YENİ TABLET AYNI KIYAMET

Yeni tablet aynı kıyamet

Yeni tablet aynı kıyamet

MEKSİKALI arkeologlar, 21 Aralık 2012’de dünyanın sonunun geleceğine dair bir Maya kehanetinin yazılı olduğu bir tabletin daha deşifre edildiğini açıkladı.

Meksika Antrepoloji ve Tarih Enstitüsü’nün açıklamasında, ülkenin doğusundaki Tobasco eyaletindeki Comalcalco kenti yakınlarında bulunan Maya harabelerinde yıllar önce keşfedilen tuğla bir tablet üzerinde yapılan çalışmalar sonucu Mayaların kıyamete ilişkin öngörülerinin yinelendiği anlaşıldı. Yaklaşık 1300 yıl önce yazıldığı tahmin edilen yeni tablette daire şeklinde bir takvim bulunuyor.
Haberin devamını okumak için linki tıklayınız

http://bit.ly/uAtA9y

ANILAR, NAZLI ERAY, SOPHIE MARCEAU VE L'AGE DE RAISON

Bu aralar hepsi birbirine girdi. Nazlı Eray'ın çocukluk anıları, benim evden çıkan eski fotoğraflarım, ders notlarım, kıyafetlerim, okul yıllıklarım, eski arkadaşlarım, annemle babamın gençliği ve Sophie Marceau'nın 'L'age de Raison' filmi -türkçe çevirisiyle Aşka Fırsat Ver- (ne alakaysa:).

Önce Sophie Marceau'nın 'Aşka Fırsat Ver' filmini ikinci kez seyrettim tv'de. Sophie beni ilk filmi La Boum'a götürdü. 1980'lerin meşhur gençlik filmi. Haftalarca kapalı gişe oynamıştı sinemalarda. O zamanın gençleri, ergenleri demek daha doğru herhalde çünkü o yaşlara hitap ediyordu, defalarca gidip seyretmişti bu filmi. Filmin müziği 'Dreams are my reality' ise dillere pelesenk olmuştu. Neredeyse herkesin walkmaninde bu şarkı vardı. Sophie Marceau o yıllarda 15-16 yaşlarındaydı ve kendi yaşında bir öğrenciyi canlandırıyordu. Bende arkadaşlarımla gitmiştim, yanılmıyorsam Levent Melodi sinemasında.

Aşka Fırsat Ver'de ise Marceau çocukluğunu geride bırakmış genç işkadını canlandırıyor.(Gördüğüm kadarıyla yıllar kendisine oldukça cömert davranmış.) Yoğun çalışma temposu içinde kaybolmuş Margaret'in hayatı bir gün kendini ziyarete gelen noter sayesinde değişir. Bu yaşlı adam Margaret'e geçmişinden sıradışı bir hediye getirmiştir. Kendine yazdığı mektuplar. Margaret bu mektupları sırasıyla açıp okumaya başlar ve her açtığı mektup onu geçmişindeki farklı bir ana götürür. Bazen isyan eder, bazen gözyaşı döker, bazen de gülümseyerek bakar küçük Margaret'in yazdıklarına ve sonunda geçmişten gelen bu mektuplar sayesinde içindeki çocuğun hala yaşadığını farkeder. 





Sonra Nazlı Eray'ın çocukluk anıları geldi 'Kalbinde Kadın Taşıyan Erkekler Birahanesi' kitabında. Bana çocukluğumu verin diyordu satırlarında. Çoğumuzun zaman zaman geri gelmesini istediğmiz çocukluğunu istiyordu. İlkokul günlerini, arkadaşlarını, Frej apartmanını, M. Hristosu'nu, babaannesini, ahşap köşkü, Mme.Anjel'i ve diğerlerini.

