Ne güzel insanlar vardı eskiden. 

Çocukluğumuzu kaplamışlardı. 

Bize masal anlatırlardı 
Cinlerden, perilerden. 
Büyük anneler, büyük babalar vardı. 

O zaman hepsi uzaktı ölümden. 
Hem sevdirir hem korkuturlardı. 
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı. 

Demek bunun için gittiler hikâyelerden. 

Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Özdemir Asaf



"Saray mimarlarının Vefa'da bir kütüphanesi vardı. Yıllar içinde orayı da pek çok kez ziyaret edecekti Cihan. Ama Simeon'un köhne evinde; mürekkep kağıt, tirşe, balmumu ve ekmek kokularıyla sarılı halde, bir kitaba burnunu gömerek herkesi ve her şeyi unutmanın, unutabilmenin verdiği hazzı hiçbir şeyden alamayacaktı. Aşk gibiydi okumak da...Neden, nasıl müptelası olduğunu, bilen zaten gayet iyi bilirdi; bilmeyene de anlatamazdın bir türlü."

Ustam ve Ben - Elif Şafak-

KİTAPLAR AŞKINA



Yine ara verdim yazmaya...Sonbaharın gelmesi ile birlikte daha önce gözüme kestirdiğim atölye çalışmalarına başladım. Bir yandan elimdeki kitapları bitirmeye çalışıyorum diğer yandan günlük işlerin koşturmacası derken hayat akıp gidiyor bir bakmışım akşam olmuş. Sonra sabah sonra tekrar gece düşmüş şehre.

Arada ufak öyküler çıkartıyorum hayata dair. Bir kenarda duruyorlar, daha sonra, belki bir dergiye gönderilmek üzere belki de sonsuza kadar dosyada saklanmak üzere. Aklıma estiğince...

Bu aralar kitapçılardan kaçar oldum. Elimde henüz başlayamadığım kitaplar varken yenilerini eklemek istemiyorum ama arada yine de kaçaklar oluyor arada Alice Munro "Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik" gibi...

Kitaplar, arkadaşlık, flört demişken yeni bitirdiğim Kitaplar Aşkına'dan bahsetmek istiyorum biraz.

Herkesin anlatacak bir hikayesi vardır yazıyor kapağın üstünde...Evet, hepimizin kendimize göre hikayeleri var anlatacak. Kitaplar Aşkına ise ufak bir kasabada ki insanların sımsıcak hikayesini anlatıyor. Kütüphanelerinin yok olmaması için savaş veren bir avuç Cherico'lunun hayatına ortak ediyor yazar Ashton Lee okuyucularını. Konu rant olunca aslında hiçte yabancı değiliz günümüz Türkiye'sinde ve belli ki dünyanın bir çok ülkesinde yaşananlara. Konu bir kütüphanenin kurtarılması olsa idi burada da böyle mücadele verecek insanlar çıkar mıydı diye soruyorum kendi kendime. Evet çıkardı tabii ki diyorum Gezi'ye bir selam göndererek.

Kitaplar Dozerlere Karşı başlığı ile başlıyor ilk bölüm. Belediye Başkanı Durden Sparks
Kütüphane müdürü Maura Beth Mayhew'e 6 yıldır çok severek çalıştığı kütüphanesinin yerine Cherico Endüstri Parkı'nın yapılacağını söylüyor. Gerekçe olarak, kütüphaneye kimsenin gitmediğini ve artık kendileri için yük olmaya başladığını gösteriyor ama yine de alaycı bir şekilde projeye karşı çıkan Maura Barth'e durumu tersine çevirebilmesi için henüz vaktinin olduğunu belirtiyor.

Maura Beth kütüphanesini kurtarabilmek için çareler düşünmeye başlıyor. Arkadaşlarının da yardımı ile kitap kulübü kurmaya karar veriyorlar. Herkes elinden geldiğince bir şeylerin ucundan tutarak kitap kulübünü hayata geçiriyorlar. Adını da Kirazlı Kola Kitap Kulübü koyuyorlar. Ayın belirli günlerinde toplanıp okudukları kitapları tartışırken aralarında yaşadıkları aşklara, kıskançlıklara, dostluklara, sevinçlere, üzüntülere ve başarılara ortak ediyorlar okuyucularını. Bizlerin hayatına da ufak dokunuşlar yapıyorlar satırlar arasında. Dedim ya, insanın içini ısıtan bazen yüreğini eriten sımsıcak bir kitap Kitaplar Aşkına.

