LINE İLE ÖZGÜRCE KONUŞUN

LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor!
Yoğun iş temposu, şehirleşme ve hızlanan yaşam bizleri dijital dünyada sosyalleşmeye yöneltiyor. Bu alanda bilindik sosyal medya kanallarının yanı sıra ücretsiz mesajlaşma, ücretsiz sesli ve görüntülü arama gibi birçok hizmeti bir arada sunan mobil mesajlaşma platformları da öne çıkıyor. Aile bireylerinden arkadaşlara kadar hayatımızdaki herkesle her an paylaşımda bulunduğumuz bu platformlarda kullanıcıların dikkat ettiği en önemli özelliklerden biri de güvenlik sistemleri. Bu anlamda rakiplerinden ayrılan LINE’da kullanıcı bilgi ve görüşmeleri 3G, 4G ve Wi-Fi dahil tüm ağlarda şifreleniyor. LINE’ın iç denetim yönetimi alanında üç uluslararası sertifikaya (SOC2, SOC3 ve SysTrust) sahip olan ilk mobil mesajlaşma uygulaması olması da güvenlik standartlarına verdikleri önemin bir kanıtı niteliğinde.
Telefon Numaranızı Gizli Tutun
LINE’da kendinize özel bir ID belirleyerek telefon numaranızı kimselere vermeden iletişim kurabilirsiniz. Sizi LINE ID’nizi kullanarak ekleyen kişiler telefon numaranızı göremezler. LINE ID’nizi belirlemek için Diğer/Daha Fazlası > Ayarlar > Profil menüsünü kullanabilirsiniz.
Telefon numaranıza sahip kişilerin LINE arkadaşları listesine otomatik olarak eklenmek istemiyorsanız “Başkalarının Eklemesine İzin Ver” seçeneğini kapatabilirsiniz. Böylece sizi sadece LINE ID’nizi paylaştığınız kişiler ekleyebilir.

Tanımadığınız Kişilerin Sizi Rahatsız Etmesine Engel Olun
Anlık mesajlaşma uygulamaları kullananların korkulu rüyalarından birisi de yanlışlıkla alakasız bir mesajlaşma grubuna eklenmektir. LINE’da tanımadığınız kişilerin bulunduğu bir grup sohbetine davet edildiğinizde grupta bulunan kişiler telefon numaranızı göremiyor.
Tanımadığınız bir kişi size mesaj attığında LINE otomatik olarak  “Ekle”, “Engelle” ve “Şikâyet et” seçeneklerini sunuyor. Eğer size mesaj gönderen kişiyi tanımıyorsanız kolayca engelleyebiliyorsunuz.

Telefonunuz Yanınızda Olmasa Da Mesajlarınızı Koruyun
Yazışmalarınızı meraklı gözlerden korumak için LINE’a şifre koyabiliyorsunuz. Diğer/Daha fazlası > Ayarlar > Gizlilik ayarlarından “Şifre Kilidi”ni kullanarak LINE’ın her açılışta şifre sormasını sağlayabiliyorsunuz.

Ayrıca “Sohbet Odası Ayarları”ndan tüm sohbet geçmişinizi ve sohbetler içerisinde paylaştığınız tüm dosyaları tamamen silebiliyorsunuz.
Bir arkadaşınız LINE’dan size mesaj yazdığında bildirimin ekranda mesaj okunacak şekilde belirip belirmemesi ile ilgili ayarlarınızı da istediğiniz gibi düzenleyebiliyorsunuz. Bildirim ayarlarında yer alan “Önizleme göster” seçeneğini kapattığınızda, yeni bir mesaj geldiğinde ekranda gelen mesaj yerine “Bir mesajınız var!” yazısı görünüyor.