Ve bugün ben. Hafta başından beri uzun zamandır yapmam gereken işe artık vakti geldi diyerek başlamıştım. Hazır mıydım? Emin değildim ama bir yerden başlamak gerekiyordu artık. Bir yılı geçkin bir süredir dolapları açıp açıp kapıyordum. Henüz değil diye. İlk gün çok zor geldi. Zor olacağını biliyordum. Daha önce aynı şeyi yaşayan arkadaşlarımda söylemişti. Hazırlıklıydım ama bu kadarını beklemiyordum. Bir tanıdığımdan yardım istemiştim. Birlikte dolaptaki giysileri boşaltmaya başladık. Hepsinde bir yaşanmışlık vardı. Bunu oraya giderken giymişti, bunu oradan almıştı, bunu çok severdi diyerek topladık tüm giysilerini. Verilecekler ayrıldı, kolilendi. Sonra sıra odadaki çekmeceleri boşaltmaya geldi. Bazı özel eşyalar, tarak, fırça üzerlerinde hala saç telleri duruyor annemin. Bazı ufak kağıtlara el yazısıyla alınmış notlar. Telefon numaraları, yemek tarifleri, adresler, yapılması gerekenler. Çok çabuk ve ani oldu gidişi. Oysa daha yapacağımız, yaşacağımız çok şey vardı onunla ama buraya kadarmış birlikteliğimiz. Ondan geriye toplamam gereken acı, tatlı anılar kaldı.



Ve fotoğraflar. Hayatlarının çeşitli dönemlerinde çekilmiş. Evlendikleri gün, bembeyaz gelinliği ile babamla birlikte. İkiside ne kadar genç ve incelermiş. Siyah beyaz çekilmiş başka bir fotoğrafta ilk doğum günüm. Masanın etrafında tanımadığım bir sürü çocuk ve ben. Geminin güvertesinde çekilmiş bir sürü resim. Arkasında notlar. Keban Gemisi- Amerika seferi 1975, 30 Ağustos Gemisi Beybaba ile- 1985, General Zeki Doğan- İtalya Seferi. Babam işbaşıları ile kamarasında oturuyor. Gittiği limanlardan attığı kartlar duruyor bir kutunun içinde.




Okul resimlerim fırlıyor albümlerden. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite. Arkadaşlarım. Bazılarıyla halen görüşüyorum, bazıları ise resimlerde donmuş kalmış. Nerdeler, ne yapıyorlar?  Acaba faceden bulabilirmiyim bazı arkadaşlarımın beni yıllar sonra bulduğu gibi? Sorular uçuşmaya başlıyor kafamda.
Bir başka yerden ders notlarım çıkıyor. Aaaa ben bunları almamışım diyorum Sanat Tarihine Giriş dersinin notlarımı karıştırarak. Diğer taraftan okul yıllıklarım geçiyor elime. Bunlarda burdaymış götürmemişim eve diye hayıflanıyorum. İşi gücü bırakıp sayfalar arasında o yıllara dönüyorum. Birbirimize yazdığımız yazılar, yıllar sonrası ile ilgili dilekler, hayaller. Kimi gerçekleşmiş, kimi gerçekleşmemiş.

Tüm anılarımı bir koliye koyup eve getirdim. Resimlerim, ders notlarım, yıllıklarım, çocukluğum, ergenliğim, gençliğim hepsi bir koliye sığdı. Şimdilik evdeki yerlerini aldılar. Taa ki günün birinde onlarda çocuklarım tarafından toplanıncaya kadar...


ÖĞRETMENLER GÜNÜ

                




                 TÜM  ÖĞRETMENLERİMİZİN  ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN...





KALBİNDE KADIN TAŞIYAN ERKEKLER BİRAHANESİ



Bir anılar ve öyküler yumağı. Nazlı Eray'ın kaleminden dökülmüş hayalle gerçek arasında gidip gelen tamı tamına 63 öykü.

Kitaba adını veren 'Kalbinde kadın taşıyan erkekler birahanesi' de öykülerden biri. Bartın'da sırf erkeklerin doldurduğu tipik bir taşra bir kahvehanesinden içeri bakıyor Eray. Kağıt oynayan, bira içen adamları görüp 'Kalplerinde kadın taşıyan erkeklerdi bunlar, hissetmiştim' diye anlatıyor gördüklerini ve sonra devam ediyor 'Kimbilir neredeydi şimdi bu kadınlar. Belki kimisi geçmişin karanlık, değişik ışıklı tünellerinde bir yerlerde kalmışlardı. Kimisi taptaze, o sabah yatağından çıkarılan kadınlardı...'
'Görünmeyen kadınları düşünerek içki içip oyun oynayan erkekler...' diyerek son veriyor kahvehanedeki erkeklerin dünyasını anlattığı öyküsüne.