Okurken yazarını bildiğim halde bir kadının kaleminden çıkmış olabileceği hissine kapıldım ilk defa. Nedense bana bir erkek tarafından yazılmış gibi gelmedi. Daha çok kadın karakterlerin baskın olduğu romanda karşı cinsin birbirleri ile ilişkisini başarı ile anlatmış Ashton Lee. Ya çok iyi bir gözlemci ya da kitabın arkasında bir hayalet yazar var diye düşünmeden  edemedim.

Ve her zaman olduğu gibi kitaptan ufak bir tadımlıkla burada bitiriyorum....

"Bazen tüm bu anlık elektronik hazlarla kitapların gelecekteki iletişimlerinin nasıl olacağını merak etmeden kendimi alamıyorum," diye ekledi Maura Beth. "Bazı okuyucular kitapları fiziki olarak ellerinde tutmayı, bu kitapları raflara koyup ileride kültürel miras olarak çocuklarına bırakmayı istiyorlar. Tabii bir de kitapların lehine olacak bir senaryo var."

"Bana biraz anlatsana bunu."

"Uygarlıklar dağılsa ve teknoloji namına hiçbir şey kalmasa da insanlar yine de çimenlere uzanıp atıştırmalıkları eşliğinde güzel bir kitabın tadını çıkarabilirler."

Şimdi sıra bende; belki çimenlere uzanıp atıştırmalık eşliğinde değil ama koltuğuma gömülüp bir fincan kahve eşliğinde kitap keyfi yapma zamanım geldi de geçiyor bile...



KİTAPLAR AŞKINA        ASHTON LEE          EKSİK PARÇA YAYINLARI

YAZMAK...



“Yazmanız diyelim ki yasaklandı, ölür müydünüz o zaman ya da yaşar mıydınız eskisi gibi, bunu açıklayın... Gecelerinizin en sessiz saatinde kendinize şu soruyu yöneltin: İlle de yazmam gerekiyor mu?.. Sorduğunuz sorunun karşısına ‘Evet, yazmam gerekiyor’ gibi güçlü ve yalın bir yanıtla çıkabiliyorsanız, o zaman bu zorunluluğa göre kurun yaşamınızı; en sudan, en değersiz saatine varıncaya dek yaşamınızı bu içsel dürtünün simgesi ve kanıtı yapın.”

Rainer Maria Rilke -Genç Bir Şaire Mektuplar-

TANRILARA ADANMIŞ BEDENLER





Elly Griffiths'in ikinci romanı Tanrılara Adanmış Bedenler'de adli arkeolog Ruth Galloway bu kez kapı eşiğinde bulunan çocuk kemiklerinin peşine düşüyor. 

Victoria dönemine ait bir evin yerine yapılacak olan yeni binanın kazısı sırasında kapı eşiğinin altında bulunan kemikleri inceleyen Ruth bunların bir çocuğa ait olduğunu tespit eder. Araştırmaları derinleştikçe evin bulunduğu arazide daha önceleri Secret Heart rahibeleri tarafından yönetilen bir yetimhane olduğu ortaya çıkar. Kemikler incelemeye gönderilir. Gelen sonuç şaşırtıcıdır. Kimdir bu çocuk ? Kanlı bir ayin sonucu tanrılara adanmış bir kurban mı, yoksa cinayete kurban gitmiş bir çocuk mu?  

Arazinin sahibi Spens ailesinden Edward Spens inşaat çalışmalarına bir an önce devam edebilmek için arkeologlarla ve polisle işbirliği yapacağını, kendilerine yardım edeceğini söyler. Spens ailesi geçmişte uzun yıllar Victoria döneminden kalma bu evde yaşamış ve istedikleri her türlü bilgi babaları Sir Roderick Spens'tedir ama tarih düşkünü yaşlı adamda alzheimer başlangıcı vardır. Verebileceği bilgiler çok ta sağlıklı olmayacaktır. 

Ruth Spens ailesinin elindeki bilgileri toplarken diğer taraftan dedektif Nelson ve ekibi de yetimhanede çalışanlar hakkında araştırma yaparlar ve eski yöneticilerinden Peder Hennessey'e ulaşırlar. Peder onlara 1973 yılında yetimhaneden iki kardeşin iz bırakmadan kaybolduğunu ve o dönemde yaptıkları aramalardan hiç bir sonuç alamadıklarını anlatır. Martin ve Elizabeth Black. Çocuklar hakkında verdiği bilgilere Martin'in çok akıllı, arkeolojiye ve tarihe düşkün bir çocuk olduğunu ekler. 

