsiye edilir:)



Lizbon'a Gece Treni





Antik diller öğretmeni Raimund Gregorius yağmurlu bir havada çalıştığı liseye doğru giderken Kirchenfeld köprüsünde bir kadına rastlar. Kadının köprüden atlamak üzere olduğu zanneder ve engellemek için ona doğru koşar. Kadın yabancı bir aksanla 'bu telefon numarasını unutmamam gerek' diyerek cebinden çıkarttığı gazlı kalemle Gregorious'un alnına numaraları yazar. Gregorious kadına ana dilinin ne olduğunu sorunca portugues cevabını alır. Bu olaydan sonra Raimund Gregorious alnında kime ait olduğunu bilmediği telefon numarası ve portugues sözcüğü ile baş başa kalır. 

Kirchenfeld köprüsünde yaşadığı bu olay hayatının dönüm noktası olur. Gittiği yerlerde esrarengiz kadını bulma umuduyla dolaşır. Karısına ispanyolca kitaplar aldığı Hirschengraben'deki muhteşem deri ve toz kokan sahafta portekizce bir kitaba rastlar: Um Ouvrives das palavras - Sözlerin Kuyumcusu.

Portekizli doktor Amedeu Prado tarafından yazılmış kitapta hayatla, ölümle, aşkla ilgili paragraflar vardır. Yaşlı dükkan sahibinin kitaptan çevirdiği bir paragraf Gregorious'u çok etkiler  ve adını ilk kez duyduğu yazarın peşinden Portekiz'e doğru yolculuğa çıkar. 

Amedeu Prado diktatör Salazar zamanında yaşamış ve istemeyerekte olsa mesleki içgüdü ile Salazar'ın hayatını kurtarmış ve halkın tepkisini çekmiş bir kişidir. Prado Zalazar devrilmeden bir yıl önce ölmüş kitabı ise kız kardeşi tarafından diktatörün ölümünden bir yıl sonra yayınlatılmıştır. Gregorious kitabın ve Prado'nun izinden giderek bambaşka bir dünyaya adım atar. Bu arada bilinmeyen bir telefon numarası ve Portugues kelimesi ile onu buralara kadar sürükleyen kadını bulabilecek midir acaba?  

Lizbon'a Gece Treni Pascal Mercier takma adını kullanan Bern doğumlu felsefeci Peter Bieri'nin üçüncü romanı. 

Bu sene okuduğum iyi romanlardan biri daha. Belki de en iyisi. (En iyisi; böyle yazmayı pek sevmiyorum. Çünkü her kitap ayrı bir dünya, ayrı bir emek. Bu yüzden de en iyisi demek pek hoşuma gitmiyor. Okuduklarımın içinde farklı bir yeri var demek daha doğru geldi şu anda)

Ve her zamanki gibi kitaptan tadımlık bir kaç satır...

"Denizin kıyısına gidip başımı iyice uzatarak rüzgara tuttuğum oluyor, buradaki bildiğimiz gibi değil de daha soğuk, buz gibi esmesini isterim o rüzgarın: Keşke bütün o yıpranmış kelimeleri, alışkanlıkla söylenen yavan kelimeleri içimden üfürüp alsa, bende hep aynı olan lafların pisliğinden ruhum arınmış olarak geri dönebilsem."

"Okuyan insanlar vardı, birde ötekiler. Birinin okuyan mı okumayan mı olduğu hemen anlaşılıyordu. İnsanlar arasında bundan daha büyük bir fark yoktu."

"Ciddi olarak ölümsüz olmayı arzulayan var mı? Kim sonsuza kadar yaşamak ister? Şunu bilmek ne kadar sıkıcı ve yavan olurdu: Bugün neler olduğunun hiç önemi yok, bu ay, bu yıl: Daha sonsuz gün, ay ve yıl var. Sayılamayacak kadar çok, kelimenin tam anlamıyla. öyle olsaydı eğer, başka bir şeyin anlamı kalır mıydı? Artık zamanı hesap etmemize gerek kalmazdı, hiç bir şeyi kaçırmazdık, acele etmenin anlamı olmazdı. Bir şeyi bugün ya da yarın yapmamız fark etmezdi. Kaçırdığımız milyonlarca şeyin, ebediliğinin karşısında hiç bir değeri kalmazdı, bir şeyin arkasından üzülmenin de anlamı olmazdı, çünkü onu telefi etmek için hep zaman kalırdı. Günün akışına bile karışamazdık, çünkü bu mutluluk akan zamanın bilicinde olmaktan beslenir, avare kişi ölümün karşısında bir maceraperesttir, telaşın zorlamasına karşı çıkan bir haçlı askeridir. Her zaman ve her yerde ve her şey için zaman olsaydı: Zaman harcamanın vereceği keyfe yer kalır mıydı?"

"Kuyruklu piyano - bu geceden itibaren bana artık zamanında yapamayacağım şeyler olduğunu hatırlatıyor. Benim sessiz itirazıma karşı çıktığı gibi gözlerini kapadı. Söz konusu olan önemsiz küçük sevinçler ve tozlu sıcakta bir bardak suyu mideye indirmek gibi küçük zevkler değil. Söz konusu olan insanın yapmayı ve yaşamayı istediği şeyler, çünkü ancak onlar insanın kendi hayatını, o çok özel hayatı bütünleştirebilirler, çünkü onlar olmadan hayat eksik kalır, tamamlanmamış bir yapıt ve sıradan bir parçadır."

Lizbon'a Gece Treni   Pascal Mercier     Kırmızı Kedi Yayınları  Çeviri İlknur Özdemir