Paleolitik mağaraya dizi seti rötuşu!- Muhteşem Rezillik!!!

İnanılmaz ama gerçek...Paleolitik Yarımburgaz Mağarası dizi seti olarak kullanılırken tahrip edilmiş. İnsanlığın en eski yaşam alanlarından biri olan bu mağaranın benzerleri Fransa'da özel korumaya alınırken bizim Yarımburgaz dizi filmciler ve sinemacılar tarafından acımazsızca kullanılarak duvarlarına yazılar yazılarak tahrip edilmiş. İşte size Muhteşem Yüzyıl'dan Muhteşem Rezillik!!!! İşte ülkemizde arkeolojiye ve tarihi eserlere verilen önem...Yurtdışındaki eserlerimizi milletin gözüne soka soka geri aldık diyen Kültür Bakanlığı ellerindekini korumayı ne zaman öğrenecek acaba??? İşte Radikal'den Ömer Erbil'in haberi....

İnsanlığın en eski yaşam alanlarından Yarımburgaz Mağarası Türk film ve dizi endüstrisinin de 'gözde'si. Ancak diziye gösterdikleri özeni tarihe göstermiyorlar. Çekim izni almıyor, duvarlara boyayla yazı yazıyorlar.

Paleolitik mağaraya dizi seti rötuşu!
Yarımburgaz Mağarası, insanlık tarihinin 400 bin yıllık en eski yaşam alanı. Girişi demir parmaklıkla korunuyor görünse de tarihi mağara adeta yol geçen hanı. Tinercisi, definecisi, ayyaşı hep orada. Mağaranın girişi oyularak yapay bir kapı inşa edilmiş! İstenmeyen misafirler de oradan içeri giriyor. Yıllarca Türk sinemasına set olan tarihi mağara şimdilerde de dizilerin talanına uğruyor. Muhteşem Yüzyıl dizisinin 43 ve 44. bölümlerindeki bazı önemli sahneler bu mağarada çekildi. 1. Derece Sit Alanı ve Korunması Gerekli Kültür Varlığı olarak tescilli mağarada çekim için izin alma gereği bile duyulmamış. Paleolitik çağ arkeolojisi için önemli verilerin bulunduğu mağarada ateşler yakılmış, zemin kazılmış, tavanlarına sahneyi zenginleştirmek için yapay sarkıtlar konmuş. Demir kapı kırılarak içeriye girilen mağarada Leyla ile Mecnun dizisinin de bir bölümü çekilmiş. Onlar da daha önce fresklerin bulunduğu duvara boya ile ‘Acil çıkış kapısı’ yazmışlar. Radikal’in ele geçirdiği müze raporunda tahribat tek tek anlatılmış. İstanbul 7 No’lu Koruma Kurulu Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Cezası 2 ile 5 yıl arasında hapis. Ceza ertelenmiyor, para cezasına da çevrilmiyor. 
Ali Baba ve 40 Haramiler, Küçük Ağa, Tarkan, Kara Murat, Yorr’un Öyküsü gibi pek çok Türk sineması bu mağarada çekildi. Ali Baba ve 40 Haramiler filminde ‘‘Açıl susam açıl’’ parolasıyla girilen mağara da burası. Küçük Ağa filminde duvarlardaki tarihi freskler kazınarak yok edildi. Yorr’un Öyküsü filminde ise mağaraya büyük bir havuz yapılmış, daha sonra havuz dinamitle patlatılarak içindeki suyla birlikte arkeolojik dolgu malzemeleri de akıp gitmişti. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, 1986’ya kadar set olarak kullanılan mağarayı kurtarmak için bu tarihte bilimsel kazı çalışmalarına başladı ve uzun yıllar sinemacılar mağaraya yaklaşmadı. Ancak bilimsel kazılar da parasızlıktan 3 yıl gibi kısa sürede sonlandırıldı. Bu araştırmalarda önemli bulgular elde edildi ve Yarımburgaz Mağarası’nın paleolitik çağ kapsamında dünya çapında bilinen az sayıda yerlerden biri olduğu kabul edildi.

