MÜGE BAYRAMINDAN İŞÇİ BAYRAMINA



Ortaçağ'da çiçekleri çan şeklinde olan müge baharın gelişini sembolize eden bir çiçek olduğu gibi iyi şans getirdiğine inanılan bir çiçekmiş. 

1 Mayıs 1561 yılında Kral IX Charles her 1 Mayıs'da genç kadınlara müge hediye edilmesini gelenek haline getirmiş. Bu gelenek uzun yıllar yıllar boyunca Avrupa'da ailelerin katılamayacağı sadece gençler için organize edilen  balolarla kutlanır, bu balolarda beyazlar giyen genç kızlar sevgililerinden bir buket müge alırlarmış. 


1 Mayıs yıllarca Fransa'da gençlerin aşık olduğu kızlarla buluştuğu ve onlara müge hediye ettiği bir bayram olarak kutlanmış. 


İlerki yıllarda müge bayramlarında terziler işçilerin gömleklerine üç tane müge dikmeye başlamışlar. 

1976 yılından itibaren mügenin yerini çalışma, uyuma ve dinlenmeyi sembolize eden bir üçgen ve yaban gülü almış. 

1886 yılında Amerika İşçi Sendikaları önderliğinde işçiler uzun çalışma saatleri yerine günde sekiz saat  çalışma talebiyle iş bırakmışlar. Chicago'da yapılan bu gösterilere yarım milyon işçi katılmış. Bu gösterilerin sonunda 3 Mayıs'ta Haymarket olayı yaşanmış. 

3 Mayıs'ta miting sona ermek üzere iken bir fabrika sirenini çalarak içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkartması üzerine fabrikaya yürüyen işçilerin üzerine polis tarafından ateş açılmış. Açılan ateş sonucunda dört işçi ölmüş bir çoğu yaralanmış. 

Ertesi gün olan olayları protesto etmek için yapılan toplantıda bir polisin önünde nereden geldiği anlaşılmayan bir bomba patlamasıyla 7 polis ölmüş bir kısmı da yaralanmış. Bu olaydan sonra uygulanan kurallarla bir kez daha böyle şeylerin yaşanması engellenmiş. 

Temmuz 1889 yılında toplanan II. Enternasyonal toplantısında bir Fransız işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olarak kutlanmaya başlamış. Ve dalga dalga diğer ülkelere yayılmış. 

Türkiye'de ise ilk kez 1923 yılında resmi olarak kutlanmaya başlamış.

İşte Müge Bayramından İşçi Bayramına 1 Mayıs'ın öyküsü de böyle.

Hepinize huzur içinde geçirebileceğiniz güzel 1 Mayıs diliyorum.






COPY PASTE YAPABİLİR MİSİNİZ DALGALARIN SAHİLLE BULUŞMASINI?





Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar,
Size sesleniyorum!Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

''MÜŞFİK KENTER''

EDEBİYATIN KÖTÜ KIZLARI...

Sabit Fikir bugün sayfasında edebiyatın kötü kızlarını yazmış. Kimler mi? Kimler yok ki? Hepsi aşağıda okumanızı bekliyor...


Edebiyatın "kötü kız"ları burada



Edebiyatın kötü çocukları deyince aklınıza kimler geliyor? Martin Amis, Salman Rushdie, Jonathan Franzen, Ernest Hemingway... Peki ya kadınlardan? Flavorwire, yaptığı bu listede edebiyatın "kötü kızları"na yer vermiş. Bakalım Anais Nin'den, Colette'e, Dorothy Parker'dan Simone De Bevauvoir'a uzanan listede ne gibi yaramazlıklar yer alıyor?



Sappho

Yunanistan'da yetişen en önemli lirik şairlerinden biri sayılan Sappho, dile kazandırdığı kelimelerle de tanınabilir. Midilli Adası'nın diğer ismi olan Lesbos Adası'ndan gelen Sappho, "lezbiyen" sözcüğünün de atası sayılabilir. Başka kadınlara duyduğu cinsel çekimi şiirlerinde anlatan Sappho, erkeklere de ilgi duyuyordu. Bunun yanında Afrodit'in tapınağında, genç, bekar kadınlara yönelik bir akademi kurduğu bilinmekte. Ovidius'a göre kendine öldürerek yaşamına son veren Sappho'nun şiirlerinden günümüze çok azı kalmıştır. Çoğunlukla parçalar halindeki şiirlerin çevirilerini Cengiz Bektaş ve Azra Erhat yapmıştır.

