YIRCA'NIN ZEYTİNLERİ...


Kevin Costner'ın Su Dünyası filmini hatırlayanınız var mı? Hani şu her yeri suların kapladığı, ayak basacak bir cm toprak parçası bulamadıkları, yaptıkları derme çatma salların üzerinde yaşam mücadelesi verdikleri film. O zamanlar bana hem çok sıkıcı hem de çok saçma gelmişti. Kevin Costner hayranı filan da değilim. Neye hizmet seyrettiysem...Şimdi hatırlamıyorum ama belki bir arkadaş hatırına idi. 

Geçtiğimiz hafta Yırca köyündeki zeytin ağaçlarının katliamını okuyunca aklıma bu film geldi. Ne alaka diye düşünenleriniz vardır şimdi eminim. Filmi seyredenler hatırlar Kevin Costner'ın film boyunca elinde bir saksı vardı. İçinde domates fidanı olan bir saksı. Sularla kaplanmış bir dünya da elinde kalan son toprak parçası ile son bitki...İlerde belki bir kaç tohum alabilirim umuduyla korumaya çalıştığı ufacık bir domates. Son umut ve çok değerli...


Sonra ne oldu hatırlamıyorum...Yırca zeytinlerinin kesilmesi ile bu sahne çaktı gözümün önünde...

Büyümesi yıllar alan tamı tamına 6.000 zeytin ağacı bir anda acımasızca yerle bir edildi. Sadece bu da değil. 3.Köprü uğruna kesilen yüzlerce ağaç, yok edilen ormanlar. HES vs. için yok edilen doğal güzellikler, yeşilin binbir tonunu barındıran Karadeniz ormanları...

Bugüne kadar blogumda bu konulara hiç değinmedim ama bu benim duyarsız kaldım manasına gelmiyordu.  Kitap dedim, film dedim, şiir dedim, müzik dedim dedim dedim ama artık içim şişti dayanamadım. Dile kolay 6.000 ağaç üstelikte büyümesi yıllar alan zeytin ağaçları. Heredot döneminde zeytin ağacı kesmekle insan öldürmek eşdeğer suçmuş. Kaç yıllık fark var o dönemle bu dönem arasında...Kaç yıl gerideyiz yaşadığımız çağdan yaptıklarımızla...

Korkuyorum...Sonunda bu saçma sapan dediğim şu filmin durumuna gelmekten...Belki su içinde yüzmeyiz ama yakın gelecekte bize nefes verecek, kol kanat gerecek bir tek ağaç bulamamaktan korkuyorum...Tek bir gerçek tohuma muhtaç olmaktan korkuyorum...Çocuklarımın yeşili sadece boya kalemlerinde bir renk olarak tanımasından, çiçekleri, ağaçları sadece geçmişten bir fotoğraf karesinde veya bir derginin sayfalarında görmesinden korkuyorum...Onlara dokunamamasından, koklayamamasından korkuyorum. Doğanın yok olmasından korkuyorum...Son umuda muhtaç olmaktan korkuyorum ve belki onun bile olmamasından...

Haksız mıyım? 

En çok ta şunu merak ediyorum...Hiç mi içleri acımadı o ağaçları keserlerken? 

Sormak lazım ama kime? 




Efsaneye göre; Ege kıyılarını gezerken yorulan Homeros, bir zeytin ağacı gölgesine oturur. Zeytin ağacı dile gelir ve Homeros'un kulağına şunları fısıldar: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım.”