Sayfalar ilerledikçe Dedektif Nelson ve Ruth Galloway olayı aydınlatmaya çalışırlar ta ki bir gün Ruth kaçırılana kadar. Bu kez Ruth'un hayatı tehlikededir. Üstelik sadece Ruth değil karnında taşıdığı Nelson'dan olan 13 haftalık bebeğinin de. Bu arada Nelson'un telefonuna gelen bir mesajda kızını öldürecekleri yazmaktadır. Nelson kızlarının peşine düşer ve olaylar hızla sona yaklaşmaya başlar. 

Sisler içindeki bir teknede ilerleyen Ruth kurtulabilecek midir? Ruth'u kaçıranla çocuğun katili aynı kişi midir? Sorular ve cevaplar çorap söküğü gibi gelir ve kitap bir solukta biter.

Bataklığın Kayıp Tanrıları ile tanıştığım Elly Griffiths'in iki kitabını da, arkeolojiye ufak dokunuşları, İngiltere'nin ufak kasabalarının tasvirleri ile, pagan ritüelleri ile, adli arkeolog kahramanı Ruth Galloway ve kaba saba dedektifi Nelson'u ile ve halen Druid geleneklerini devam ettirmeye çalışan, şamanistik hareketleri ile ve bu yüzden zanlı durumuna düşen Cathpad'i ile zevkle okudum. Güzel bir kitap okumak isteyenlere de tavsiye edebileceğim bir kitap Tanrılara Adanmış Bedenler.

Kitaptan ufak bir tadımlıkla şimdilik bu kadar diyorum :)

"Saygı ve özen öğrencilere söylediği şeyde buydu. İnsan kemikleri, ne kadar eski olursa olsunlar, bedeninize gösterdiğiniz saygıyla yaklaşmanız gereken şeylerdir. Kazı bir gün bitebilir bu yüzden hiç bir parça kayıp ya da çalınmış olmamalı. Her bir kemik korunmalı, kaydedilmeli ve kurtarılmalı."

TANRILARA ADANMIŞ BEDENLER    ELLY GRIFFITHS  MARTI YAYINLARI 






Güzel kalan yaralar vardır çünkü,
Limon kokulu yağmurlu kadınlar vardır..
Hiç unutmayan kadınlar vardır,
Limon kokulu..
Herşeye rağmen yağmur kalan kadınlar vardır..

Lale Müldür

KİTAP EVİ



Bu yaz okuma listemin en başına almıştım Enis Batur’un Kitap Evi’ni. Dragos’ta miras olarak bırakılan koskoca bir kütüphane ve envai çeşit kitap, adını sır gibi sakladığı vefat eden müvekkilinin isteği doğrultusunda onu yeni sahibine ulaştırmaya çalışan ketum avukat Rıza Bey ve neler olduğu anlamaya çalışan yazarımız… Sayfalar ilerledikçe benim okuma ritüelimi alt üst ettiler.

Genelde çok sevdiğim kitaplar çabuk bitmesin isterim. Uzattıkça uzatırım, elimde süründürdükçe süründürürüm, bitmez tükenmez çaresiz bir aşk yaşarım sonu gelmesin isteği ile. Herkesin ayrı bir okuma şekli vardır. Benim ki de böyledir işte.

Evde, gemide, uçakta, sahilde, gecenin sessizliğinde ya da şu anda olduğu gibi esen rüzgârın yaprakları birbirine kavuştururken çıkarttığı sese baykuşun geceyi bölen çığlığının karıştığı, uzaktan gelen dalgaların onlara eşlik ettiği yıldızlı gökyüzünün altında başka dünyalara, başkalarının hayatlarının içine sızmaktır benim için kitaplar ve okumak.

“Okumanın ayrılmak, içeriye çekilmek olduğunu söylememiş miydim, ılıman, korunaklı bir diyardasınızdır; karanlık, sert, ürkütücü bir yazının harfleri gözünüzden önünden akıyor olsa bile. Ondandır, ışığınızı söndürüp başınızı yastığa koyduğunuzda, sizi kuşatan gerçek dünyanın yerini daha gerçek bir dünyanın alacağını bilirsiniz. Böyle okumamışsanız hiç, siz henüz yaşamamışsınız demektir.”

