MUTLU YILLAR....








               İSTEDİĞİMİZ HER ŞEYİ GÖNLÜMÜZCE YAŞAYACAĞIMIZ KOSKOCA BİR YIL         

                                                                    DİLİYORUM...

SAĞLIK, MUTLULUK, HUZUR, BAŞARI...HEPSİ BİZLERLE OLSUN...

2016 BARIŞ DOLU BİR YIL OLSUN...

YÜZÜMÜZDEKİ GÜLÜMSEME HİÇ EKSİLMESİN...

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !!!

ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN





Hayatıma dokunan tüm öğretmenlerime...

Bir çocuk için en  büyük mucize küçükken iyi bir öğretmene denk gelmekmiş.

Öğrenim hayatım boyunca hep mucizelerle karşılaştım ben.

Sizlerin ışığı doğrultusunda ilerledim...Hayatıma yön verdim...

Sayenizde hayallerimin peşinden koştum...Hiç bir şeyin tesadüf olmadığına inandım...

Tarih öğretmenim sayesinde geçmişin koridorlarında dolaştım, edebiyat öğretmenim sayesinde yazmanın büyülü dünyasını keşfettim...

İlkokuldan üniversiteye...

Hepiniz ayrı bir değer kattınız bana...

İyi ki varsınız...

Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun...









BASİT BİR ES





Yine bir tren yolculuğu hikayesi anlatacağım size. Aslında anlatan ben değilim Enis Batur anlatıyor bu hikayeyi ama ben de okurken kendi hayallerimi kattım içine...Yaşadıklarımı desem belki daha doğru olur. Hayallerim, anılarımdan ufak kesitler ve kendimden çok şey bulduğum Basit Bir Es...

Böyle olunca da ufacık tefecik kitap devasa bir kitaba dönüştü. Zaten yazarın yapmak istediği de buydu sanırım...

Kitabın ilk sayfasında, Italo Calvino'nun bir cümlesini okuyoruz. Enis Batur, Basit Bir Es'te Calvino'nun çok sevdiğim kitaplarından biri olan Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu kitabından esinlendiğini inkar etmiyor.

Bir kış sabahı taşra istasyonundan binen yolcu yazarın karşısındaki tek koltuğa oturuyor ve çantasından yazarın yıllar önce yazdığı kitabı çıkarıp okumaya başlıyor.

Ufak bir kasabanın kırmızı taş tuğladan örülmüş istasyonunda duran trene sadece bir kaç yolcu biniyor. Açılan kapılardan içeri  buz gibi dondurucu hava giriyor. Her yer bembeyaz kar. İnen yolcular ağızlarından duman çıkararak hızlı adımlarla gözden yok oluyorlar. Hareket memuru upuzun kalın paltosunun cebinden çıkarttığı düdüğü çalarak treni bir sonraki istasyona uğurluyor. Trenin içi sıcacık, börek çörek kokusu yayılmış etrafa. Yolculuk uzun sürecek. Kitabınızı çıkartıyorsunuz ve başlıyorsunuz kaldığınız yerden okumaya. Kah okuyorsunuz kah geçtiğiniz uçsuz bucaksız yerleri seyrediyorsunuz. Sonsuz bir beyazlığın içinde tıkır tıkır sallanarak ilerliyor tren. Karşınızdaki adamı bir yerlerden gözünüz ısırıyor ama çıkaramıyorsunuz. Tekrar kitaba dönüyorsunuz...

İşte ben böyle hayal ettim okurken...

Bu arada çeşitli yolcu profilleri görüyorsunuz...Tipik yolcu demek daha doğru olur :). Bunları şöyle   anlatıyor yazar;

"Yaşlı kadın, genç delikanlı farketmez, yolboyu susmayı beceremeyen insanlarla dolu bir dünyada yaşıyorduk. Bıraksanız herşeyini anlatmaya hazır, bıraksanız herşeyi sormaya yatkın, safkan başbelası yolcular serseri mayın, çarpacak birilerini ararlardı."