 

George Sand

Sappho'nun ardından gelen isim, George Sand. Onlarca roman, birkaç oyun, anı kitabı ve edebiyat eleştirisi kaleme alan Fransız yazar, bunca işinin arasında haylazlığa da vakit bulabiliyormuş. Asıl ismi Amantine Lucile Aurore Dupin olan yazar, bir erkek adı altında yazan pek çok 19. yüzyıl kadın yazarından biriymiş, ama bu cinsiyet değişimi edebiyat alanında sınırlı kalmamış. Günlük hayatta da erkek kıyafetleri giyen, o dönemde kadınların asla yapmadığı bir şekilde sigara içen Sand, 19 yaşında evlenip, 9 yıl sonra boşanmasının ardından Frederic Chopin ile büyük bir aşk yaşamış.

 

Colette






Ah şu Fransızlar... Liste tamamen onlardan da oluşabilirdi. Sidonie- Gabrielle Colette, o meşhur Claudine serisini yayımladığı sıralarda üç kere evlenmiş ve ikinci kocasını, adamın oğluyla aldatmış bir kadındı. Kadınlarla olan ilişkileri ve Moulin Rouge'da gerçekleştirdiği bir pandomim esnasında öptüğü sevgilisiyle de o döneme damgasını vurmuş bir isim olan Colette, kadınların bakış açısından cinselliği ve kadın olmayı en iyi anlatan kalemlerden biriydi.

Yazının devamını okumak için linki tıklayınız...


DOSTLARLA İÇİLEN BİR FİNCAN KAHVE




Ne zaman; hayatında bazı şeyler çekilmez hale gelirse,
Ne zaman; yirmi dört saat kısa gelmeye başlarsa,
O zaman; kavanoz ve iki fincan kahveyi hatırlayınız…

İşte kavanoz ve iki fincan kahvenin hikayesi

Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında; hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonrada kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar…

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine; profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte; ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar… Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar;

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları; Hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise; Sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise; diğer ufak tefek şeylerdir. şayet kavanoza önce kum doldurursanız; Çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi; ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz; Bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar; ‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar; ‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun; Her zaman 

dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…’

-Alıntı-

SİNDİRELLA'DAN HABER VAR :)

Pamuk Prenses'e ne oldu? diye bir yazı yazmıştım. Çocukluğumuzda ağzımız açık dinlediğimiz masal kahramanlarına neler olduğunu sormuştum. Sindirella okumuş yazdıklarımı cevap gönderdi. Bir de resim eklemiş mesajına. Aynen böyle yazmış;

"Beni merak etmeyin. İyiyim. Öyküm hala anlatılıyor ama hiç bir şey eskisi gibi değil. Artık peşimden koşan romantik prens yok. Onun yerine apartman görevlisi peşimde. Nasıl mı? Fotoğrafımı gönderiyorum. Artık böyleyim :) Sevgiler...Sindirella"


(Çiğdem Demir'in güzel çizgisiyle) 

Yüzünüzden gülümsemenin hiç eksilmemesi dileği ile sevgiyle ve  mutlulukla kalın :)



LOST IN AUSTEN

Günün birinde sevdiğiniz roman kahramanını evinizin banyosunda bulursanız ne yapardınız? Üstüne üstlük birde banyonuzda geçmişe açılan gizli bir kapı keşfederseniz...Bu roman kahramanınızın size bugüne kadar hiç bilmediğiniz bu kapıdan ulaştığını görürseniz ne hissedersiniz? 

Ve bir anda kendinizi bir anda elinizden düşüremediğiniz Jane Austen romanlarından birinin tam ortasında bulsaydınız :)

Sevgilisi ile problemler yaşayan Amanda Price kötü geçen bir gecenin sonunda banyosunda çok sevdiği roman kahramanı Elizabeth Bennet'i bulmasıyla fantastik bir dünyaya adım atmış olur. Hammersmith'li Price Elizabeth Bennet ile yer değiştirir. 2000'li yılların genç bir kadının Jane Austen'ın Aşk ve Gurur'unun içine sızmasıyla traji komik olaylar başlar :)

Seyretmeyenler için zevkle seyredilecek bir film daha...