Diye anlatıyor okumayı Enis Batur satırlarında. Evren bir kenarda durdu sayfalar ilerledikçe ve 132 sayfa bir çırpıda bitti. Hele ki “kitap mecnunu evrensel bir ademdir..” cümlesi ile başlayan bölümü okuyunca tamam dedim ben ve benim gibileri ne güzel anlatmış.

“Dilini hiç tanımadıkları, alfabelerini sökemedikleri ülkelere gittiklerinde bile kitabevlerine girmeden, vitrinlerini uzun uzun incelemeden yapamazlar örneğin. Gece yürüyüşlerine çıktıklarında ışığı yanan bir pencerede, duvarı kaplamış bir kütüphane görür görmez durur, bakar, sonra da imgelemlerinin bir kenarında içeride yaşayanın yüzünü olsun tanımadıkları birinin hikâyesini kurmaya koyulurlar. Pencere zemin kattaysa, düpedüz mütecaviz kesilir, sırtlarından kitapları teşhis etme alışkanlığının sağladığı beceriyle kütüphanenin gen haritasını çıkartmaya çalışırlar.”

Buyrun işte ben J  Ben kendimi buldum Kitap Evi’nin satırları arasında daha ne olsun . Şaka bir yana kitapseverlerin kesinlikle okuması gereken bir kitap bu ufacık tefecik, kısacık içi dolu kitapçık. Dragos’ta ağaçlar içinde bir köşkteki binlerce kitabın barındığı, bahçesinde ufacık bir çalışma kulübesi olan ve benim hayallerimi süsleyen bir kütüphaneyi anlatan, okuyucusunu sıkmadan su gibi akıp giden Kitap Evi’nde okumayı sevenlerin çok şeyler bulacağına eminim.

Acaba diyorum, bir gün avukat Rıza Bey beni de arar mı? J

KİTAP EVİ    ENİS BATUR    SEL YAYINLARI

KİTAPLARIMLA, ROMANLARIMLA ALDIM BAŞIMI GİDİYORUM...


Hani bir şarkı vardır; günahlarımla sevaplarımla aldım başımı gidiyorum der. Bende öyleyim bugünlerde. Tatil biraz geç olsa da başlıyor artık. Ve devam ediyor şarkı...Çek git diyor şeytan git sessiz sedasız. Bizim gitmelerimiz asla sessiz sedasız olamıyor. Evin içinde bir kaos. Herkes valizinin başında şunu da alalım bunu da alalım. Sanırsınız iki yıl okul tatiline gidiliyor ıssız bir adaya :) Sonunda arabanın bagajı zar zor kapatılır ve yolculuk başlar. İstikamet her yıl ki sığınağımız. Şehirden uzak, cep telefonlarının adamına göre muamele yaptığı, istediğine ulaştırdığı istemediğine ulaştırmadığı, internetin zar zor çektiği, denizin genelde deli dalgalarla havalara çıktığı, rüzgarın durmadığı, yıldızların en parlak ışıklarını tüm gece üstümüzden hiç eksik etmediği İstanbul'dan hepi topu altı saat uzaklıktaki inziva köşemize giderken yanımda her zaman ki gibi bir yaz klasiği olarak "bu yaz okunacak kitaplarım" da olur.  

Kitapların yazı kışı olmaz ama bu yaz için kendime bana göre oldukça hafif, eğlenceli biraz uçucu kitaplar seçtim. Bu ne demek mi? Bu kafa dağıtacağım tam da okumak istediğim gibi çok fazla edebi olmayan, okurken akıp gidecek giderken beni de yanında sürükleyip götürecek kitaplar. Son okuduğum, fırsat bulursam burada paylaşacağım roman gibi olmayan; mesela tuğla gibi olmayan, konuyu uzattıkça uzatıp kitaba boşuna sayfa ekleyip okuyucuyu "yeter artık sadete gel de sonunu getir" dedirtmeyecek türden kitaplar bu seferkiler.