Bu kez daha fazla tadımlık yazmayacağım kitaptan. Zaten 76 sayfa yazmaya kalksam romanın yarısını burada okumuş olursunuz. Altlarını çizdiğim bir sürü cümle,işaretlediğim bir dolu paragraf var. Bu kez bana kalsın ama size tavsiyem mutlaka okuyun Basit Bir Es'i...

Bol kitaplı, sağlıklı günler diliyorum...

Sevgiyle kalın...




GÜNLÜK RİTÜELLER







Sonbahar geldi çattı...En sevdiğim mevsimlerden biridir...Kitap, kahve, battaniye durumuna geçiştir benim için.

Kitap ve kahve günlük ritüellerimin olmazsa olmazı. Bir de şu bloguma üvey evlat muamelesi yapmaktan vazgeçsem, onu da ötelemesem iyi olacak ama bugün yarın diyerek bakıyorum bazen bir ay el sürmemişim.

Yazmak ise vakit buldukça yaptığım bir şey. Ne kadar kötü değil mi ? Oysa ne çok severim yazmayı. İçimdekileri dökmeyi ya da gördüğüm, korktuğum, sevdiğim, nefret ettiğim, beğendiğim, beğenmediğim şeyleri öykülemeyi. Düzenli yazmayınca da olmuyor işte. Bir çok şey eksik kalıyor. Kelimeler havaya karışıveriyor, cümleler işlevini kaybediyor, pratiklik yok oluyor. Oysa yaşadığımız toprak üzerinde yazacak binlerce konu varken hepsi bir yerlere saklanıveriyor sanki.

Düzenli yazınca insan istediği yerlere ulaşabiliyor. Her gün  piyanonun başına oturup siyah beyaz tuşların üzerinde gezinen parmaklar kitlelerin hayran olduğu konçertoları çıkarıyor ortaya, ya da belli bir disiplinle tuvallerin üzerine saçılıveren rengarenk boyalar sayesinde ortaya çıkan görsel bir şölenle ruhumuzu dinlendire biliyoruz. .

İşte tüm bunları anlatan bir kitap Günlük Ritüller...

Büyük yazarların, bestecilerin ve ressamların hayatlarından bir kesim sunuyor okuyucuya. Nasıl çalıştıklarını, eserlerini ortaya nasıl koyduklarını anlatıyor. Yaklaşık 230 ünlü ismin günlük çalışmaları var sayfaları arasında. Simone de Beauvoir'dan tutun Patricia Highsmith'e, Thomas Mann'dan Umberto Eco'ya, Kafka'dan Alice Munro'ya, Çaykovski'den Liszt'e, Matisse'den Miro'ya...

Hepsinin çalışmalarından kısa kısa örnekler verilmiş. Yazarların çoğu ya sabah çok erken saatlerde kalkıp çalışıyorlar ya da gecenin sessizliğinde el ayak çekilince. Kaostan hoşlanmayanlarda yok değil içlerinde. Kimi mutfağındaki tencere tavasına günaydın diyerek başlıyor güne kimi bahçedeki çiçeklerine.

"Yazmak zor iş değil, kabustur." demiş Philip Roth.

"Yazarken, bir karakter yaratırken, o sürekli sizinle birliktedir, onunla dopdolusunuzdur, ete kemiğe bürünür, onu hayatınızdan çıkardığınızda, hayatınız oldukça yalnızlaşır." demiş Somerset Maugham.

Thomas Mann ise "Her paragraf bir yolculuğa dönüşür, her sıfat da bir karara." demiş yazarken.

Para idare etmeyi hiçbir zaman beceremeyen Karl Max ise "Hiç kimse bu kadar parasız olup da para hakkında yazmamıştır." demiş ünlü eseri Kapital'i yazarken.

Carl Jung ise  Bollingen Kulesi diye bilinen ilkel taş bir evde yaşamış. Öyle ki kendi deyimiyle "On-altıncı yy'dan bir insan bu eve taşınacak olsa, ancak gaz lambalarıyla kibritler yeni gelebilir ona." diyebilecek kadar ilkel. "Elektriksiz yaşıyorum, şömineyi ve gaz ocağını kendim yakıyorum. Akşamları eski lambaları yakıyorum. Su tesisatı yok, suyu kuyudan çekiyorum. Odun kesip yemek pişiyorum. Bu basit işler insanı basitleştiriyor. Basit olmak da öyle zor ki." Böyle bir yaşam tercihi varmış Jung'ın.

