NE Mİ YAPIYORUM?



Ne yapmıyorum ki? Yaz gelince şehirden kaçabilen şanslılar arasında olduğum için öncelikle şehirden uzak yaşamanın özgürlüğünü çıkarıyorum. Bomboş köy yollarında araba kullanmanın zevkini çıkarıyorum. Bazen tepemde  bir leylek süzülüyor bazen bir şahin. ( Geceleri balkonuma gelen baykuşumu saymıyorum bile. Eskiden kov bunu uğursuz bu diyen komşularım bile artık sevmeye başladılar boynunu çevirerek ters ters bakan bay baykuşu. Kimseden duymuyorum artık kov lafını. ) O yollar önüme binbir güzellik seriyor benim. Bazen bir höyük çıkarıyor karşıma bazen sapsarı ayçiçek tarlalarını bazen de taaa uzaklarda traktörle sürülen yemyeşil bir tarlayı.





Kış hazırlıkları yapıyor komşularım. Geleneksel yöntemlerle saatlerce salça kaynatıyorlar. Domates kurutuyorlar. Çanakkale domatesi ile ilgili kişisel facebook sayfamda paylaştığım bir yazımı bir sonraki yazımda burada paylaşacağım sizlerle. Aslında domates hakkında hepimizin bildiği korkunç gerçeğin ilk ağızdan itirafını...



Reçeller kaynatılıyor, asma yaprakları şişeleniyor bir taraftan da.



Deniz bir durgun bir dalgalı ama genellikle deli :) Durgunken sahil tıka basa doluyor. Ben deli denizi seviyorum. Sahilde kimde olmuyor. Deniz ne bulursa getiriyor kıyıya. Herkes evlerinde oturuyor kimse girmek istemiyor. Dalga sesleri eşliğinden şezlonga uzanarak kitap okumak, kafamı dinlemek hoşuma gidiyor. Benim gibi iki üç kişi daha görüyorum sahilin diğer uçlarında. Güneşin batması ayrı güzel oluyor tepelerin ardından.


Bazen mavi ayın peşinden koşuyorum bazen  meteor yağmurunun...Kızıma meteor yağmuru ne diye soruyorum. Öğretmenim nasıl gerçekleştiğini anlattı ama ben dilek tutmak diyeceğim diye açıklama yapıyor. Birlikte dilek tutuyoruz başımızın üstünden kayıp giden yıldızları seyrederek. Aklıma babam geliyor. Tam kızımın yaşındayken Atlas Okyanusunun ortasında ilerleyen geminin güvertesinde söyledikleri... Yıldızlar denizde ölen denizcilerin gökyüzüne yansımasıymış demişti. Ne zaman yıldızlara baksam bu cümle gelir aklıma. Bir denizci selamı çakarım sessizce...

Bu arada üç dostumdan bahsetmeden de geçemeyeceğim. Bunlardan ilki gerçek bir Dost...Çocuklarla deniz de, kahvede, evlerin bahçelerinde, sokaklarda...Her yerde...Dünya şekeri golden retriever diğeri de her gece el ayak çekildiğinde bahçeme gelen kirpim :) En sonuncusu da her sabah balkonumda bulduğum kedi. Onlarsız hayat biraz gri olurdu diye düşünürüm her zaman. Hayvanlar can dostlarımız...




Kitaplar...kitaplar...kitaplar...Yanıma gelirken üç tane kitap almıştım. Trendeki Kız, Yolun Sonundaki Okyanus, İyi Yazmak Üzerine...Yazın yeter bu kadar bunları ancak okur bitiririm dedimmmmmm ama olmadı. Kitaplar bir çırpıda bitti. Nasıl bitti ben de bilmiyorum. Gündüz deniz, ev işleri, akşamları konu komşu kahve çay muhabbetleri derken hangi ara bir dere okuyup bitirdim onları da kitapsız kalıverdim anlayamadım ama oldu :) Neyse dedim İstanbul'a dönmeme az kaldı orada yaz başında alıp bıraktığım kitaplar var almayım dedim ama olmadı. Başladım kıvranmaya :)) neyse ki bu sene ilçe de çok güzel bir kitapçı açılmış soluğu onda aldım. Aklımda bir kitap yoktu rüzgar nereye götürürse diye raflarda dolanmaya başladım. Aaaaaaa Georges Perec yanına bir de Paul Auster...Tamam İstanbul'a kadar idare ederim artık...Eeeee edeyim artık...






