Doğuş Otomotiv Trafik Hayattır!

Önemli olan ne kadar hızlı vardığınız değil, nasıl vardığınız...
Trafikte aşırı hız yapmayın! Çünkü Trafik Hayattır!

Aşırı hız son yıllarda kazaya sebep olan unsurların başında yer alıyor. Özellikle gençlerin yaptığı trafik kazalarının çoğu aşırı hız nedeniyle meydana geliyor. Doğuş Otomotiv’in kurumsal sorumluluk markası Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ı konusunu ana mesajları arasına alarak projelerini kurguluyor.
Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre trafik kazalarındaki ölümlerin yaş grubu analizinde diğer ölüm nedenleri arasında 15-29 yaş grubu birinci sırada yer alıyor.   Bu durum gençlere yönelik trafik güvenliği kampanyalarının acil olarak arttırılması gerektiğini gösteriyor. Trafik Hayattır platformu bu noktada çok önemli inisiyatifler alarak önemli projeler geliştirdi; 4 senedir devam eden Trafik Güvenliği Uzaktan Eğitimi projesinin üniversitelerde seçmeli ders okutulmasının yanı sıra, 2014 yılında radyolarda yer alan ‘aşırı hız’ radyo spotu da dikkat çeken bir diğer proje oldu. İki projede birçok önemli ödül aldı. Bu ödüllerden en çok gurur veren ise 2014 Birleşmiş Milletler Genel Kurultay’ın da iki projenin Avrupa’da trafik güvenliğiyle ilgili örnek uygulama seçilmesi oldu.

Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ ile  ilgili projelerine yenisini ekledi ve her birinde farklı trafik güvenliği mesajlarının verildiği bir animasyon serisi üretti. Aşırı hız konulu animasyonda her gün trafikte rastladığımız hatalar vurgulanıyor.  Çocuğunu almaya giden bir babanın trafikte kalmasını ve sonrasında hız yaparak girdiği emniyet şeridinde kaza yapmasını anlatan animasyondan hepimizin çıkaracağı dersler var.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

SEVGİLİ GÜNLÜK...BUGÜN GÜNLERDEN GALATA...



Ne güzel bir gündü bugün...Tam Bahar Havası. İnsanın içini ısıtan...Eh böyle bir gün evde oturarak geçirilmez. Önce Kadıköy İskeleden kitap ekleri veren gazeteler alınır sonra vapura binilir ve Karaköy'e geçilir. Oradan da doğru Galata...Biz geç bile kalmışız. Her yer cıvıl cıvıl. Turistler çoktan uyanmış, şehir turlarına Galata Kulesinde kuyruğa girerek başlamışlar bile.





Bizim tercihimiz önce güzel bir kahvaltı. Peşinden günün olmazsa olmazı mis gibi Türk Kahvesi. Telvelerde  Galata'nın Arnavut kaldırımlı sokakları çıkmış...Yolcu yolunda gerek diye çıkıyoruz dışarı. Defalarca gitmemize rağmen gözlerimiz binalarda...En ufacık ayrıntıyı kaçırmamaya çalışıyoruz. Bir yandan da elde telefon fotoğraf çekme derdindeyiz. Mağazalara göz atmadan olmaz. Birbirinden farklı tasarımlar, otantik ürünler, giysiler, takılar, mumlar, çantalar...Her yer çıngıl çıngıl...Burası öyle telefonla fotoğraflanacak yer değil ama bugünlük idare ediyoruz. Gelecek sefere fotoğraf makinelerini alırız diyerek etrafa bakmaktan takıla düşe ilerliyoruz.





Galata'ya gidilince Doğan Apartmanı es geçilmez. Eskiden kapısından rahatlıkla girip bahçesi gezilebilen bölgenin en eski apartmanın bugün kapısında güvenlik duruyor. Girip gezmeyi teklif etmiyoruz ama fotoğrafını çekmeden geçmiyoruz kapısından.




Gez gez bitmez buralar, her defasında ayrı bir şey keşfediliyor. Geçmiş detaylarda gizli burada. Kimi bir kapının ardında, kimi bir sokağın ucunda...Bulup çıkartmak bize kalmış. Hepsi bir günde olmaz zaten Galata buna izin vermez. Biraz da gelecek sefere bırakmak gerek, ondan sonraya da...Şimdilik bu kadar diyerek iniyoruz Kamondo merdivenlerinin basamaklarından son bir kez selfie çekerek :)

Bir sonraki durağımız Çukurcuma...