BİR ŞARKIN OLSUN GÖNLÜNDE

Pırıl pırıl güneşin aydınlattığı güzel bir İstanbul gününden herkese günaydın derken bugün gelen bir şiiri sizlerle paylaşmak istedim...

Gönlünüzde sizi mutluluklara götürecek bir şarkınızın ve yolunuzu aydınlatacak bir güneşinizin olması dileği ile...

Sevgiyle...


Güneşin olsun gönlünde

Kar bile yağsa

Ya da fırtına olsa.

Gök bulutlarla

Dünya kavgayla dolsa

Güneşin olsun gönlünde

O zaman gelsin ne gelirse

Doldurur ışıklarla

En karanlık gününü

Bir şarkın olsun gönlünde

Sevinçli ezgilerle

Seni günlük tasalar boğsa bile

Bir şarkın olsun dudaklarında

O zaman gelsin ne gelirse

Yardım eder atlatmaya

En yalnız gününü

Başkaları içinde bir diyeceğin olsun

Tasada ve bunalımda

Ve seni mutlu edecek her şeyi

Söyle onlara da

Bir şarkın olsun dudaklarında

Yitirme sakın cesaretini

Güneşin olsun gönlünde

Ve her şey iyi olacak.


Cesar Fleischler

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA




Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıl
dızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler…


Nazım Hikmet



23 NİSAN



23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...


GEÇMİŞİN ÇOCUKLARINDAN BUGÜNÜN ÇOCUKLARINA, İÇİNDEKİ ÇOCUĞU YAŞATABİLEN HERKESİN BAYRAMINI KUTLUYORUM...




Sevgili Ada 23 Nisan resmin için çok teşekkür ederim. Nice 23 Nisanlara...

AYIŞIĞI SONATI

Herkesin müzik anlayışı ve zevki farklıdır. Ben her türlü müziği dinlerim. İçlerinde defalarca dinlediğim çok sevdiğim parçalarda çıkar hiç beğenmediklerimde. Kitaplar gibi müzikte hayatımın vazgeçilmez bir paçası olmuştur her zaman. 

Akşamları el ayak çekildiğinde, bir elimde kahvem diğer elimde kitabım koltuğa yayıldığımda notaların sözcüklere karışması hoşuma gidiyor. CD'den yükselen bazen hafif bir piano, bazen viyolonsel, çello tınıları gecenin sessizliğinde günün yorgunluğunu attıran terapi oluyor benim için. Vivaldi, Strauss, Mozart, Janacek, Beethowen vs. onlar konser veriyor ben dinliyorum. 

Beethowen demişken bilirsiniz en ünlü eserlerinden biri Ayışığı Sonatıdır. Bugün Ayışığı Sonatı ile ilgili bir yazı geldi bana. Ayışığı Sonatı'nın doğuşunu anlatıyordu. Gerçekten yaşanmış mı yoksa bir şehir efsanesi mi bilmiyorum ama bu hüzünlü hikayeyi paylaşmak istedim. 

''Bir gün Beethoven, bir arkadaşı ile birlikte Viyana sokaklarında dolaşmaktadır. Tam bu sırada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar. Apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve ses oradan gelmektedir. Arkadaşına, çalan kişinin muhteşem çaldığını ve onu görmesi gerektiğini söyler. İkisi birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar. Kapıyı açan kadın, Beethoven’ı hemen tanır ve şok olur. Beethoven, piyano sesine geldiğini ve muhakkak çalan kişiyi görmek istediğini söyler. Kadın, piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve tanışmaktan mutlu olacağını belirterek onları içeri alır. Beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer. annesi kıza, Beethoven’ın geldiğini söyler ve kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar, fakat kız kördür. Bunu gören Beethoven, “lütfen benden birşey isteyin” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. Kızın cevabı şu olur; “ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?”
Bunun üzerine Beethoven piyanonun başına geçerek, ayışığı sonatını, doğaçlama olarak besteler.''


İşte Beethoven'ın genç kıza anlattığı ayışığı...İyi dinlemeler...