Çok sevdiği Marilyn Monroe'sunu 'Marilyn Monroe Karanfil Sokakta' ve Bana Geceyi Anlat' öyküleriyle anmayı unutmamış.

Emekliler Parkında ise, kendi deyimiyle, büyülü dünyasının içine almış okuyucularını.

'Seni Arıyorum Çocukluğum, Anımsadın mı Beni İstanbul, Bu Çocuğu Anımsıyor musun İstanbul, Frej Apartmanı, Madam Anjel' öykülerinde ise Madam Anjel'i, Mösyö Hristosu, Babaannesi, Arap dadısı Pesent ile hem Eray'ın anılarında hemde eski İstanbul'un mahallelerinde, sokaklarında gezintiye çıkıyoruz.

'Babaannemi Düşünüyorum' adlı öyküsünde okuyucularını ahşap köşklerde anlatılan masallara, hallaçlara, eski komşuluklara götürüyor bizleri.

"Eski bir İstanbul hanımefendisi olan babaannem hayatında hiç sinemaya gitmedi, televizyonu görmedi, asansöre, yürüyen merdivene binmedi. Hiç uçağa binmedi. Babaannem kaset dinlemedi. Kentin keşmekeşinin içine girmedi. Eski siyah bir telefon çaldıkça 'Alo' derdi yalnızca. Çini sobaları bildi, eski ahşap köşkü bildi, baharda açan menekşeleri bildi, kırlangıçların gelişini, hallacın sesini bildi. O da kadındı, Öyle yaşadı, sessizce öldü..." diye bitiyor öykü çoğumuzun koynunda yatmak ve öykülerini dinlemek için can attığımız anneannelerimizin  ve babaannelerimizin öyküsünün bittiği gibi.

İstanbul'da, Ankara'da, Bodrum'da, Bartın'da geçen öykülerinden çok beğendim son bir iki cümleyi de paylaşmak istiyorum.

'Arkadaşlar, ne olur bana biraz İstanbul verin. Biraz Galata Kulesi verin. Etrafı, çocukluğumu seyredeyim.'

Bu da benim gibi kışı, karı sevenler için;

'Kar sarhoşu olmuşumdur. Ne güzel şeydir bu kar sarhoşluğu. Dolaşırım yalpalayarak yalnızca benim olan sokaklarda. Bitmeyen sevgilerimin içinde, yitirmediğim çocukluğumda...' 

İçinizdeki çocuğu hiç yitirmemeniz ve yüreğinizdeki sevgilerinizin hiç tükenmemesi dileği ile...


KALBİNDE KADIN TAŞIYAN ERKEKLER BİRAHANESİ   NAZLI ERAY      POSTİGA

Öykü ve büyülü gerçekçiliği sevenlere tavsiye edilir:)                 

 

İşte Evliya Çelebi'nin Nil Haritası

İşte Evliya Çelebi'nin Nil Haritası

VATİKAN Kütüphanesi arşivinde muhafaza edilen, Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan ve yine onun gözetiminde yapıldığı tarihi belgelerle kesinlik kazanan Nil Haritası, ilk kez Türk gazetecilerin görüntü alması için açıldı.

Yaklaşık 10 yıldan bu yana Vatikan arşivlerinde araştırmalar yapan Türkiye Piskoposlar Konferansı Sözcüsü, Araştırmacı-Yazar Rinaldo Marmara’nın organizasyonuyla, 3 Türk gazeteci Vatikan Kütüphanesi (Biblioteca Apostolica) arşivine girdi. Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy ve Tevere Enstitüsü Başkanı Mustafa Cenap Aydın’ın da katıldığı gezide, DHA muhabiri de vardı. Ancak özel izinlerle girilebilen kütüphanenin Doğu Eserleri Uzmanı Delio Proverbio’nun eşliğinde gerçekleşen gezide, Büyükelçi Gürsoy, 1586 yılında yapılan ve şu an restorasyon gören Yeni Kütüphane’yi (Nuova Biblioteca) gezerken, İznik ve İstanbul Konsilleri’nin de anlatıldığı freskleri inceledi. Haberin devamı için linki tıklayın...

http://bit.ly/rCu0BA

MAVİ KELEBEKLERİN DRAMI





Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında Müslümanlar topluca katledilip gizli mezarlara gömüldü.
Ama toplu mezarların yerinin bulunması kolay olmadı. Zira Sırplar tüm imkanlarını bu mezarları gizlemek için kullanmışlardı. Uydu fotoğraf analizleri bile bunların yerinin belirlenmesini sağlamadı.