23 NİSAN'DA İÇİNİZDEKİ ÇOCUĞA ELMA ŞEKERİ ALIN...






23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yaklaşıyor. Bu günün ve dünkü çocukların bayramı...Hepimiz heyecanla beklerdik 23 Nisan'ı. Okullarda hummalı bir çalışma...Herkes evinden bir şeyler getirirdi. Kağıt fenerler, bayraklar, renk renk krapon kağıdından süsler. Şiirler ezberlenir, folklör çalışmaları hızlanırdı. 23 Nisan'da görevli olmak, sahneye çıkıp şiir okumak bir ayrıcalıktı. 

23 Nisan günü heyecan dorukta giderdik okula...Şiirler okunur,şarkılar söylenir, oyunlar oynanırdı. 

"23 Nisan Neşe Doluyor İnsan" der evlere dağılırdık.

Çoğumuz için çok uzakta kaldı o günler. Özlemle anıyoruz. Şimdi çocuklarımız sayesinde kutluyoruz 23 Nisan'ı. Coşma sırası onlarda artık .Ya bizler ? İçimizdeki çocuk hala oralarda bir yerlerde,  kalbimizin bir köşesinde dışarı çıkmayı bekliyor. Neden olmasın ? Belki bu 23 Nisan'da bir elma şekeri hediye edersiniz ona...Eski günlerdeki gibi...

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN... 

derken içindeki çocuğu asla öldürmeyen dünün çocuklarının da "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını" sosyal medyada çok beğenerek okuduğum bir yazıyla şimdiden kutluyorum. 

Sevgiyle, mutlulukla kalın...


"Herkesin çocukluğuna dair özel bir sözcüğü vardır,kimisi kırmızı bayramlık pabuçlarıyla anımsar hayatın o en katıksız dönemini,kimisi komşunun bahçesinden çalınan meyveye diyet olarak ödediği dayakla
Ama çocukluğun ortak bir yansıması varsa alfabede eğer o da; “özlem”dir…
Hayatın diğer dönemlerinde de çocuk masumluğunu muhafaza edebildiğini kim iddia edebilir? Hatalar o dönemde daha kolay affedilir Dokunulmazdır çocukken ağlamak O dönemdeki gözyaşları başka hiçbir zaman olmayacak kadar gerçektir Sınırsız özgürlükler dönemidir çocukluk Küçük sevinçlerin tadına en fazla varılan dönemidir hayatın Küçük bir elma şekeri, doğum günü pastasındaki mumlar, lunapark, sonsuzluktaki uçurtmalar, gündelik yaşamın arasına sıkışmış tüm sevinçli telaşların farkına vardığımız süreçtir Bu süreçteki en baskın duygu “koşulsuz sevgi”dir Karşılık beklemeden ve ince hesaplardan sıyrılmış olarak sunulur sevgi…
Yıllar geçer, çocukluk fotoğraf albümündeki gülümseyen yüzdür artık Hayatın karmaşası,acımasızlığı ve sabırsızlığını görmüş geçirmiş yüz, karşılaşır fotoğraftaki çocukla Ona anlatmak istediği ne çok şey vardır oysa O her şeyden habersiz masum çocuğun elinden tutup koşmak ister sokaklarda Yine beş taş oynamak yine her yerine bulaştıra bulaştıra elmalı şekerini yemek,yine “Çocuktur yapar”sözünün tanıdığı sonsuz rahat ve özgürlüğe sığınmak…
“Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her sabah,
Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna,
Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye,
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan,
Kalbini bir mektup gibi buruşturup fırlatılmış
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan,
“İÇİNDEKİ ÇOCUĞA SARIL”
Sana insanı anlatır”…diyen şarkıya sığınır bu defa yürek
Sorunların arasına sıkışıp kaldığınızda sarılabileceğiniz bir çocuk yanınız kalsın sizin de O gün o çocukla gezin sokakları,fark etmediğiniz ayrıntılar çarpacak gözünüze, gökyüzünde ne kadar çok yıldız varmış diyeceksiniz Hatta bir de elma şekeri alın o da sizin içinizdeki çocuğa hediyeniz olsun"
- Alıntı- 

PERA MEZARLIKLARI






Beyoğlu'nda Garibaldi binasının restorasyonu sırasında 8 adet mezar bulundu haberi tüm gazetelerde ve TV lerde yer aldı. Bu durum sadece Garibaldi binasında değil Beyoğlu'nun bir çok yapısında karşılaşılabilecek bir durum.