BAHAR TEMİZLİĞİ






“Yazmayan kalemleri.
Sayfası bitmiş defterleri.
Kulpu kırık fincanları.
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu.
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o
sandalyeyi.
Dibi kararmış tencereyi.
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları.
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz
fotoğrafı.
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın.
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadıları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü.
Düşünüp durduğunuz o lafı.
Atın.
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü.
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
Atın.
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini
Kestiğiniz eski gazete küpürünü
İçinizi kemiren o ukteyi
Atın.
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını.
Atın.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
Atın.
Arkanızdan konuşanları.
Önünüzü kapayanları.
Alamadığınız terfiyi
Oturamadığınız evi
‘Şimdiki aklım olsaları
Aldığınız en kötü karneyi.
Hatta en iyi karneyi.
Çalışmayan saatleri.
İşe yaramayan fikirleri.
Kaçan trenleri.
Zamansız yaşlandıran dertleri.
‘O gün’ olanları.
Halının altına süpürdüklerinizi.
Dolabın dibine iteklediklerinizi.
Atın.
Bakın, ne güzel güneş çıktı. “
-Alıntı-


23 NİSAN DÜNYA KİTAP GÜNÜ

Ne güzel bir gün şu 23 Nisan...

Hem Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, hem de Dünya Kitap Günü...İki güzel gün bir araya gelmiş...

"Hayatımızda kitaplar olmasaydı; değirmenlerle savaşamaz, harikalar diyarını keşfedemezdik."

Dünya Kitap Gününde sevdiklerinize bir kitap hediye edin özellikle de geleceğin büyükleri çocuklara. Güzel bir 23 Nisan Çocuk Bayramı hediyesi olur onlara. Ben bir kaç tane seçtim bile.

İşte seçtiklerim :)

Matilda - Roald Dahl

Mucizeler Adasına Yolculuk - Klaus Kordon

Sisler Prensi - Carlos Ruiz Zafon

Frej Apartmanı'nın Esrarı - Nazlı Eray

Koralin ve Gizli Dünya - Neil Gaiman

Pembe Maymun Pepe - Carlo Collodi




BANKALAR, ALIŞVERİŞ, KİTAPLAR VE HAYALLERİM...


Dıt dıt dıt dıt (veya buna benzer bir ses)...Yine cep telefonuma mesaj geldi. Açıp okuyorum...Şu tarihe kadar bilmem ne kartınızdan şu kadarlık alışverişinize bu kadar puan veriyoruz. Üç-beş puan uğruna o kadarlık alışveriş yapmam isteniyor...Peki yaparım sorun değil ama madem böyle bir şeyi önerip aklıma getiriyorsun o zaman bir zahmet kredi kartımın ödemesini de bankanız yapıversin. En azından önerdiğin miktarı...Eline numarayı geçiren mesajı çekiveriyor arada arayanları ise hiç yazmıyorum. 




Biz şu firmayız vaktiniz varsa bir konuda...Vaktim varda benim telefonumu kimden aldın önce onu söyle sonra konuşurum. Medeniyet bunu gerektirir. Tanımadığın birinin telefonunu eline geçirmişsen ve firma tanıtımı yapacaksan kimden nasıl aldığını söyleyeceksin. Aradığın kişiye saygıdır. Cevap olarak genelde şunu duyuyorum ; kimden aldığımızı söyleyemeyiz veya bize halkla ilişkilerden veriyorlar. Ara halkla ilişkileri sor. Soramayız efendim. Bende konuşamam efendim bir kez daha aramayın efendim ararsanız görüşmeyi kayıt etseniz bile sonuçlarına katlanın efendim diyerek telefonu kapıyorum. 




Neyse bankaların ve firmaların densizliklerini bir yana bırakalım konu alışverişten açılmışken bir çok kişinin aksine alışveriş yapmak beni sıkar. Gerek ev (mutfak, temizlik vs) için gerekse kişisel (giysi vs). Ev için önceden yaptığım eksikler listesini alır çıkarım, kişisel alışverişi ise ne istiyorsam, zaten kafamda oluşmuştur fazla oyalanmadan yapar mağazadan çıkarım çünkü biraz fazla kaldığımda renkler birbirine karışmaya,  kıyafetler üstüme üstüme gelmeye başlar. 



Ammaaaaa iş kitapçıya gelince her şey değişir. Saatlerce vakit geçirebilirim. Kitapların sayfalarını çevirmek, içinden satırlar okumak, birini alıp öbürünü bırakmak. Listeyle içeri girip liste dışı bir çok kitapla dışarı çıkabiliyorum bazen. Bıraksalar kendimi kaybedip kapanış saatine kadar kalabilirim. 