Ama bir gün bölgedeki mavi kelebeklerin bazı yerlerde kümelendiği fark edildi. Buralar kazıldığında cesetlere ulaşıldı.

Peki, bu nasıl oldu?

Toplu mezarlara gömülen cesetler toprağa karıştıkça, toprağın mineral ve vitamin yönünden besleyiciliğini artırmışlar ve bu da bölgede bulunan misk otunun coşup fışkırmasına, yalnızca bu bitki ile beslenen mavi kelebek nüfusunun artmasına sebep olmuş. Olay basına yansıyınca yerel halk da araştırmaya katılmış ve öncelikli bölgeler belirlenip bu yolla pek çok toplu mezara ulaşılmış.

-Alıntı-

KUŞUN GÖZLERİ





Babası İspanya’nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkûmdu küçük kızın.

Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkûmlara verilmesi yasaktı.

Bu sebeple kâğıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı. ..

Çok üzülmüştü küçük kız... Babasına söyledi bunu, o da "üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?"dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.

Babası keyifle resme baktı ve sordu:
"Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?

Küçük kız babasına eğilerek, sessizce:

"Hişşt! Baba ; O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri...!
-Alıntı-

METEOR YAĞMURU II



14 Ağustos tarihli yazımda 17 Kasım'da Lenoid Akanyıldız yağmuru olacağını yazmıştım.

Zaman ne kadar çabuk aktı geçti ve geldik 17 Kasım'a. Hava kapalı, bulutlar karanlık gökyüzünü kaplamış, ay ve yıldızlar ortalıkta gözükmüyor, şehrin ışıkları tüm gücüyle gökyüzüne yayılıp, o kendine özgü koyu karanlığın büyüsünü bozuyor. Bütün bunlar bu gece Lenoid'lerin muhteşem dansını izleyemeyeceğiz manasına gelsede ben yinede  başımı pencereden uzatıp gökyüzünü seyretmekten alamıyorum kendimi.

Ne kadar uğraşsamda ulaşamıyorum yıldızlara ve aya. Ay tülün arkasından bakıyor bu gece yeryüzüne tüm gizemiyle. Yıldızlardan ise hiç umut yok. Arasıra geçen uçakların çakan ışıkları ve gökyüzü manasızca tarayan lazer ışığı huzmesi haricinde bir şey göremiyorum ama yine de ayrılamıyorum camın önünden. Kimbilir belki  bir yıldız, yazın kumsalda olduğu gibi, onları bu sonbahar gecesinde beklediğimi farkeder de göz kırpar diye.

Tüm yıldız yağmuru sevenlere, fazla ümitlenmeyin ama bu gece Lenoid Akanyıldız yağmuru var. Belki bir sürpriz yapıp biz dünyalılarıda danslarına ortak ederler, belkide bu gece kendi aralarında eğlenirler.

Ufak bir hatırlatma eğer bulutların arasından kayan bir yıldız görürseniz dilek dilemeyi unutmayın:)

Tüm dileklerinizin gerçekleşmesi ümidiyle, mutlu rüyalar...


BAYKUŞ, BEN VE ARTEMİS



Baykuşları sever misiniz?

Ben çok severim. Her yaz yine pisletmişsin etrafı diye söylenirim evin balkonunu mesken tutmuş gri baykuşuma. Söylenmeme rağmen geceleri onun kanat çırpışını ve sesini duymadan uyuyamam. Bizi, kah tünediği pancurun üzerinden gözetler, kah elektrik direğinin. Her yaz aynı cümleyi duyarım komşulardan 'sen bunu evlat edin en iyisi'. Kimi de uğursuz der onun için. 'Uzaklaştır evin çevresinden, iyi değildir bu kuş.'
Ters ters bakması haricinde bir uğursuzluğunu görmedim bu güne kadar.

Halk arasındaki söylentiye göre baykuşun bulunduğu evden ölü çıkarmış. Bilimadamları ise bunun doğru olmadığını söylüyorlar. Baykuşlar gece avlanan hayvanlardır. Eskiden köylerde hasta olan evlerde geceleri ışık yandığı için baykuşlarda bu evlerin çevrelerinde dolaşırlarmış. Evdeki hasta öldüğü zamanda bunu baykuşun uğursuzluğuna bağlarlarmış. Baykuşun uğursuzluğu ve bulunduğu yere ölüm getirmesi batıl inancı buradan çıkmış.