Kitaplar, Galata ve Pera Bölgesinde Küçük Mezarlık ve Büyük Mezarlık adı altında iki mezarlık bulunduğunu yazıyor. Küçük Mezarlık'ın Tepebaşı-Şişhane-Kuledibi'ni kapsayan alanda Büyük Mezarlık'ın ise bir yandan bugünkü Gezi'nin olduğu yerden Ayaspaşa-Gümüşsuyu'dan Fındıklı'ya kadar uzanan yerde diğer taraftan da Pangaltı yönüne uzanan alanda bulunduğu belirtilmektedir. Yapılan araştırmalar 18-19 yy da bu bölgenin mezarlık alanı olduğunu ortaya çıkartmıştır.

Yani bugün İstanbul'un eğlence ve alışveriş merkezi olan Beyoğlu'nun büyük bir bölümü bir zamanlar mezarlıkmış. Büyük mezarlığın bulunduğu bölge Edmond De Amicis'nin "İstanbul (1874)" kitabında ifade ettiği gibi Museviler hariç her dinden insanın mezarlarının bulunduğu selvi, akasya ve akçaağaç ormanı gibiymiş. İki mezarlığın da ortadan kalkması 1930'lu yıllara kadar uzanmış. Düşününce insan ürperiyor değil mi? Binaların altı, metro...Yok ben düşünmeyim en iyisi...



Bu arada İstanbul'un ve Galata-Pera'nın geçmişini merak edenlere çok güzel iki kitap önerebilirim.

Bunlardan ilki Prof.Dr. Nur Akın'ın 19.yy İkinci Yarısında Galata ve Pera kitabı. Galata ve Pera'nın  19yy ikinci yarından 20yy başına dek olan kültürel, sosyal yapısını anlatıyor.

İkincisi ise  Edmond De Amicis'in İstanbul (1874) kitabı. Amicis İstanbul'da kaldığı dönemdeki gözlemlerini anlatmış.

Galata ve Pera'yı zaman zaman okurum ve her defasında da yanlış zamanda dünyaya geldiğimi düşünürüm. İstanbul'un İstanbul olduğu zamanlarda yaşamak varmış ruhunun yok edildiği şimdide değil.








İYİMSERLİĞİN SIVI HALİ...






Bahar geldi artık...Her ne kadar kışı sevsem de sabahları ılık güneşli bir havaya uyanmak güzel oluyor...Özlemişim.

Dışarıda mis gibi bahar havası hüküm sürerken ben aralık ayının soğuk bir gününde Barcelona'nın sokaklarını arşınlıyorum. Derken Sempre & Oğullarının vitrinine bakmak için bir an duraklıyorum. Hani şu insanların yaşamları boyunca kendilerini bekleyen kayıp  kitabı sormak için içeri girdikleri kitabevinin önünde. İçeri giriyorum.

Birden birilerinin mırıldandığını duyuyorum "İşte o gün bugündür. Bugün şansımız dönecek." diyor iyimserliğin sıvı hali olan ilk kahvesini içerken...

Bu kitap, içindeki kitapçı dükkanı ve günün ilk kahvesi...Daniel, Martin, Fermin, Bea, Isabella... Bunların hepsi aynı çetenin üyesi...Çete başları da Carlos Ruiz Zafon...Beni baştan çıkartmak için kafa kafaya vermişler...Güzel çevirisi ise kitabı ruhundan hiçbir şey kaybettirmeden dilimize çeviren Füsun Doruker ise onlarla işbirliği halinde...

Rüzgarın Gölgesi, Meleğin Oyunu şimdi de Cennet Mahkumu...Araya bir de gençlik kitabını sıkıştırmıştım Sisler Prensi...

Carlos Ruiz Zafon, okumaktan her zaman zevk aldığım bir yazar...İyimserliğin sıvı hali eşliğinde...

Güzel bir kitap okumak isteyenlere tavsiye ederim...Cennet Mahkumu...

Kitaplar eşliğinde mutlu, güneşli günler diliyorum...

Kalın sağlıcakla,,,