"Artık kapatıyoruz. Yarın sabah 10:00 dan itibaren açığız bekleriz efendim.
 Yarın gelemem ben biraz daha bakmaya devam edeyim siz üstüme kitleyip gidebilirsiniz." bile diyebilirim :) 





En çokta içinde kahve veya koltuklar olan kitapçıları seviyorum. Benim gibiler için yapmışlar ama maalesef sayıları çok az. Hayal bu ya, acaba diyorum içine mis gibi kahve kokuları yayılan, ev yapımı kekler olan, duvarlarında çeşit çeşit tablolar, fotoğraflar olan, masalarında çeşitli dergiler bulunan, raflarında bin bir çeşit kitaplar olan, isteyenin masasına alıp hafif bir müzik eşliğinde rahatça okuyabileceği, isteyenin bir köşede kocaman yastıklar üstünde okuma keyfi yapabileceği, sigara içenler için kapalı bir kış bahçesi olan, bazı akşamlar büyüklere masallar anlatılabilecek, herkesin kalkıp kendi hikayesini paylaşabileceği, okuduğu kitapları tartışabileceği önünde bisiklet parkı bulunan biraz bohem bir kitap kulübü mü açsam mı acaba diyorum. Öyle bir yer ki kitapçı desem kitapçı değil kütüphane desem tam bir kütüphane değil. İsteyen satın alsın isteyen ufak bir ücret karşılığı üye olup kitapları ödünç alsın. Alan da mutlaka geri getirsin yoksa iki elim yakalarında olsun:))).





      






Mekan mı? Herkesin kolayca ulaşabileceği her yer olabilir. Eski bir semtte, eski bir binanın giriş katı olabilir mesela derken benim hayalimi gerçekleştirmiş insanların kitap kahvelerini araştırdım nette. İşte size bir kaç güzel örnek. Ne dersiniz belki bir gün bir çılgınlık yapar bu hayalimi gerçekleştiririm ya da hiç rahatımı bozmadan var olanlarda elimde kitabım keyif 
yaparım. 




Diyelim açtım ne mi kazanırım? Ticari kaygı yani? Hımmm onu şimdilik hayalimin içine katmadım. Belki çok kazanırım, belki de hiç kazanmam. İkincisi daha gerçekçi geliyor bana ama bunu düşünüp hayallerimi yıkmaya ne gerek var? Dimi ama:))



TEKİNSİZ HİKAYELER





Sir Arthur Conan Doyle denince akla ilk gelen Sherlock Holmes serisi olur. İngiliz Edebiyatının en önemli karakterlerinden biri olan Holmes'ı canı sıkıldığı için önce öldüren okuyuculardan gelen tepkiler üzerine tekrar hayata döndüren ve Holmes'in maceralarına devam eden Doyle Tekinsiz Hikayeler adlı kitabında on beş hikayesini anlatıyor. 

Hikayelerinde bilimkurgudan spiritüalizme korku edebiyatından bir yelpaze sunuyor okuyucularına. 

İçindekilerden Tot'un yüzüğü ve 249 Numaralı Lot bugüne kadar romanlarda ve filmlerde fazlasıyla işlenmiş ve bana göre artık cazibesini yitirmiş bir konu : Mısır ve mumyalar. Tipik mumyaların arayışı ve intikam öyküleri. 

Doyle, Blue John Mağarası Dehşeti'nde ise kıpkırmızı ağzından upuzun sivri dişleri, kocaman fırlak gözleriyle ne olduğu bilinmeyen bir yaratığın insanlar arasında yarattığı korku ve o yaratığın peşine düşen Dr. Hardcastle hikayesini ve sonunu anlatmakta.

Los Amigos Fiyaskosu adlı öyküsünde elektrikli sandalyede idama mahkum olan bir suçlunun son dakikalarını anlatıyor. Kömür olması beklenen mahkumun umulmadık bir sonla karşı-laşmasını  fısıldamış Conan Doyle okuyucularına.

Ben kitapta en çok Yeni Yer Altı Mezarı, Lady Sannox Vakası, Nasıl Oldu ve Kara Şatonun Kontu hikayelerini beğendim. 