Hepsi de eserlerini yaratırken masalarından kahveyi, içkiyi ve sigarayı eksik etmemişler. Uyanık kalmak, rahatlamak, belki de kelimeleri, notaları ve boyaları daha iyi kullanabilmek için.

Ben çok ama çok zevk alarak okudum Günlük Ritüeller'i.

Geçmişten günümüze büyük eserlerin yaratıcılarının nasıl çalıştığını merak edenlere tavsiye ederim.

Şimdilik basit bir es...Sırada başka güzel bir kitap var :)

Kalın sağlıcakla...






HİKAYE DEDİM DE...





Bazen sayfalarca olur, bazen bir kaç kelime yeter istediğini anlatmaya...

İşte Hewingway'ın altı kelime ile anlattığı hikaye;

"For sale: baby shoes, never worn."

"Hiç giyilmemiş satılık bebek ayakkabısı."

Nerelere götürdü sizi ?

Neler canlandırdı içinizde ?

Yoksa çok mu tanıdık geldi bu kelimeler.?

İlk aklıma gelen çok iç açıcı bir hikaye olmadığı...

Ama belki de öyle değildir...

Altı kelime...Bir hikaye...


TRENLER ANILARDAN GEÇER...



Trenler anılardan geçer...Trenler ve anılar...Benim için birbiriyle çok bağdaşan iki kelime olmuştur her zaman. Çok ama çok severim tren yolculuklarını ve garları. Hele ki eski olanlarını. Yurt içi, yurt dışı bir çok yerde nereye gittiğinin hiç önemi olmadan sadece trene binmek için uğradığım ve birkaç istasyon sonra inip tekrar geri döndüğüm yerler bile olmuştur hayatımda. Hatta yazın okuduğum Paula Hawkins'in Trendeki Kız romanında kendimden çok şey bulmuştum. Okuyanlar bilir; hani şu trende giderken evlerin içine bakıp orada yaşayanlar için kafasında kendi hikayeleri yaratan kız gibi. Ben de geçip giderken çok hikayeler uydurmuşumdur kafamdan. Belki bir çoğunuzda aynı duyguları yaşamışsınızdır.

Aslında bugün burada İstanbul 9.Sahaf Festivali ile ilgili yazacaktım ama..Olmadı..Olamadı..Kaç gündür elim gitmedi bir şeyler yazmak için...


Her sene önümüzdeki yıl artık gitmem dediğim fuara bu yıl da gittim. Giderken bu kez aklımda bir kitap yoktu. Biraz geçiyordum uğradım gibi oldu. Stantlar arasında gezerken gözüm bir kitaba takıldı. Trenler Anılardan Geçer...Hani şu çok güzel ama çok güzel kitaplar yayınlayan ama sadece ve sadece doktorlara ve okul kütüphanelerine verip yalvarsanız yakarsanız da, ücreti neyse veririm deseniz de vermeyen, göndermeyen  Novartis  Kültür Yayınlarının kitabı. Bildiğiniz Novartis İlaç. ( Bu arada böyle yaptıklarını Yalnızın Işıkları Deniz Fenerleri kitaplarını almak için defalarca kendilerini aramam sonucu nuh deyip peygamber dememeleri ama azmin elinden hiç bir şey kurtulmaz kuralının arkasından giderek kitabı bir şekilde elde etmemden biliyorum. Bahsettiğim kitap Türkiye'deki deniz fenerlerini birbirinden güzel görselleriyle anlatan en güzel kitap. Bu güne kadar farklı kitaplar da yayınlandı ama bana göre en başarılısı diyebilirim. Benzer örneğini görmedim. Benim gibi deniz feneri tutkunlarına duyurulur.)

Neyse gelelim kitabımıza. Oturdum incelemeye başladım. Nereler yok ki...Hepsi birbirinden güzel garlar, trenler...Anı dolu, hüzün dolu, mutluluk dolu, kavuşma dolu, ayrılma dolu...Günün birinde bunlar yalnızca fotoğraflarda kalacak diyerek aldım.


