ŞEHRİN KOKUSU

Geçmişten günümüze birbirine karışan büyülü bir kokusu vardır İstanbul'un..

Bir yandan deniz kokusu, diğer yandan yağmur kokusu öbür taraftan sokaklardan süzülüp gelen yemek kokuları sarıp sarmalar ortalığı.

Bazen de egzoz kokusu lağım kokusuna karışır ve bir inşaattan gelen toz kokusu da üstüne tuz biber olur.

Her semtin farklı kokusu vardır kendine göre...

Bazı sabahlar gittiğim Galata'nın kokusunu çok severim mesela..Güneş ışınları birbirine yaslanmış binaların aralarından arnavut kaldırımlı sokağa düşer. Burnuma geçmişe karışmış nem kokusu gelir..

"Yemek oldu haydi eve" diye seslenen annenin yaptığı yemeğin kokusu da vardır, Balkondan sallandırılan çamaşırların beyaz sabun kokusu da, Eleni Hanımın parfümünün kokusu da...

Marmara'nın iyot kokusu köşebaşındaki dönerin kokusuna karışır...Eminönü'ndeki balıkçı da eklenir onlara...

Hele ki kahvecinin önünden geçmeye görün..O kışkırtıcı kahve kokusu alır götürür insanı kırk yıllık hatırı olan anılara..Belki kaybettiğiniz bir yakınınız belki de uzun süre görmediğiniz bir arkadaşınız burnunuzda tütmeye başlar bir anda...☕🍵

Ya çingenelerin tezgahlarında rengarenk çiçeklerden yükselen kokulara ne demeli? Fulyasından karanfiline en misi 🌼🌹🌺 Sayıları gittikçe azalsa da mimozaları da unutmamak lazım...

İstanbul...Bir renk mozaiği..Bir koku demeti...







İSTANBUL KIRMIZISI

Önce kitabı sonra filmi geldi İstanbul Kırmızı'sının..Tipik Ferzan Özpetek filmi..Mekanları - genelde nerede olursa olsun şehrin eski mekanlarını kullanmayı sever Özpetek. Ben bunu geçmişe verdiği değer olarak görmüşümdür her zaman. Bu kez de İstanbul'un eski mekanlarında gezdiriyor seyircilerini. Boğaz da bir yalı, adada köşk, Galata ve civarı.
"İstanbul eski İstanbul değil artık. Anılarda kaldı. O yüzden dışarı bile çıkmak istemiyorum." diyor Süreyya Hanım filmin bir repliğinde İstanbul'un şu andaki halini anlatmaya çalışırken. Buradan yola çıkarak zaman zaman İstanbul'un siluetini bozan gökdelenlere ve inşaat gürültülerine de maruz kalıyoruz filmin karelerinde. 
Filmin konusunu hepiniz biliyorsunuzdur ama kısaca paylaşayım sizinle. "Orhan Londra'da yaşayan, ailesi trajik bir olayla dağılmış eski bir yazardır. Yıllar sonra ünlü yönetmen Deniz Soysal'ın yazmış olduğu kitabın son düzenlemelerini yapmak için onun çağrısı üzerine İstanbul'a geri döner. Soysal kitabında çocukluk anılarını anlatmıştır. Orhan’ın İstanbul’a geldiği günün ertesi sabahı Deniz ortadan kaybolur. Polis gizli bir soruşturma başlatır. Herkes Deniz’in bir daha geri dönmeyeceğini düşünmektedir. Polis Orhan'dan İstanbul'dan ayrılmamasını ister. Orhan bir yandan Deniz'in ortaya çıkmasını beklerken diğer yandan da  aile bireylerini ve arkadaşlarını daha iyi tanımaya başlar..