Yeni Yeraltı Mezarı'nda iki ünlü Roma dönemi kalıntıları araştırmacısının hayatından bir kesim anlatmış yazar. Dr. Burger'ın arkadaşı Dr. Kennedy'den şeytani bir şekilde intikam alışını satırlara dökmüş yazar. İntikamın altında yatan neden ise dünyanın en eski hikayesi...Aşk.

Bir başka aşk hikayesi ise Lady Sannox Vakası'nda anlatılıyor. Zekice hazırlanmış bir oyunun sonunda ortaya çıkan korkunç bir intikam.  

Nasıl oldu? Öte dünya ile ilişki kuran bir medyumun yazdığı bir trafik kazası sırasında ve sonrasında yaşananları anlatıyor Nasıl Oldu. Kitabın en kısa anlatımı. Belki de en güzeli. Kısa ve öz.

Son olarak, Kara Şatonun Kontu, bir asker hikayesi. Savaş sırasında oğlunu kaybeden bir babanın yaşadıklarını ve yaşattıklarını konu alıyor. 

Kitabın arka kapağında yazdığı gibi ürpererek okuyacağınız insanı alacakaranlık kuşağının içine çeken bir kitap değil ama gerilim edebiyatından sürpriz sonlarla biten kısa hikayeler sunan sıkılmadan okuyabileceğiz bir kitap. 

TEKİNSİZ HİKAYELER    SIR ARTHUR CONAN DOYLE      CAN YAYINLARI


YEŞİLKÖY DENİZ FENERİ ANLATIYOR :)



Yeşilköy Deniz Feneri'nin ağzından kendi hikayesi :)

Benim gibi deniz feneri sevdalılarına... İyi seyirler...





DENİZ FENERİNDE BİR GECE

Bahar yazın habercisidir derler. Yaz denince de akla ilk gelen deniz, güneş ve tatil olur. Yavaş yavaş tatil programları yapılmaya başlanır. Herkes kışın yorgunluğunu üzerinden atmak için kendi zevkine ve bütçesine göre bir şeyler ayarlamaya çalışır. Kimi yurt içinde bir yerlere yazlığına, köyüne, tatil köyüne vs, kimi yurt dışında turlara...



Herkesin ayrı bir tatil anlayışı, kültürü vardır. Ben hiç bir zaman yıldız üstüne yıldız tatil köylerini ve otelleri sevemedim. Bana her zaman itici gelmişlerdir. Tamam müşterilerine odasından mutfaklarına her türlü konforu sunarlar, hizmette kusur etmezler bunu sonuna kadar kabul ediyorum ama bana göre değiller. Bütün gün havuz kenarında bikini şov seyretmek, animasyonlara maruz kalmak, akşamları süslenip püslenip yemekte elde tabak kuyruk beklemek, birbirine hava atan insanların arasında yapmacık hareketleri izlemek...Ben almayım. 
Benim tatil anlayışıma taban tabana zıt bu durum. Yıldız üstüne yıldız yerine bahçesinde rengarenk sardunyaları, tahta masası sandalyesi olan, ağaçlarından fenerler sarkan ufak pansiyonları ve otelleri tercih ederim. Biraz yöresel tatlar, otlar, biraz yaza yakışır zeytinyağlılar, tadımlık mezeler eşliğinde ufak bir çilingir sofrasında samimi gösterişsiz bir ortamda demlenmeyi tercih ederim. Şehrin sıkıcı düzeninden sonra yıldızlı otellerin düzenine girmek sıkıyor beni. Sözün kısası bohem tatilleri tercih ederim. 



Ortaokul lise yıllarımda yaz aylarında gemilerde çok seyahat ettim. Cruise değil yanlış anlaşılmasın koskoca kargo gemilerinde :) Uçsuz bucaksız denizde süzülen geminin güvertesinde oturup kitap okumak en büyük zevkimdi. Bazen yunusları balinaları seyrederdim, bazen güverteye düşen uçan balıkları incelerdim, fırtınalı havalarda serseme döndüğüm anlarda kıyıya bir an önce varalım diye bildiğim bütün duaları sıralardım. Bütün bunlar çok güzel anlardı ama benim için en yolculuğun en güzel anı kıyıya yaklaşırken karşılaşılan deniz fenerleriydi. Denizcilerin yol göstericileri, mağrur ve yalnız yapılar deniz fenerleri. O zamandan bu yana deniz feneri sevgimden hiç bir şey eksilmedi. Aksine daha da büyüdü. 