Bilimadamları ise keskin görüşleri sayesinde ev çevresinde yılan, fare ve akrep gibi zararlıları avladıkları için aslında baykuşların ev sahiplerinin koruyucu olduklarını söylüyorlar.  

Bizdeki uğursuzluk düşüncenin aksine Fransızlar onu iyi şans getiren bir hayvan olarak, İngilizler ise dostluğun arkadaşlığın simgesi olarak görmektedir.

Mitolojide ise bilgelik tanrıçası Pronoia (temkinli, ihtiyatlı) sıfatına sahip Athena'nın simgesidir baykuş.

Atina tetradrahmilerinin üzerinde de baykuş resmi işlenmiştir.



Baykuşlar ve ben tamam da Artemis nerden çıktı?

Ahşap baykuş biblosu aldığım yer. Bugün yine yağmurun altında Kadıköy'ün arnavut kaldırımlı sokaklarını arşınlarken tesadüfen karşıma çıktı Artemis. Vitrinini görünce dayanamadım girdim içeri. Aman tanrım tam benlik bir yer.

'Sizler için teker teker topladığımız tamamı el yapımı ürünlerle, kendinizi Artemis'te uzaktaki kültürlere daha yakın hissedeceksiniz' yazıyor web sitelerinde. Neler yok ki:) Mısır camları, Tibet yünleri, Kenya abanozu, Fildişi Sahillerinin maskeleri...Dünya halklarının el sanatları. Hepsi birbirinden orjinal. Her bütçeye uygun tam bir cangıl:)

Raflardaki ürünleri incelerken birden göz göze geldik onunla. Gözlerini koskocaman açmış tüm şirinliği ile bana bakıyordu. Yine karşına çıktım dercesine. Elimi uzattım atlayıverdi elime. Eh dedim hadi gidiyoruz eve.
Bindik arabaya geldik. Kütüphanenin bir köşesine kuruldu, sessiz sedasız oradan seyrediyor etrafı:)



Şaka bir yana sizde benim gibi ahşap heykellere, biblolara, değişik camlara, takılara, taşlara meraklı iseniz, kendinizin veya sevdiklerinizin hayatına güzel bir hediye ile renk katmak isterseniz http://www.artemishomeart.com/ ziyaret edin.

Artemis benim gibi kova ve orjinalliği seven tüm burçlar için:)




Sevgiyle mutlulukla kalın
Baykuş

Şamanizm ve Türk Adetleri


 
 
 
 
 
 
Su dökerek uğurlama:
Gidenin arkasından su dökmek eski Türkler'deki su kültürünün doğurduğu bir adettir.
 
Mum:
Câmi avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir.
 
3 Kez Tahtaya Vurmak:
Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır.
 
Kurşun Dökme:
Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi.
 
Kırmızı kurdele:
Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdela Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir. Bu kurdelanın anneyi ve yeni doğan çocuğu, albız denen şeytana karşı koruduğuna, özelikle Alevilik'de gözlemlenen mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelanın da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır

Ay:
Anadolu'da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türkler'in eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır.

40 Sayısı:
Eski Türk inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsânesinde de, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tâne kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür.40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Semâvî dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir. İslâmiyet'te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur'an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa'nın Tanrı'nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanlar'ın paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir.

Mezartaşı:
Şaman âyin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, âilenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanlar'ın ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman'a yardım ettiği kabûl edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman'a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman'a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabûl edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın san'at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir

Dilek tutma:
Göktanrı inancında kanlı kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır.
Ölüm ve köpek uluması:
Şamanizm'de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bâzı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.

İçki:
Şamanlar (kamlar), Tanrı ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Oysa İslâm’da içki içilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içilmesi geleneği vardır.

Kubbe:
Ayrıca, cami mimarisine kattığımız "kubbe" gök tanrı dini'nden taşıdığımız bir durumdur.

Nazar:
Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bâzı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır.
 
Halı Kilim Desenleri:
Şaman'ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz gibi yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler Şaman giysilerinin izleri taşımaktadır.
 