İzlerken fark ettiler 
Son tahribatı ise Muhteşem Yüzyıl dizisini evde izleyen iki genç arkeolog fark etti. Arkeolog Yiğit Ozar dizide gördüğü mağaranın Yarımburgaz olabileceğini düşünüp işin peşine düşüyor. Paleolitik çağ arkeoloğu doktora öğrencisi Ardahan Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Berkay Dinçer ile durumu paylaşıyor. Yerinde yaptıkları incelemede dizinin burada çekildiğine kanaat getirip şikâyetçi oluyorlar. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları Yarımburgaz Mağarası’na giderek rapor tutuyor. İşte o rapordan bazı tespitler: ‘‘Mağaranın girişini kapatan demir kapının bir kanadı söküldüğü, yerine inşaat demirinden nizami olmayan parmaklık yapıldığı, kaya kilisenin girişindeki güney nişi kapatan demir kapının da sökülerek işlevini yitirdiği görülmüştür... 3x 3 m. ölçülerinde kareye yakın bir alanın kazıldığı görülmüştür. Havuz oluşturmak amacıyla açılan bu çukurun üzerinde kalan mağara tavanında yer yer alçı izleri görülmektedir. Bunların dekor oluşturmak amacıyla kullanılan süslemelere ait olduğu düşünülmektedir. Mağara tabanına açılan çukurun tekrar doldurulması da mağara içindeki tahribatın izlerini ortadan kaldırmaya yönelik gayretin sonucu olarak düşünülmektedir.’’

2 ila 5 yıl hapis 
Rapor 7 No’lu Koruma Bölge Kurulu’na gönderildi. Koruma Kurulu 1. derece sit alanında yapılan izinsiz uygulamayı Cumhuriyet Savcılığı’na bildirdi. İlk toplantıda mağarayla ilgili alınması gereken önlemler gündeme getirilecek. Kültür Bakanlığı yetkilileri ise “Konu mahkemede. Bundan sonra konuşmamız doğru değil” diyor. 2863 sayılı yasanın 65. maddesi şöyle: ‘‘Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler 2 ila 5 yıl hapis ve 5000 güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.’’
Ardahan Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Berkay Dinçer ise 400 bin yıllık izleri tahrip etmenin büyük suç olduğuna dikkat çekerek şöyle diyor: Muhteşem Yüzyıl’da mağaranın tavanına alçıdan sarkıtlar yapılmış, izleri duruyor. Leyla ile Mecnun’da duvara yazılanlar silinmeye çalışılmış. Bu tür temizlik çalışmaları bile bilimsel verilere dayanılarak yapılmalı. Mağaranın korunması için acil bir proje geliştirilmeli. Demir parmaklıklarla burayı koruyamayız.’’

Bu lanet Mayaların sonunu getirdi

Metni küçült
Metni büyüt
Bu lanet Mayaların sonunu getirdi
Maya uygarlığının çökmesinde doğa felaketleri kadar 'kötü ruhların' da büyük bir rol oynamış olabileceğini öne sürülüyor.
Bu büyük uygarlığın bir zaman varlığını sürdürdüğü sınırlar içinde bugün Guatemala, Belize, El Salvador ve Honduras da yer alıyor.Mayaların altın çağını, Klasik Dönem olarak bilinen M.S 250 ile 900 yılları arasında yaşadı. Bu dönemin sonunda, uygarlık bugün hala tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı gerileme sürecine girdi. Nüfus, ciddi ölçüde azalırken, halk büyük şehirleri terk etti ve uygarlığın topraklarından geriye küçük bir parça kaldı.
Bilim dünyası, Mayaların çöküşünde en büyük etkenin ormanların azalması olduğunu düşünüyor. Ağaçların yok olmasıyla erozyon verimli toprakları yok ederken, güneşin etkisini artırması buharlaşmayı ve sonucunda kuraklığı getirdi.
Ancak Georgetown, Cincinnati ve George Mason Üniversite'si tarafından yapılan yeni araştırmalar, Mayaların karşılaştığı düşünülen doğal felaketlerin uygarlığın tüm bögelerini aynı derecede etkilemediğini ortaya koydu. Terk edilen bazı yerleşimler yıllarca boş kalırken, diğer bölgeler çok daha uzun süre ayakta kalmayı başardı.
Klasik Dönem'de Maya toprakları.