Bu arada blogumu da boşlamışım. Biraz tembellik fena olmuyor doğrusu. Yine burnuma yanık odun kokusu gelmeye başladı...Birileri domates kaynatıyor galiba...

İşte benim yazlık hikayem de bu kadar...İstanbul'a dönüşün tasası sarmaya başladı bile...Çınar ağacım sararmış yapraklarını dökmeye başladı...Sıcak mavi bir yazı da geride bırakıyoruz yavaş yavaş...



Görüşmek üzere...Kalın sağlıcakla...








YILDIZLAR YAYILIVERMİŞ...






Yıldızlar yayılıvermiş bu gece başımın üstüne
Rüzgarlar geçiyor içimden şairin dediği gibi
Sessizlik kaplamış her yeri
Titrek sokak lambasının ışığında pırpırlar...
Dalgalar denizin kokusunu katmış önüne
Süzülüyor arnavut kaldırımlı dar sokakların içine...
Ay yükseliyor aheste aheste 
Yakamozlar oynaşmaya başlıyor ışıl ışıl
Gölgeler uzarken saatin tiktaklarında
Bir şarkı duyuluyor radyodan...
Kimine hüzün taşıyor, kimine neşe...
Maviye boyanmış tahta iskemlede oturup
Demleniyor geçmişine, geleceğe ve geceye...

Yeşim Kuşçu Ermutlu

1 TEMMUZ DENİZCİLİK VE KABOTAJ BAYRAMI





Kolay değildir denizci olmak...Günlerce, aylarca, haftalarca ailenden uzak denizlerde yol almak...Gece, gündüz fırtınayla boğuşmak...
Denizci çocuğu olmak ta kolay değildir...Her fırtınada şimdi babam ne yapıyor acaba diye düşünmek. Acaba o da mı böyle bir havanın içinde yol alıyor diye uykuya dalmak...Kokusunu özlemek.
1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramımız Kutlu Olsun...

Denizde olanların yolu her zaman açık olsun...

Babamla çıktığım seferlerde duyduğum gibi...

"Hadi Alesta vardiya...Allah selamet versin..."

SEVGİLİ GÜNLÜK...BUGÜN GÜNLERDEN ÇUKURCUMA...



Her gezide olduğu gibi sabah erkenden Kadıköy İskelesinde aldık soluğu. Bugün günlerden Çukurcuma. İstanbul'un en sevdiğim yerlerinden biri. Eskinin kalbinin attığı çıfıt çarşısı. İstanbul'un La Boheme'i... Sürekli bu şehri en çok arkamda bırakıp giderken seviyorum desem de yine de İstanbul'la aramda bitmez tükenmez sado-mazoşist bir ilişki var  her zaman için. Trafiğinden, kalabalığından şikayet etsem de İstanbul'un sunduğu güzelliklerden de vazgeçemiyorum. Gökdelenleri, AVM'leri beni ilgilendirmiyor üstelik  İstanbul'un silüetini bozan, şehri boğan, özelliğini kaybettiren bu sevimsiz yapılara çok soğuk bakıyorum ama eski mahallelerinden, dar sokaklarından geçmişi fısıldayan yapılarından vazgeçemiyorum. Benim İstanbul'um da hala güneş görmeyen dar sokaklarındaki ufak dükkanların içinde soyu tükenmekte olan zanaatkarı, beklenmedik bir anda karşıma çıkan sahafı, bakırcısı, terzisi, şapkacısı, marangozu vs var. İyi ki varlar...Onlarla nefes alabiliyorum.


Konuşa konuşa yürüyoruz Arnavut kaldırımlı sokaklardan. Yavaş yavaş dükkanlar belirmeye başlıyor. Hepsinin önünde eski eşyalar, kaldırımlara yayılmış. Hepsinde ayrı bir yaşanmışlık...Dilleri olsa da anlatsalar hikayelerini.


Kim bilir neler yazıldı tuşlarında ?


İçimdeki gramafonda La Boheme çalıyor durmadan. Ve ilerliyoruz iki tarafımızı sarmış dükkanların arasında günümüzden geçmişe doğru...Her adımda ayrı bir fısıltı...