Dünyanın en güzel yapılarıdır bana göre deniz fenerleri. İngiltere ve Amerika'da yapılışı 1700'lere dayanan fenerlerin olduğu söylenmektedir. İstanbul'da ise Kız Kulesinin bir zamanlar deniz feneri görevi gördüğü rivayeti vardır. Ahırkapı deniz feneri ise yaşanan bir deniz kazasından sonra 1755 yılında III.Osman'ın emriyle inşaa edilmiştir. Bugün bir bölümü müzeye çevrilmiş olan Şile deniz fenerinin ise 150 yıllık geçmişi vardır. 



Dünyanın bir çok ülkesinde işlevini yitirmiş ve ya halen kullanılmakta olan deniz fenerlerinin konaklama yeri olarak kullanıldığını biliyor muydunuz? Evet bazı ülkelerde deniz fenerlerinin odaları turistlere kiraya veriliyor. İngiltere, Amerika, Güney Afrika, Bunu yapan ülkelerden biride Hırvatistan. Gitmek isteyenler internet üzerinden rezervasyon yapabiliyorlar. İşte tam benlik bir tatil. Deniz Feneri konaklaması. 

Konfor mu hayır yok. Zaten fenerlerin iç ve dış resimlerini koymuşlar. Yatmak için bir yatak, televizyon, buzdolabı, duş, masa, sandalye. Standart bir oda. Hiç bir lüksü yok ama manzarası ve mekanları zaten her şeye değer. Yeter ki temiz olsun. 

Eğer ilginizi çekerse işte size Hırvatistan'da konaklama yapılabilecek deniz feneri için iki site;

http://www.adriatica.net/lighthouses/lighthouses_en.htm

http://www.adria24.com/lighthouses/

Darısı ülkemizdeki deniz fenerlerinin başına diyorum...Kalın sağlıcakla...




VEEE BAHAR :)

Güneşin bulutların arkasından çıkıp gülen yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığı, doğanın bin bir rengini gözler önüne serdiği mevsim, bahar geldi. Biraz güneş, biraz yağmur  ne çok sıcak ne çok soğuk mis gibi bir hava ve bahar kutlamaları...

Kimi Easter adı verir, kimi Nevruz, kimi Hıdrellez, kimi Pesah doğanın yeniden doğuşuna. Adları, ritüelleri ve tarihleri farklı olsa da amaç aynıdır; baharı karşılamak. Rengarenk bir şenliktir bahar ve kendine yaraşır şekilde karşılanmalıdır. 



Anadolu'da cemrelerin düşmesinin sonunda kışa veda, canlanmaya başlayan toprağa merhaba  törenleridir Nevruz ve Hıdrellez. Yeni bir başlangıçtır herkes için.

Dünyanın dört bir yanında törenlerle kutlanır baharın gelişi. Mesela;

Azerbaycan'da evler temizlenerek başlanırmış hazırlıklara. Bahar temizliği. Ayrıca semeni göğertilirmiş yani tohum çimlendirilirmiş. Özellikle de buğday tohumu. 



Kazaklarda ise yıl boyu bereket olması için Kırgız Türklerinin yaptığı yedi çeşit yiyecekten yapılan aş olurmuş mutlaka sofralarında. Ateş üzerinden atlayıp, çadırlar kurup sofralar açarlarmış.

Tacikistan'da Ş ile başlayan yedi yiyecek sunarlarmış misafirlerine. Bunlardan süt temizliği, tatlı yaşama sevincini, şeker serinlik ve dinlenmeyi temsil edermiş. 



Kamlar ise bahar çoşkusunu bir dua ile karşılarlarmış;

"Yüce tanrının ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerin ilk defa bezendiği, altmış türlü sürülerin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen yaratıldın."

Çok ama çok eskilerden Keltler baharın gelişini Kuş Bayramı  ve Çiçek Bayramı ile kutlarlarmış.

Kuş Bayramında, günümüze paskalya olarak gelmiş,  insanlar geri dönen kuş sürülerini seyretmek için şafaktan kuşluk vaktine kadar kuş izlemeye giderler sonrada kuşların dönüşünü bir ziyafetle kutlarlarmış. 