İlk romanım, şimdiden okumaya başladığım Enis Batur'un Kitap Evi. Ne tesadüftür ki kitap raflarda yerini aldığı günlerde roman kahramanın yaşadığı olaya benzer bir olay yaşadım. Kuzenimin kayın pederi ardında çok büyük bir kütüphane bırakarak (tabii ki çocuklarına) vefat etti. Kuzenim de kütüphanesinin tüm fotoğraflarını tam senlik diyerek benimle paylaştı. Hayatımda gördüğüm en güzel kişisel kütüphane idi. Sayısını belirtmek istemediğim oldukça fazla envai çeşit kitap, ufak not kağıtlarına yazılmış ve kütüphanenin  bir çok yerine iliştirilmiş kitaplardan alıntılar, eski fotoğraflar, tablolar vs. Bir İstanbul beyefendisinin gizli mabedi diye yazdım bende gönderdiklerinin altına...Değerli anısına saygıyla...




Kitap Evi, kendi deyimi ile 'soyu tükenmiş avukat Rıza Bey'in' kahramanımızı arayıp tanımadığı merhumun kendine Dragos'ta Kitap Evi olarak adlandırdığı bir kütüphaneyi bıraktığını söylemesi ile başlıyor. Kütüphane deyip geçmemek lazım. Bir buçuk dönümlük korunun ortasında içinde sadece kitaplar bulunan bir bina üstelik vergi, bakım ve bekçi dahil tüm masrafları da merhumun kalan gelirinden ödenecek şekilde miras bırakılıyor. Kimin tarafından bırakıldığı vasiyeti üzerine açıklanamayan Kitap Evi'ne ilk önce temkinli yaklaşan kahramanımız avukatın ısrarı üzerine gidip görünce....Ben buraya kadar yazıyorum. Ve arka kapak yazısından ufak bir alıntı yaparak bırakıyorum;

"Neredeyse bütün düşüncelerimin, duyularımı harekete geçiren kıvılcımların kaynağında, kökünde kuyusunda yeraldı kitaplar. Korktumsa, en çok onlardandır; şüpheler içinde kendi kendimi ve başkalarını kemirdiysem, onlardan."

Ve usulca kaçırmayın diyorum kitapseverlere...Okunmaya değer "Kitap Evi" 




Diğer kitabım ise "Kitaplar Aşkına". Yine bir kütüphane öyküsü ama bu kez bana hiçte yabancı gelmeyen bir öykü. Kapanıp, yıkılmak üzere olan küçük kasabalarının kütüphanesini kurtarmaya çalışan bir avuç insanın hikayesini anlatıyor. 

"Her yerde mutluluğu aradım ama onu sadece küçük bir kitabı okuduğum, küçük bir köşede buldum." diyen Thomas Kempis'in bir cümlesi ile başlıyor ve bir sonra ki sayfa da Kitaplar Dozerlere Karşı başlığı ile öyküsünü anlatmaya başlıyor. 




Sonraki kitabım ise "Tanrılara Adanmış Bedenler" beni tekrar Elly Griffiths ve adli arkeolog kahramanı Ruth Galloway ile buluşturuyor. Bu kez bir yetimhanenin yıkılması sonucunda Roma dönemine ait bir kazı alanında bulunan çocuk kemikleriyle  seri cinayetlerin izini sürüyor Galloway. 




Son kitabım ise Mönüde Aşk Var. Aurelie bizi yaşadığı Paris'in arka sokaklarındaki restoranına sürüklüyor hikayesinde. Sakin ve sıradan sayılabilecek hayatı önce babasının ani kaybı ile peşinden de erkek arkadaşı tarafından terk edilmesi ile tersine dönüyor. Ve bu mutsuz günlerinde bir kitapçıda keşfettiği bir kitap macerasının ilk adımı oluyor.  

İşte bu yaz ki kitaplarım. Dragos'taki kitap evinden, Amerika'daki küçük bir kasabanın kütüphanesine gideceğim önce sonra kazı alanlarında dolanacağım biraz,en sonunda da Paris sokaklarında alacağım soluğu...Karşımda deli deniz, başımın üstünde pırıl pırıl yıldızlar eşliğinde...

Kitaplarımla, romanlarımla aldım başımı gidiyorum...

Ben kaçtım...











BİR TUTAM BAHARAT...


PROF. KLAUS SCHMIDT R.I.P



Göbeklitepe arkeoloğunu kaybetti :(




1995 yılından itibaren Göbeklitepe kazılarına başkanlık yapan dünyaca ünlü arkeolog 
Prof. Klaus Schmidt geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

R.I.P