Biraz soluklayıp sohbet ediyoruz Tombak'ta. Her keseye göre antika var diyor sahibi. Yeter ki zevkinize uysun. 






Çukurcuma kedisiz olur mu hiç? 



Bu bavul bana Çiğdem Talu'nun "Çek git diyor şeytan, git sessiz sedasız." şarkısını hatırlatıyor. Ama olmuyor işte...Gidilmiyor öyle kolay kolay...Hele böyle güzellikler varken...

Çok güzel şeyler doldurduk tahta valizimize bugün.  Güzel anılar, fotoğraflar, pekişen dostluklar...Daha paylaşacak çok fotoğraf var ama bugünlük bu kadar...


 Dönüşe geçmeden önce son bir şey kaldı yapılacak...


Mis kokulu bir Türk kahvesi içmek...

Sıradaki durağımız Balat...

Görüşmek üzere...Sevgiyle kalın...La Boheme eşliğinde...
















UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI...TOPRAK...




Buket Uzuner'in 2012 yılında yayımlanan Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları : SU kitabından üç yıl sonra dörtlemenin ikinci kitabı olan TOPRAK  raflarda yerini aldı.

İlk macerada İstanbul'u fon alan Uzuner bu kez Çorum'u ve Hitit Uygarlığının kalıntılarını fon olarak almış.

Defne Kaman aldığı bir duyum üzerine tarihi eser kaçakçılığını araştırmak üzere foto muhabiri arkadaşı Attilla ile birlikte Çorum'a giderler. Burada uzun süre önce Umay ninenin İstanbul'daki evinde misafir ettiği rehber Kemal Yörüklü ve oğlu Karaca ile buluşurlar. Şehrin ileri gelenlerinden Vali  Sabahattin Ali Okur ve Emniyet Müdürü Muhtar Köroğlu İstanbul'dan şehirlerine araştırma için giden gazeteci Defne Kaman'ı ve arkadaşını en iyi şekilde ağırlamaya çalışırlar. Çorum Arkeoloji Müzesi müdürü ve arkeolog Güneş Aytan'da Defne'ye yardımcı olur.

Defne Kaman, bir yandan arkeolog Güneş Aytan'ın yardımıyla bu zorlu konu üzerine araştırmalar yapıp tarihi eser kaçakçılarını ve definecileri  ortaya çıkartmaya çalışırken diğer yandan da kendi geçmişiyle ilgili bir takım olayları fark eder. Yıllardır görmediği, annesi ile ayrıldığı için görmesi engellenen babası ile bir araya gelir. Baba kız arasındaki ilişki tekrar filiz vermeye başlar. Defne babasının onu niye yıllardır görmediğini öğrenir. Güneş Aytan'la bir gece geçirdikleri Yazılıkaya'dan dönüşünde kaybolur. Onun kaybolduğunu öğrenen Umay nine yanına sahaf Semahat'i alarak Çorum'a gider. Bu sırada şehirde büyülü bir geyiğin ortaya çıkışı konuşuluyordur. Yazılıkaya Tapınağı'nda güpegündüz ortaya çıkan geyiğe kimse mana verememekte her kafadan bir ses çıkmaktadır. Geyiği duyan Umay Bayülgen hemen onun yanına gider. Ve olaylar hızlanmaya başlar.

Bu noktadan sonra ilk kitapta olduğu gibi Şamanizm ögeleri sayfalara yayılmaya başlar. Umay Bayülgen'in geyikle konuşması, Defne'nin bulunma çalışmaları, cinayet derken beş yüz elli sayfa bir anda biter.

İlk kitaptaki karakterler bu kitapta da karşımıza çıkıyor. Sahaf Semahat, Komiser Ümit Kaman ve tabii ki Uyumsuz Defne Kaman ve anneannesi Umay Bayülgen.

Toprak'ta karşımıza birbirinin zıttı iki karakter daha çıkıyor. Bunlardan biri şu dönemde bana göre türü tükenmeye yüz tutmuş her şeyi sakinlikle karşılayan hüsnüniyet sahibi Vali Sabahattin Ali Okur diğeri ise öfke kontrolü olmayan, kendine göre bükülemeyen kuralları olan, gençleri bu ülkede tehlike olarak gören Emniyet Müdürü Muhtar Köroğlu.