Arkeologlar ise Mayaların, doğal felaketlerin yanı sıra sahip olduklrı kültürle de kendi sonlarını hazırlamış olabileceklerini belirtiyor. Bu düşünceye göre, zenginlik az sayıdaki ilahi krallardan oluşan elit bir tabakada toplanıyordu.
Ancak liderlerin savaşlarda başarısız olması veya mevsimsel kuraklıkların önüne geçememeleri sonlarını hazırlıyordu. Maya krallarının çok eşliliği benimsemesi ve arkalarında birbirileriyle savaşan nesiller bırakmaları da yolsuzluğun artmasını sağlayan bir etken oldu.
SU KAYNAKLARI SIKINTISI
Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin bu ayki sayısında yer alan araştırmayı yürüten bilim insanları, Mayaların gerileme döneminde, bazı bölgelerdeki yerleşimler hızla çökerken diğerlerinin nasıl ayakta kalabildiğini araştırdı. M.S 100-250 yılları arasındaki sıkıntılı dönem ile 750-950 yılları arasındaki gelişmelerin yüksek ve alçak bölgelerde nasıl yaşandığı incelendi.Bugüne dek uzanan veriler, Mayaların Yucatan Yarımada'sı gibi alçak bölgelere kıyasla daha yüksek arazilerinde daha hızlı bir çöküş süreci yaşadıklarını gösterdi.
Ağırlıklı olarak yağmur suyuna bağımlı olan bu bölgeler, alçak bölgeler gibi ırmak ve nehirlere ve subatan olarak bilinen su kaynaklarına erişim sağlayamıyordu. Sonuç olarak, çok fazla işçi gerektiren su taşıma sistemleri inşa etmek yerine, kuraklık çeken Mayalar yüksek arazileri terk etti ve geri dönmedi. Buna karşılık, alçak bölgelerdeki Maya şehirleri politik ve ekonomik sıkıntılara rağmen daha uzun bir süre ayakta kalmayı başardı.
LANETLİ BÖLGELER
Araştırmacılara göre, Klasik Dönem'de Maya tanrıları ve ilahi krallar da çöküşe zemin hazırlamış olabilir. Terk edilen yerleşimler, Mayaların gözünde zamanla lanetlenmiş bölgelere dönüştü. Mayalar, ormanların kapladığı lanetli bölgeleri yeniden elde etmek için, tanrıların öfkesini çekmemeye dikkat ederek ritüeller düzenledi.
Livescience'a konuşan Cincinnati Üniversitesi'nden Nicholas Dunning, "Mayaların çöküşünde kuraklığın ve diğer çevresel faktörlerin rol oynadığı konusunda çok az şüphem var... Ayrıca, bu felaketlerin yaşandığı bölgelerin de birbirlerinden farklı olduğu dikkat çekiyor. Orta bölgelerdeki yüksek bölgeler kuraklığa karşı çaresiz kalırken, alçak bölgelerde suya erişimi kolay olan yerleşimler çevresel olumsuzluklara daha dirençliydi" dedi.
Dunning, Mayaların gerileme sürecinde kültürel faktörlerinde büyük rol oynadığını söyledi ve güçlü liderlik ile toplumun değişikliklere karşı gösterdiği esnekliğin, eski uygarlıkların nasıl sona erdiklerini anlamada belirleyici faktörler olduğuna dikkat çekti.


Kaynak : http://www.internethaber.com/maya-uygarligi-lanet-sonunu-sonu-uygarlik-maya-laneti-arkeolog--410058h.htm#ixzz1q893dUpU

Gizemli yeraltı şehri açılıyor

Gizemli yeraltı şehri açılıyor

Aksaray'ın Gülağaç ilçesinde Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'nde uzmanlarca gerçekleştirilen kurtarma kazıları tamamlandı.