Müzik:
Şamanlar âyinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir âyin düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur'an dışındaki dinî eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed'in, Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlâhiler sâdece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.
 
-Alıntı-

MELEĞİN İZİ



"Bir yahudi söylencesine göre, bir bebek doğmadan hemen önce bir melek gelir, parmağını bebeğin dudaklarına bastırırmış; doğmadan önce gördüğü herşeyi unutsun, masum doğsun diye. Burunla üst dudak arasındaki o küçük çukur meleğin parmağının iziymiş." diye yazıyor Nancy Huston'un Meleğin İzi adlı romanında.

Öykü, yaşamı sırlarla dolu Saffie'nin, 1957 Mayıs ayında flüt sanatçısı Raphael'in gazeteye verdiği hizmetçi aranıyor ilanına başvurmasıyla başlıyor. Tanışmalarından kısa bir süre sonra Raphael hakkında hiçbir şey bilmediği, donuk, sessiz sedasız Saffie'ye aşık olur ve onunla evlenir. Evliliği ve daha sonra hayatlarına katılan bebekleri Emil bile annesinin bu dünyadan kopmuş yaşantısına renk katmaya yetmez taa ki bir gün Raphael'in bozulan bas flütünü tamir etmesi için götürdüğü flüt tamircisi Macar Yahudisi Andras'la tanışana kadar. Andras, Saffie'nin hayatında yeni bir sayfa açmasına neden olur ve geri dönüşü olmayan ikili bir oyun, yaşam başlar. Saffie-Andras-Emil ve çok mutlu bir evliliği olduğunu düşünen Raphael ile yolun sonuna doğru yavaş yavaş ilerlerken Saffie'nin hayatındaki sırlarda ortaya çıkar.

Yasak aşkın yanı sıra kitabın satırları arasında Alman'ların Yahudi soykırımı ve Fransız'ların Cezayir olayları anlatılıyor. Yahudi soykırımından aşağı kalmayan, Fransızların Cezayir'lilere yaptıkları işkenceler ise tüm şiddeti ile ortaya seriliyor.

Baştan sona insanın içini acıtan olaylarla örülmüş kitabın son cümlesi ise dikkat çekici;

"Gözlerinizi açın, yeter: Her yerde aynı öykü sürüp gidiyor."

Yahudi soykırımın yerini başkaları almış, sonu kötü biten yasak aşklar hala var, kendini mutlu sanan, etrafında olanları görmeyenler ise hala kör ve öykü kahramanları değişerek devam ediyor...

"Müziğin dediği gibi, hadi ama, ağlama"
Bachmann.




MELEĞİN İZİ                Can Yayınları          Nancy Huston        Aylin Yengin çevirisi

SAYGIYLA ANIYORUZ

SAYGIYLA ANIYORUZ


Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk milletine nasip oldu.

D.Lloyd George (İngiltere Başbakanı)

Tarih çok büyükler gördü. İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı.

L'Illustration-Fransa

O, büyük bir devlet adamıydı. Büyüktü, çünkü, ölçüyü korumasını her zaman bildi ve eserini tehlikeye sokacak sınırları aşmadı. Yürekliliğin ve kendi yürekliliğinin sınırlarını da çizebilecek kadar anlayışlıydı.

Kurt G. Kiesinger
(Federal Almanya Başbakanı)

O, doğuda modern çağın yapıcılarından biridir.

Cavaharlal Nehru
(Hindistan Başbakanı)

Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir.

Muhammed Ali Cinnah
(Pakistan'ın kurucusu)

Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük liderlerinden biri değildir. Biz O'nu, gelmiş geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz.

Eyüp Han
(Pakistan Devlet Başbakanı)

BÜTÜN DÜNYANIN ÖNÜNDE EĞİLDİĞİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN KURUCUSU BÜYÜK ÖNDER  MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü SAYGI VE SEVGİ İLE ANIYORUZ.

                                          RAHAT UYU ATAM....İZİNDEYİZ.....


ÇAKRAZ'IN KERTENKELESİ




Çakraz'da dinozorlardan eski bir kertenkelenin izi bulundu.
Fransız paleontologlar, Türkiye'de ilk kez dinozorların ortaya çıkmasından önce yaşamış 280 milyon yaşında bir kertenkelenin izlerini keşfetti.