Çiçek Bayramı ise Mayıs'tan önceki son dolunayda kutlanırmış. Yeşil giyip, mayıs direği dikip etrafında dans ederler, çiçekler toplayarak ateşten atlarlarmış. 

Geçmişten günümüze dünya üzerinde her toplumda kendine göre gelenekleri ve görenekleri ile kutlanmış baharın gelişi. 

Bende Sezen Aksu'nun o güzel şarkısının dizeleri ile Baharınızı Kutluyorum:)

Asmanın sürgün veren dallarında
Nergisin, zerenin taç yapraklarında
Seninle baharı kutlamaya geliyorum....





PAMUK PRENSES'E NE OLDU?

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken diye başlardı masallar. Bizlerde bazen sessiz sakin ağzımız açık bazen de anlatıcıyı anlattığına anlatacağına bin pişman eden birbiri ardına sorular sıralayarak dinlerdik masalları. 

Peki ne oldu o çocukluk kahramanlarımıza şimdi? Onların yerini çizgi film kahramanları aldı günümüzde. Hemde ne almak. Masal kahramanlarının en kötüsü bile saf kaldı çizgi film kahramanlarının yanında.  

Sahi ne oldu o masal kahramanlarına?


Mesela Pamuk Prenses'e? Prensi ile evlenip çoluk çocuğa mı karıştı da artık yok ortalıklarda? Ya cüceleri? Hala o ormanda mı yaşıyorlar? Ormanları duruyor mu yoksa 2B'ye kurban mı gitti? Belki de cüceler minik ahşap kulübelerinden yüzme havuzlu villarına geçtiler. Keyif yapıyorlar. Hala anneler çocuklarına Pamuk Prensesi okuyor mu acaba? Yoksa yerini başkaları mı aldı? Masum Pamuk Prenses Munster High kızlarına mı karıştı acaba? 

Ya Külkedisi Cinderalla. Hani şu telaşla merdivenlerden inerken ayakkabısının tekini düşürüp prensi günlerce peşinden koşturan kız. Ne yapıyor şimdilerde acaba? Nerelerde düşürüyor platform topuklu ayakkabılarını? Birileri peşinden ayakkabısını koşturuyor mu acaba? Kim bilir neler yapıyor bu aralar da? Büyüyünce Hanna Montana mı oldu yoksa? Hala anneler Cinderalla'yı okuyor mu çocuklarına acaba? 

Ya Heidi? Büyükbabası ve arkadaşı Peter'le İsviçre'nin dağlarında mutlu mesut keçilerin peşinde koşan elma yanaklı kız? O ne yapıyor acaba? Hala keçilerin peşinde mi koşuyor yoksa artık çocuklarının peşinden mi koşuyor.  Ya Clara? Hala Bayan Rottenmeir'in işkencelerine maruz kalıyor mu yoksa onu çoktan saf dışı bıraktı mı? Hala anneler Heidi'yi okuyor mu acaba çocuklarına?



Peki ya Polyanna? Hani başına ne gelirse gelsin her olaydan bir mutluluk çıkartmaya çalışan kız? Kaldı mı böylesi? Ben bile çocukken bir şeye kızdığımda ve aklıma bu masal geldiğinde o Polyanna'yı elime bir geçirsem diye söylendiğim zamanları hatırlıyorum. Her şey de bir hayır vardır derler ama bununki de biraz fazlaydı:) Bu kafayla başına neler geldi kimbilir?. Hala anneler çocuklarına Polyanna'yı okuyor mu acaba?

Çocukları telef eden Fareli Köyün Kavalcı'sına ne demeli? Ara ki bulasın onca çocuğu...

Kırmızı Başlıklı Kız'dan haberiniz var mı? Son duyduğuma göre büyük anne kurtla kaçmış Kırmızı Başlıklı Kız kayıplara karışmış :) Eh ufacık kızı elinde sepet ormana bırakırsan olacağı budur. Bence anneler bunu çocuklarına artık okumasınlar. Çocuk masalı ama içinde vahşet olan bir masal. Büyükkanne yiyen bir kurt, onu öldüren bir avcı ve hepsinin tanığı Kırmızı Başlıklı ufak bir kız. Ortadan yok olmasında ne olsun.



Ya Rapunzel? O da saçlarını kuleden sarkıta sarkıta kel kalmış diye duydum ve Keloğlan'a aşık olmuş. 

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...