Oyunculara gelince; Halit Ergenç ve Tuba Büyüküstün'ü neredeyse ilk kez seyrettim diyebilirim. Seyirci gözüyle baktığım zaman -belki de baş rolün verdiği büyük sorumluluk altında- çok kasarak oynamışlar. Doğallıktan uzak, rol kesmişler diyebilirim. Bana göre Mehmet Günsür ve Zerrin Tekindor ki çok severim kendisini tüm doğallıklarıyla karakterlerine can vermişler. Mimikler hareketler. Rollerinin hakkını tam vermişler diyebilirim. Serra Yılmaz'ı hiç yazmıyorum bile benim çok ama çok sevdiğim bir oyuncudur. Ferzan Özpetek'in gözdesidir ve her zaman muhteşemdir. Çaçaron bir kahyayı oynuyor bu kez :) Çiğdem Selışık Onat'ı es geçemem. Eski bir İstanbul hanımefendisini tüm zarafeti ile beyaz perdeye aktarmış. Seyrederken acaba bu karakteri ondan başka bu kadar güzel kim canlandırabilirdi diye sordum kendime? Cevabını bulamadım. Minicik kısacık rolleriyle Şerif Sezer ve Ayten Göçer'de filme renk katan dev sanatçılardan..Nejat İşler'de her zamanki gibi..Rolünün hakkını veren yaramaz çocuk.
Son bir not eklemek istiyorum.. Ferzan Özpetek her zaman ki aynı konuyu işlemiş diyebilirim. Homoseksüelite...Bana göre mozaiğin farklı renkleridir onlar.Olması gereken ama maalesef toplumumuzda yaşanan her türlü rezilliği - kadın cinayetlerini, çocuk ve hayvan tecavüzlerini kaldırabilen insanlar varken maalesef onları kaldıramazlar. Toplumun kanayan yarasıdır. Ferzan Özpetek'te bunu her zaman filmlerinde konu yapar ama artık bana göre buna bir dur demenin zamanı geldi. Çünkü filmlerini her ne kadar çok sevsem de artık bir yazar tıkanması noktasına geldiğini düşünmeye başladım..
Kitaplarda sevmediğim bir şey vardır. Yazarın kitabın sonunu okuyucuya bırakması. Buraya kadar getirdim gerisini senin hayal gücüne bırakıyorum demesi. Burada da öyle olmuş..Arkamda oturan hanımlar son sahnede eeeee n'oldu şimdi diye birbirlerine sormaya başladılar :) 
Filmin sonunu yazıyım mı? :) Yazmayacağım :) tabii ki..
Biraz uzun oldu ama benim gördüklerim bunlardı. Güzel mi güzel.Seyretmeye değer mi? Kesinlikle evet..Mendil götürmeye gerek var mı? Hayır :)
Henüz görmeyenlere ve gitmek isteyenlere iyi seyirler diliyorum :)

BİR BAŞKADIR KADIKÖY




Kadıköy'ü sevmem için onlarca sebep var..Kitapçıları, sahafları, kahveleri, balık pazarı, birbirinden renkli mağazaları...Evet mağazaları..İşte burada bir es veriyorum..Hem de en kocamanından en sevimlisinden :)🐾🐱🐶

Yolu Kadıköy'e düşen herkesin dikkatini çekmiştir mağazaların içlerine ya da kapılarına sığınan minik dostlarımız..

İşte görüntüleyebildiğim  hayvan dostu mağazalardan bir demet :) Teşekkürler Oxxo, Oysho, Penti,Tefal, Gratis, Nezih, Uzak Işıklar, Karaca ve görüntüleyemediğim diğerleri..

Sizleri seviyorum 💕



Oxxo


Oysho 


Penti


Gratis


Uzak Işıklar


Tefal


Nezih


Akmar


Fahriye Cafe


Kedilerden söz açılmışken onu yazmadan geçemedim...
Tanıştırayım efenim...
Felix...
Kedim 😊🐈














YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN 




Sağlıklı mutlu huzurlu barış dolu bir yıl diliyorum...







"Bilir misin Vera, bu öldürülen kaçıncı çocuk
Bu kaçıncı kertik yüreğe atılan?
Eskisi gibi değil
Artık daha da sancılı yaşamak!"


-NAZIM HİKMET RAN-

ÜZGÜNÜZ...









"Saçlarım tutuştu önce,

Gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
Külüm havaya savruldu."


-Nazım Hikmet-

SİS...









Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı gözükürler. Evet, işte hayat dediğin; bir sis olup olacağı! Hayat bir sistir.




10 KASIM








İNGİLİZ HAYALET

Nasıl İstanbul'un taşı toprağı altınsa İngiltere'nin de taşı toprağı hayalettir. Avrupa'daki en iyi hatta biraz daha genişletirsek dünyadaki en iyi hayalet hikayeleri bu ülkeden çıkar..Cinler periler ülkesidir İngiltere..