Fransız bilimadamı Jean-Sebastien Steyer ve Türk kökenli Fransız paleontolog Şevket Şen, yaptıkları açıklamada, Karadeniz kıyısındaki Çakraz'da dinozorlarla ilgili gerçekleştirdikleri bilimsel araştırmalar sırasında tesadüfi şekilde, bir falezde bu kertenkelenin izlerine rastladıklarını belirtti.

Dünyanın bu köşesinde ilk kez söz konusu kertenkelenin izine rastlandığını ifade eden bilimadamları, küçük bir varan ya da büyük bir kertenkele boyutlarındaki bu sürüngenin ilk dinozorların ortaya çıkışından yaklaşık 60 milyon yıl önce yaşadığının altını çizdi.

Araştırmayı finanse eden Fransız Ulusal Doğal Tarih Müzesi (Mnhn) ve Bilimsel Araştırmalar Merkezi (Cnrs) adına yapılan ortak açıklamada ise bu sürüngenin Anadolu'da da yaşadığının tespitinin, bu türün Triassik dönem öncesi tüm yeryüzü kara kütlesini kapsadığı varsayılan kıtanın bulunduğu Pangea döneminde, (-359 yıl ve -200 milyon arasındaki dönem) tüm karalarda yaygın olduğunu gösterdiği kaydedildi.

İSTANBUL

İstanbul dünyanın gözünün üstünde olduğu şehir. Her semtinin, her sokağının yaşayanlarına ayrı öyküler sunduğu, her geçen gün ayrı bir yönünü farkettiğimiz mitologyası, kehanetleri ile antik çağlardan günümüze kadar uzanan 7 tepeli gizemli şehir.

İstanbul'a Doğu Roma'nın başkenti Costantinopolis iken kehanetler şehri denilirmiş.

"Şehrin bir başka yerinde pek şaşılacak bir şey daha vardır" diye anlatmaya başlıyor haçlı Romert de Clery Giovanni Scognamillo'nun İstanbul Gizemleri adlı kitabında veee devam ediyor;

"Her biri en azından kulacın üç katı yüksekliğinde iki sütundu bunlar. Münzevi kişiler bu sütunların tepesindeki küçük barınaklarda yaşarlardı ve sütunlarda insanın yukarı çıkabileceği kapılar vardı. Bu sütunların dışına, Costantinopolis'te olmuş ya da olacak bütün olaylar ve bütün fetihlere ilişkin kehanetlerin resimleri yapılmış, yazılmıştı. Ama olay meydana gelene kadar kimse bunun ne olduğunu anlamıyordu ama olay meydana gelince insanlar oraya giderek durum üzerinde düşünüp taşınıp anlarlardı. Hatta şehrin alınmasıyla sonuçlanan saldırıyı yaptıkları gemiler bile buraya yazılmış ve resmedilmişti. Kısa saçlı ve demir kılıçlı bir ırkın batıdan şehri fethe geleceğini söylendiğini gördüler.

Bu sütunlar Apollonius'un yazdırttığı bronzdan yapılmış ve artık olmayan dikili taşlar idi.

Istanbul'un bir başka sütunlarından biride Fatih'te bulunan Kız Taşı veya Marcianus sütunu idi.

Bunun tepesinde ise Bizans dönemine ait İmparator Marcianus'un oturmuş halde bir heykeli duruyordu. Efsaneye göre bu sütunun özelliği ise yakınından geçen günahkar genç kızları hafifçe eğilerek işaret edermiş.

İstanbul'un bir başka semti Galata ise mitoslarda yeri olan bir bölgeydi. Starbon'a göre bölge Eros, Venüs ve Diana  tapınakları ile ilişkili cinselliğe dayalı gizemli ayinlerin, kutlamaların yapıldığı bir bölge idi.
Galata'nın yüzyıllar sonrasında da meyhanelerin, eğlence yerlerinin olduğu zevk ve sefahat bölgesi olması belki bu antik inanışların halen oralarda esen havasından kaynaklanıyor olabilir.

Bizans'ın merkezi olan Hippodrom, Sultanahmet ve civarının yeraltı galeriyle döşendiği gerçektir. Köpek öldüren kanalı denilen bu dehliz Yerebatan Sarayı'nın bir girişinden başlayarak boğazın Marmara'ya açıldığı yerde denizaltından Kınalıada'ya ulaştığı ve buradaki bir manastırda son bulunduğu söylenmektedir.