Aksaray Müze Müdürü ve Aziz Mercurius Yeraltı Şehri Kazı Başkanı Yusuf Altın, Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'nin Kapadokya bölgesinde, Gülağaç ilçesine bağlı Saratlı beldesinde bulunduğunu söyledi.

Milattan sonra 250'li yıllara ait olan Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'nde 2011 yılında başlayan temizlik çalışmalarının bu yıl kurtarma ve turizme kazandırma çalışması olarak devam ettiğini belirten Altın, “Bu yeraltı şehrinin en önemli özelliği Kapadokya bölgesinde olmayan ve bu yeraltı şehri içinde olan bir kiliseye sahip olması, içindeki mezarlarla bir gizem taşımasıdır” dedi.

AZİZ MERCURİUS YERALTI ŞEHRİ'NDEN FOTOĞRAFLAR

Yeraltı şehrindeki kurtarma kazısını tamamladıklarını ve ulaştıkları mezar sayısının 31'e yükseldiğini kaydeden Altın, şöyle devam etti:

“İçindeki kilisede geçen yılki çalışmalarda 20 mezar açmıştık. Mezarları açmaya devam ettik. Mezarları incelemek için Bakanlığımızdan bir antropolog geldi. Kilisedeki mezarları açtığımızda daha çok çocuk mezarlarıyla karşılaştık. Bir kaç tane de yetişkin mezarı bulunuyor. Üst üstüne gömülmüş kadın erkek mezarı var. Yine bir sandık tipi mezarda 3 insan iskeleti bulundu. Bu mezarın içinde kireç artıklarının bulunması nedeniyle bir bulaşıcı hastalıktan ölmüş olabileceklerini düşünüyoruz. Mezarların çoğunluğunda çocuk olması ise çocuklara olan saygının bir göstergesi... Bu dönem, Hristiyanlığın ilk dönemleri olduğu için insanlar fakir. Cumhuriyet Üniversitesi'nden gelen iki antropolog da 5 yıl gibi bir süreçte çıkan bu iskeletleri incelemeye alacaklar. Mezarlardan çıkan, erken Hristiyanlık dönemine ait bu iskeletlerin yaşam kültürleri, yaşları, ölüm sebepleri detaylı şekilde araştırılacak.”

Altın, kilisenin ortasında bir erzak ambarı bulduklarını ifade ederek, “Bunun kiliseye bağışların toplandığı bir ambar olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 1,5 metre derinliğinde ve içine daha sonra açılan mezarların toprağı doldurulmuş” dedi.

“Aziz Mercurius Yeraltı Şehri'ni ülke turizmine kazandıracağız” diyen Altın, “Bunun için çalışmalarımız sürüyor. Bakanlıktan gelen antropolog çalışmasını tamamladı ve yeraltı şehrinin turizme açılmasında bir sakınca bulunmuyor. Bundan sonra çevre düzenleme projesi yapılacak” ifadelerini kullandı.

Haberin devamı için linki tıklayınız....

DARISI BAŞIMIZA

'İyi niyetli kütüphane'

'İyi niyetli kütüphane'

Almanya'nın Köln kentindeki şehir parkında okuma alışkanlığını yaygınlaştırmak amacıyla oluşturulan ve geçen yıl “Fikir Ülkesi” ödülüne değer görülen kütüphanede ne kitapların, ne de okuyucuların kaydı tutuluyor.Her şey iyi niyet ve gönüllülük esasına dayanıyor.

Köln şehir parkındaki küçük, yeşil ahşap kulübede hizmet veren Mini Bibliothek (Mini Bib) yani küçük kulübe, Köln Şehir Kütüphanesi'nin bir şubesi. Okuma alışkanlığını yaygınlaştırmak için özgün bir proje olarak hayata geçirilen kütüphanede, ne kitaplar, ne de kitapları okumak için ödünç alanlar kaydediliyor. Okuyucu dilediği kitabı alıyor ve sadece kitabın ait olduğu kategoriye bir çizik atılıyor. İsim, adres ve benzeri bilgilere ihtiyaç yok.
Kitaplar; çocuk, edebiyat ve uzmanlık kitapları olmak üzere 3 kategoriye ayrılıyor. Kütüphaneye giren veya çıkan her kitap için ilgili kategorideki çizikler sayılabiliyor.