İngilizlerin batıl inançlara, geçmişe, harabelere, antika kitaplara düşkünlüğünden kaynaklanır bu hayalet geleneği..Bir çok İngiliz yazar eserlerinde bu konuya yer vermiş,  1882'de ülkede kurulan Psişik Araştırmalar Derneği sayesinde ruhlarla ilgili araştırmalarda yapılmış.



Her bölgenin kendine has hayaletleri ve bu hayaletlerinde kendilerine göre bulundukları yerler ve davranışları varmış. Kimileri kulelerde, köprü altlarında saklanırken,  kimileri de terk edilmiş evleri kendilerine mekan tutarmış .Hayaletlerden bir kısmı bölge halkını korkutup rahatsız ederken, çiftliklere bağlanıp kalanların ise orada yaşayanlara yardım ettikleri gözlenmiş..

Peter Ackroyd Can Yayınlarından çıkan İngiliz Hayalet adlı eserinde geçmişten günümüze İngiltere'deki hayalet hikayelerini yazmış.. Esra Birkan'da dilimize çevirmiş..

Hayalet hikayelerine ilgi duyanlara tavsiye edebileceğim bir kitap.. Üstelik bu hayaletler sadece korkutmuyor içlerinde huzur arayanından eğlence peşinde koşanına kadar her türlüsü var..

Hoşça vakit geçireceğiniz güzel bir anlatı...





LUPİTA ÜTÜ YAPMAYI SEVİYORDU :)

Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu..Bir Laura Esquivel kitabı daha...

Esquivel ile ilk tanışmam Acı Çikolata ile olmuştu...Okurken yemek kokuları içinde Tita'nın mutfağında oturmuş, tariflerini bir kenara not etmiştim. Kendim de pek meraklısı olduğumdan en çok ta kocakarı ilaçlarını sevmiştim..Grip mi oldum, nezle miyim ? Var mı ıhlamur, adaçayı, elma, limon, tarçın, zencefil, karanfil karışımından daha güzel bir ilaç ? Ahhhh şimdi aklıma Barış Manço'nun o güzel şarkısı geldi işte...

"Nane limon kabuğu bir güzel kaynasın aman
Ha ha ha İçine hatmi çiçeği, biraz tere otu katasın aman 
Ha ha hatta biraz tarçın bir tutam zencefil aman
Ha ha ha bin derde deva geliyor..."

Neyse dağıtmayalım konuyu bu sefer ki kitabında ise kadın polis Lupita ile tanışıyoruz. Lupita ütü yapmayı seviyor öyle ki hiç yorulmadan saatlerce bu işi yapabiliyor, bir çok kadının kabusu olan ütü onun için bir terapi...Lupita ütü yaparken sakinleşiyor, kırışıklıkları açmak ona  dünyayı düzene sokmanın bir yolu gibi geliyor. 



Lupita çamaşır yıkamayı da seviyor. Suyun içinde kutsal bir varlığın olduğuna inanıyor ve korkunç hatalarının pis suyla birlikte akıp gittiğini hissediyor. 

Lupita çıngar çıkartmayı da seviyor. Sadece içip körkütük olduğunda değil kendisini hor gördüklerinde yokmuş gibi davrandıklarında anında saldırıya geçiyor. 

Lupita dans etmeyi, örgü örmeyi, geceleri gök cisimlerini seyretmeyi, yalnızlığı, sessizliği, toprağı ekmeyi de seviyor...

Derken bir gün gözlerinin önünde ilçenin belediye başkanı öldürülüyor.. Lupita bu işi çözmek için canına dişine takıyor ve roman akıp gidiyor... 

Orta ve Güney Amerika yazarlarının çoğunun özelliği olan ve  romanın içine serpiştirilmiş halk efsaneleri ise ayrı bir tat veriyor..

Okurken Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu film olsa Lupita'yı beyaz perdeye en iyi kim yansıtabilir diye düşündüğümde aklıma gelen ilk isim çok ama çok sevdiğim Whoopy Goldberg oldu. Kim bilir belki bir gün Goldberg'i Lupita rolünde izleyebilirim.. Fena da olmaz hani :) 

Son bir not...Yazar kadar kitaba emeği geçen çevirmeni de atlamadan geçmeyeceğim..Güzel Türkçesi ile dilimizde zevkle okumamızı sağlayan bir İnci Kut çevirisi..

Eğlenceli bir roman okumak isteyenlere tavsiye ederim..