Dört gündür kitabın 128. sayfasına takıldım kaldım. Ne zaman açsam gözlerim yaşarıyor. Boğazıma bir şeyle düğümleniyor. Oysa o gün eve geldiğimde kendime bir yorgunluk kahvesi yapıp ne kadar keyifle bakmıştım sayfalarına...Nereden bilebilirdim o sayfalara bir kaç gün sonra hüzünle bakacağım ve 128. sayfanın kararacağını.

O günde trenler geçti bu ülkede...Geride acı anılar bırakarak süzülüp gittiler rayların üstünden...Bu kez hüzünlü tren düdüklerinin yerini çığlıklar aldı. Bir çok anne, baba, genç için son istasyon oldu Ankara Garı...

Trenler anılardan geçer...Kapkara...




Ne güzel insanlar, ne değerler kaybettik o korkunç patlamada...Hiçbiri sıradan bir rakam değil...Hepsi ayrı bir yaşam hikayesi...Ne umutlar söndü, ne hayaller yok oldu...İnsanlık yok oldu...

Mekanları cennet olsun...

YA DA AKLINA KİTAPLAR GELEN...



Kış kadınlarının zamanı geliyor..
Yaz mevsiminin şımarıklığına ne yapsa ayak uyduramayan kadınların..
Yağmur başladığında niyeyse, aklına şarkılar gelen kadınların...

Ece Temelkuran

5 KİŞİ BİR İNSANA GİRMEYE VAR MISINIZ?



Malum kurban bayramı yaklaşıyor. Şehirde kurban satışlarının yapıldığı yerlere hayvanlar getirildi. Bayramı beklemeye başladılar.Hiç sevmediğim bir bayramdır kurban bayramı. Benim üzerimde o kadar büyük travmalar yaratan bir bayramdır ki o dönem et yemem, yiyemem. Zaten başımın da hoş olduğu söylenemez etle. 

Uzun süredir sosyal medya da paylaşılan ve çok beğenerek okuduğum bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Biliyorum pek çocuğunuz okumuşsunuzdur ama bir kez de benden olsun. 

Otuz senelik bir arkadaşımla telefonda bayramlaşıyoruz. Hayvan kesmiş yorgunluğunu anlatıyordu,
-Yedi kişi bir danaya girdik, sen ne yaptın?
-Biz 5 kişi bir İnsana girdik..
- Nası ya anlamadım ?
- 5 kişi diyorum, bir araya geldik, iki aydır çalışmayan birinin evine gittik.
2 aylık ev kirasını, birikmiş faturalarını ödedik, mutfağına ne lazımsa kolilerle indirdik.
Son olarak da esas müjdeyi verdik, bayramdan sonra yeni açılan Zorlu Center'de 2000 tl maaş+sgk+yemek ücreti işe başlıyorsun.
- Hadi hayırlı olsun.
- Çok güzel yapmışsınız da Kurban yerine geçer mi ?
- Senin et dağıttığın insanlar bu adam kadar sevindi mi ?
- Hayır, zannetmiyorum.!
- Öyleyse geçti..! Amaç kurban ( Allah'a yakınlaşmak, paylaşmak ) ise biz yakınlaşmak adına paylaştık, bu huzur ve vicdan rahatlığı bizim için bayram oldu
- Doğrusunu söylemek gerekirse kesim esnasında isyan edesim geldi, babama bir daha gelmeyeceğimi söyledim. Gelecek sene beni de aranıza alsanıza...
- Seve seve dostum..! Aslında herkes bu bilinçle guruplar kurup, 7 kişi bir dana yerine bir insana girse ortalık cennet çığlıklarıyla dolar. Bizler de iyi birşeyler yapmış olmanın mutluluğunu yaşarız..

Alıntı..


Ve diyorum ki...Ya böyle yapın...Yazıdaki gibi....Bir insanı sevindirin...Ya da böyle...Can alacağınıza yapacağınız ufak bir bağışla bir çocuğun hayatının kurtulmasına yardımcı olun...İnanın daha çok sevaba girersiniz...Seçim sizin. 



Şimdiden tüm sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz huzurlu ve mutlu bir bayram diliyorum.