Mini Bib ile ilgili bilgi veren gönüllü kütüphaneci Karin Odening, önünde duran defterdeki çentikleri göstererek, günde 10 ile 30 kitabın ödünç alındığı bu küçük kütüphanede mevcut tek kayıt sisteminin nasıl işlediğini anlattı./_np/0499/16160499.jpg

Odening, “Aldığınız kitabı okumak için 2 haftanız var. Herhangi bir zorlama yok. Başka kitaplarla birlikte geri de getirebilirsiniz, bir daha uğramayabilirsiniz de... İyi niyet esas” diye konuştu.

Bu kütüphanenin türünün tek örneği olduğunu vurgulayan Odening, Köln Şehir Kütüphanesinin özellikle şehrin daha fakir ve eğitim bakımından daha geride kalmış bölgelerinde başka şubeler açmayı da planladığını söyledi.
İki yılı aşkın süredir haftanın 7 günü açık olan kütüphanede toplamda 20 gönüllü nöbetleşe çalışıyor. Gönüllülerin, profesyonel hayatlarında kitapla ilgili bir alanda çalışıyor olmaları da gerekmiyor. Odening için ise durum biraz farklı. O, yargıçlar, avukatlar ve savcılar için meslek kitapları basan bir yayınevinde çalışıyor.
 
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız...

Yazarların kayıp eserleri

Bazı yazarların yayımlanan eserleri kadar çalındığı ya da kaybolduğu için yayımlanmayan eserleri de edebiyat tarihine geçti. Ama tabii kayıp olarak...

Hepsi dünya edebiyat tarihinde hatırı sayılır bir yere sahip. İnişli çıkışlı yaşadıkları hayatları yazın dünyalarını da etkiledi şüphesiz. Biz onları yayımlanan yapıtlarıyla tanıdık ve okurları olduk. Ama yazdıkları her yapıt yayımlanmadı. Kimi yarım kaldı, kimi öldükten sonra yakılmasını istedi, kimi elleriyle yaktı, kimi trende çaldırdı, kiminin yazdıkları da kayboldu gitti. İşte o yazarlardan bazıları ve onların tuhaf hikayeleri...


Kaleminin en güçlü döneminde yazmıştı

   

 Sylvia Plath’in tek romanı Sırça Fanus dışında başka bir roman yazmaya başladığına dair tek kanıt 1977’de Ted Hughes’tan gelmişti. Hughes, eski eşinin adı Double Exposure olması düşünülen başka bir roman için 130 sayfa civarı bir şeyler karaladığını ancak romanın 1970’lerde bir ara kaybolduğunu söylemişti. Edebiyatseverlerin karalar bağlamasının sebebi ise Plath’in Ariel kitabını oluşturan şiirleri de yazdığı dönem olması. Zira Plath kariyerinin en özgün örneklerini bu dönemde veriyordu.


Pustperest misin sen Gogol


Ömrü yettiğince ahlak ve din konularıyla mücadele eden Nikolay Gogol, başyapıtını da bu savaştan çıkarmıştı. Gogol, 19’uncu yüzyıl Rus edebiyatının çığır açan eserlerinden biri olarak kabul edilen Ölü Canlar'ın devamı niteliğinde bir roman daha yazmıştı. Ne var ki, edebiyatın putperestlik olduğunu telkin eden bir papazın sözlerini dinleyen Gogol, Ölü Canlar II metnini yaktı. Delirmenin eşiğine gelen Gogol 10 gün sonra hayatını kaybetti.




Yarım kalan roman

Hastalığı iyice ilerlemiş olan Jane Austen, ölümünden sonra ailesinin The Brothers (Kardeşler) adını verdiği son romanını tamamlayamadan hayatını kaybetti. Austen’ın hastalık ve evham üzerine yazdığı son eseri Aşk ve Gurur'un ününü gölgede bırakır mıydı, hiç bilemeyeceğiz.



Yazarların kayıp eserleri: Yazarların kayıp eserleri