Çok sevdiğini karısını kaybettiği için bunalıma giren ve tek çocukları Karaca'yı büyütmek için çalışan, kendini tamamen bilgisayara vermiş eğitimi protesto etmek için üniversite sınavına girmeyi reddeden ve bir çok konuda derya bilgisi olan on sekiz yaşındaki Karaca, Amerika'da üniversitede profesör olan arkeolog Güneş Aytan, uzun zaman önce hastaneye götürmediği için doğum sırasında hayatını kaybeden ablasının sakat doğan çocuğu Yaşar'a babalık yapan makam şoförü Hakkı...Romanın diğer kahramanları olarak karşımıza çıkıyorlar.

Sayfalar arasında çok güzel cümleler okuyucuyu sarıp sarmalıyor bazen. Kendimizden, günümüzden, yaşadıklarımızdan bir çok şey bulabiliyoruz satırların arasında ama...

Okuyucu gözüyle kitapta keşke olmasaymış dediğim noktalarda oldu...

- Karakterlerin neredeyse hepsinin entelektüel kişiler olması.
- Defne'nin Kutadgu Bilig beyitlerinden yararlanarak şifreli mesajlar göndermesi. O kadar beyti bir insan numaralarıyla nasıl akılda tutar diye düşünmeden edemedim doğrusu.
- Kitabın bazı bölümlerinde kendimi yazarın karşısında arkeoloji ile ilgili ders dinliyormuşum gibi hissettim. Ders anlatırcasına yoğun bir bilgi aktarımı var ki okurken beni sıktı.
- Bir bölümde (278 sf) Umay Bayülgen'in Hakasça dua okuması yok artık dememe neden oldu :)
- Bazı konuların çok uzatılması...Emniyet Müdürünün kızının bitmez tükenmez doğumu gibi gibi...

Belki de bunun nedeni Buket Uzuner'in "Teşekkür ve Bilgi" bölümünde yazdığı nedendir :( Kitabı yazmaya, aile büyüklerine, büyük annelerine ithaf edeceğini düşünerek başlıyor fakat yazma süreci kendi deyimiyle pekte keyifli bir dönemde olamıyor ve altı aylık bir hastalık süreci sonrasında annesini kaybediyor. Buradan kendisine başsağlığı diliyorum.

Ve şimdi kitaptan tadımlıklar var her zamanki gibi...

"Hayatta öyle zamanlar vardır ki, insan kendisinin içinde bulunduğuna inandığı durum ve konumla tamamen ilgisiz, bambaşka bir yerde durduğunu şaşırarak kavrar."

"Tarih boyunca özellikle bizim halk, daima kendinden üstün ve güçlü bulduğu "adamlar"a ihtiyaç duydu. Saygı uyandırmak için korkuyla karışık hayranlık hissinden daha etkili hiç bir yöntem bizim millete sökmez."

"Çünkü ancak bir kız çocuğu büyüten erkek kadınları anlamayı öğrenir. Aslında kadınları anlamak, dünyayı, doğayı ve hayatı anlamaktır."

"Eski Türkçede alkış teşekkür manasına geliyormuş vali bey.
....
Eski Türkler, değerli büyüklerini son yolculuğuna bu yüzden alkışlarla yolcu edermiş...Cenazelerdeki alkış geleneği meğer eskiden beri kültürümüzde varmış..."

"Aile dostlarıyla neşeli yemek masalarında birlikte söylenerek yükselen şarkılarda saklı güven duygusu, çocukların en mutlu olduğu anıları arasında yer tutar."

"Düşünce ve ifade özgürlüğü olmayan yerde beyin nefes alamaz."

"Dünyayı değiştiren zeki ve yeni fikirlerin hiçbiri, kendi çağının kural ve inançlarına körü körüne itaat eden uyumlu çoğunluğun arasından çıkmadı. Doğruluğuna inanılan fikirleri sorgulayıp, ötesini merak eden milletler dünyanın beyin gücüdür, diğerleriyse tarih boyunca hiç istisnasız onları taşıyan beden olmuştur."

Güzel bir kitap okumak istiyorsanız tavsiye ederim Toprak'ı...

Son zamanlarda sosyal medyada gördüğüm bir cümleyle bitirmek istiyorum yazımı;

"Kitabın birine gözün takılıyor, açıyorsun, bir de bakıyorsun ki içinde hayatın duruyor."

Sevgiyle kalın....