İşte böyle ilginç taraflarını anlatıyor Scognamillo kitabında. İstanbul'un yüzyıllar boyunca içinde sakladığı sırlarını, ziyaretçilerini, inanışlarını, doğaüstü olaylarını paylaşıyor okuyucuları ile.

İçinde yaşadığınız şehre farklı bir gözle bakmak isterseniz İstanbul Gizemler'ini okumanızı tavsiye ederim. Kimbilir belki hergün önünden geçip gittiğiniz tarihi bir sütunun ya da arnavut kaldırımlı sokağın size fısıldayacağı bir sırrı vardır.


PUCCA II:)

Pucca Günlük ikilemiş. İkinci kitabını çıkartmış. Pucca Günlük ve Geri Kalan Herşey...

Tanıtım yazısına göre ikinci kitapta battaniyenin altından çıkıyor ve farklı yepyeni bir dünyada yerini alıyor. Kimse neyi, kimi anlattığını bilmiyor. Sürprizlerle dolu geri kalanlarda Pucca'nın eğlenceli, komik, bazen de hüzünlü anlatımıyla günlüğünün  devamı geliyor...

"Hepsini affettim, zaten hiçbirinin soyadı bana yakışmıyordu." Pucca:)

  

İYİ BAYRAMLAR:)





TÜM SEVDİKLERİNİZLE BİRLİKTE SAĞLIKLI VE MUTLU BİR BAYRAM GEÇİRMENİZ DİLEĞİ İLE...


RAMONA




Hamburg rıhtımlarında seni bekledim Ramona
Akşamları rüzgar rüzgardı
Rüzgarlarda saçlarının kokusu,
Liman meyhanelerinde oturdum
Gözlerini düşündüm yeşil yeşil
İçimde, ya gelmezsen korkusu.

Bütün sokaklarında dolaştım Hamburg'un
Bütün otellerini, bütün sinemalarını
Sen hiç birinde yoktun Ramona
Veya hiçbirinden çıkmadın
Belki bir masala girmiştin
Belki yine başka bir yerdeydin,
Dudaklarım kanadığı zaman
Anladım, içimdeydin.

İçimdeydin Ramona
Kılcal damarlarımdaydın, alyuvarlarımda
Liman meyhanelerinde oturdum
Ellerini düşündüm uzun uzun
Daha akşamdı, daha şarkılar başlamamıştı
Yeşil yanmamıştı daha Ramona, yıldızlar çıkmamıştı




Durup durup saatlere bakıyordum
Durup durup karanlıkları dinliyordum.
Çaresizliğin bıçağı sipsivriydi
Sabah nasıl olacaktı bilmiyordum.

Benim bütün zorum
O elektrikli gitardan çıkmaktı Ramona
Çıktım en sonunda sana koştum
Yeminlerini aradım ağaç kabuklarında
Kıvançlarını aradım, ellerini aradım
Geldi kör bir kedi gibi
Ayaklarımın altına indi anılar
Gittim
Cam para topladım arsalardan tekrar
Kiremit döğdüm kırmızı biber yaptım,
Gökten üç elma düştü Bodensee'de
Üçünü de ben kaptım.

Hamburg rıhtımlarında beni dövdüler Ramona
Sen yoktun, görmedin fena dövdüler beni
Halı döver gibi dövdüler hem
Harman döver gibi dövdüler
Başımda ekmek kırdılar
Bir daha adını ağzıma almamam için
Gözlerime siyah bir bez bağladılar
Bilmediğim bir yere götürüp bıraktılar beni
Tüm vapurlar kalkmıştı, tüm pusulalar bozulmuştu

Üç gün kuşlara yalvardım, üç gün balıklara
Kaçma sam yellerinden sakın
Onlarla haber saldım sana.

Ööö, dediysem yalnızlıklara dedim Ramona
Karanlıklara dedim, gökgürültülerine dedim
Liman meyhanelerine oturdum
Bir şarkı tutturdum gözlerin için
Yeniden terledim ikliminde
Yeniden anılarına aktım,
 Mutluluğun kapıları açılmamıştı daha
Kendimi en derin sulara bıraktım

İlham Behlül Pektaş