Okuyan bir kızla çık. Parasını kıyafet yerine kitaplara yatıran bir kızla çık. Kitapları yüzünden dolabına sığamaz o. Okuyacağı kitapların listesini yapan, 12 yaşından beri kütüphane kartı olan bir kızla çık. Okuyan bir kız bul. Okuyan bir kız olduğunu çantasında her zaman okuduğu bir kitap bulunmasından anlayabilirsin. Kitapçıda, sevgiyle raflara bakan ve aradığı kitabı bulduğunda sessizce çığlık atandır o. Sahafta, eski bir kitabın sayfalarını koklayan fıstığı gördün mü? İşte o okurdur. Hele sayfalar sararmışsa kesinlikle dayanamazlar. Kahvecide beklerken okuyan kızdır o.
Fincanını dikizlersen, sütsüz kremasının yüzdüğünü görürsün çünkü o çoktan dalmıştır kitaba. Yazarın yarattığı dünyada kaybolmuştur. Sen de bir sandalye çek yanına. Sana ters ters bakabilir çünkü okuyan kızların çoğu rahatsız edilmek istemezler. Ona kitabı sevip sevmediğini sor. Ona yeni bir kahve ısmarla. Murakami hakkında ne düşündüğünü söyle. Kardeşliğin ilk bölümünü bitirip bitiremediğini öğren. Joyce’un Ulysses’ini anladığını söylüyorsa entelektüel görünmeye çalışıyor demektir. Alice’i seviyor mu yoksa Alice mi olmak istiyor, bunu sor. Okuyan bir kızla çıkmak kolaydır. Doğum gününde, yılbaşında ve yıl dönümlerinde ona kitap alabilirsin. Ona sözcükler hediye et, şiirlerden şarkılardan hediye sözcükler. Ona Neruda, Pound, Sexton, Cummings hediye et. Kelimelerin aşk olduğuna inandığını bilsin. Gerçekle kitaplardaki gerçeği ayırt edebilir ama yine de yaşamını biraz da olsa, en sevdiği kitaptakine benzetmeye çalışacaktır. Bunda senin suçun yok. Bir biçimde, bunu deneyecektir.
Ona yalan söyle. Söz diziminden anlıyorsa, yalan söyleme ihtiyacını anlayacaktır. Sözcüklerin ardında başka şeyler var: niyet, değer, ayrıntılar, diyalog. Dünyanın sonu olmayacaktır. Onu bırak. Çünkü okuyan bir kız çöküşlerin her zaman zirveyle biteceğini bilir. Çünkü her şeyin bir sonu olduğunu bilir. Hikayenin devamını her zaman yazabilirsin. Tekrar tekrar başlayabilir ve hala kahraman olarak kalabilirsin. Bu hayatta bir iki kötü adama yer vardır. Olmadığın her şey için neden korkarsın ki? Okuyan kızlar bilirler ki tıpkı karakterler gibi insanlar da gelişebilirler. Twilight serisi istisnadır. Eğer okuyan bir kız bulursan, yanından ayırma/ayrılma. Gecenin bir yarısında, kitabı göğsüne yaslamış ağlarken bulabilirsin onu, bu durumda ona çay yap ve sarıl. Onu birkaç saatliğine kaybedebilirsin ancak her zaman sana dönecektir. Kitaptaki karakterler gerçekmiş gibi konuşacaktır, çünkü bir anlık da olsa, gerçektirler.
Ona bir sıcak hava balonunda ya da bir rock konserinde evlenme teklif et. Ya da bir daha ki hastalığında gelişigüzel bir şekilde. Skype üzerinden teklif et. O kadar sıkı gülümseyeceksin ki neden hala kalbinin infilak etmemiş ve göğsünün kan içinde kalmamış olduğunu merak edeceksin. Yaşam öykünüzü yazacaksınız, garip isimli ve garip beğenileri olan çocuklarınız olacak. Çocuklarınıza Şapkalı Kediyi ve Aslan’ı aynı gün izletebilir. Yaşlılığınızın kışında birlikte yürüyeceksiniz ve sen botlarındaki karı temizlerken, o mırıldanarak Keats okuyacak ezberinden. Okuyan bir kızla çık çünkü bunu hak ediyorsun. Hayal edilebilen en renkli hayatı sana verebilecek bir kıza layıksın. Eğer ona sadece monotonluk, kayıp saatler ve yarım yamalak öneriler verebileceksen, yalnız kalman daha hayırlı. Eğer dünyayı ve onun ardındaki dünyaları istiyorsan, okuyan bir kızla çık. Ya da iyisi mi, yazan bir kızla çık sen.
Rosemarie Urquico
Türkçeleştiren:Onur Çalı







Kendini yorgun hissetsen bile,
Başarı senden kaçsa bile,
Bir hata sana zarar verse bile,
Hatta ihanet sana acı verse bile,
Bir hayal yok olsa bile,
Gözyaşları gözlerini yaksa bile,
Kimse gayretini fark etmese bile,
Nankörlük ödülün olsa bile,
Anlayışsızlık seni gülmekten alıkoysa bile,
Ve hatta her şey,
hiçbir şey olsa bile,
Vazgeçme,
Yeniden Başla..


R.Will.

ECE TEMELKURAN'DAN...




Ne zaman üniversitelere konuşma yapmaya gittiysem ya da ne zaman benden daha genç biri benim ondan daha fazla bir şey bildiğimi sanarak bana sorduysa “bu işin olurunu”, dedim ki:

Üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. Git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. Maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. Çünkü…

Çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. Bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. Âşık mı olmadın on altı yaşında? Gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. Maceraya mı çıkmadın yirminde? Sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. Yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu. Hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. Serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. Zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. Kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.


Ece Temelkuran






Hayat kısa diyor film. 
bir şaire aşık olmalı 
bir de daktilo almalı
Sonra belki çay içeriz. 
şansımız varsa yağmur da yağar.

Lale Müldür

BÜYÜK TEZATLIK...






Bugün Beyoğlu St. Antoine Kilisesinin önünde yakaladığım bu an hayatın tezatlığını gözler önüne sermiyor mu?

GAZETELER VE ÇOCUK










Geceleyin sinema kapılarında,
Belki bir milyondan fazla çıplak
Çocuk gazete satardı.
Bazen havadisler kötüydü,
Bazen eeh şöyle böyle,
Fakat çocuklar en çok
"Cinayeti yazıyor!" diye
Bağırmayı seviyorlardı.
Üç kuruş verip gazete almaktansa,
Paltomun yakalarını kaldırır,
Fukara mahallesindeki cinayeti
düşünürdüm.
Sait Faik Abasıyanık

ŞEHİRDEN KAÇMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ...
























Ne güzel insanlar vardı eskiden. 

Çocukluğumuzu kaplamışlardı. 

Bize masal anlatırlardı 
Cinlerden, perilerden. 
Büyük anneler, büyük babalar vardı. 

O zaman hepsi uzaktı ölümden. 
Hem sevdirir hem korkuturlardı. 
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı. 

Demek bunun için gittiler hikâyelerden. 

Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Özdemir Asaf