Paylaşımlarınızı Gizleyin
LINE’ı rakiplerinden ayıran bir diğer özelliği de ileti, fotoğraf, video, bağlantı gibi paylaşımların yapılabildiği, sosyal medya yapısına sahip Timeline ve Home özellikleri. LINE’daki Timeline ve Home hareketlerinizi yalnızca arkadaşlarınız görebiliyor. Ancak burada da iletilerinizin kimler tarafından görüntülenebileceğini belirleyebiliyorsunuz.
Timeline’ınızda paylaşmak istediğiniz iletinizi hazırlarken alt menünün en sağında bulunan “Kişiler” sembolüne tıklayarak iletinizin gizlilik ayarlarını yapabilirsiniz.

Nerede, Ne Zaman İsterseniz Güvenle Konuşun, Mesajlaşın!
LINE'ı tüm akıllı telefonlarda (iPhone, Android, Windows Phone, Blackberry, Nokia), tabletlerde ve hatta bilgisayarınızda bile kullanabilirsiniz.
Kullandığınız cihaza uygun LINE indirmek için: http://line.me/tr/download
Bir boomads advertorial içeriğidir.

SÖZÜN BİTTİĞİ YER....


Bir anne olarak söyleyecek söz bulamıyorum, kelimeler boğazımda düğümleniyor, içim acıyor...





Ağlayıp koklayacaktın 
Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda. 
Yaşamak ağrısı asıldı boynuma, oysa türkü tadında yaşamak isterdim... 
Ölmek ne garip şey anne! 

-Nevzat Çelik-



KADINLAR GÜNÜ...





Bu kadar çok kadının katledildiği bir ülkede Kadınlar Günü'nü kutlamak oldukça manidar değil mi arkadaşlar? Bende adet yerini bulsun diye facebookta Kadınlar Günü paylaşımı yaptım ama maalesef gelecekten ümitsiz bir şekilde. En çok endişelendiğim ise her daim gözünün içine bakarak, kokusunu içime çekerek üstüne titrediğim kızımın bu ülkedeki geleceği. Daha çocuk yaştaki kızlara tecavüz edilen ve paçayı kurtarmak için kendi istedi denilen, çocuk gelinleri olan, dövülen sokak ortasında çocuklarının gözü önünde öldürülen kadınlara bir çare bulamayan Türkiye'de Kadınlar Günü'nü kutlamak bana çok saçma geliyor. Adama demezler mi sen kadınına ne kadar değer veriyorsun ki kalkmış utanmadan gün kutluyorsun...Ayranımız yok içmeye misali...

Bu kez elim gitmiyor  Kadınlar Gününüz kutlu olsun yazmaya...




"içimde mahsun bir cimcime var..
saçlarıma düşen beyazlara inat..
göz kenarlarımdaki kaz ayaklarına inat..

var işte var..

yaş yolun yarısıymış..
anneymiş..
hanımefendiymiş..
hepsine inat..
büyümüyor..
uslanmıyor..
dönme dolaplara biniyor..
saklambaç oynuyor...
pamuk şeker istiyor..."

T.Tuğba Baş

GALLER'DEN SEVGİLERLE...

Bir maceranın içindeyim bu günlerde. Issız bir sahilde kelt rahipleri ile Bataklığın Kayıp Tanrılarının peşinden sürüklenip gidiyorum. Adli arkeologlarla kazı yapıp bir cinayetin izlerini sürüyorum. Arada biraz da karmaşık bir aşk hikayesinin içine düşüyorum. Bazen kutsal taş yapıtların arasında, mistik alanlarda tanrılara adanan kurban ritüellerinin izini sürüyorum bazen küçücük bir kulübenin içinde bir kadeh şarap eşliğinde büyülü su perileri, deniz ruhlarının kuzey mitlerini dinliyorum. Demir çağından günümüze yolculuk yapıyorum iki arada. 

Kelt rahipleri, kutsal geçitler, mistik alanlar, kuş gözetleme kulübeleri, kazı alanları, hippiler derken gözlerimi kapıyorum ve  roman her ne kadar Norfolk sahillerinde geçse de Bataklığın Kayıp Tanrıları Galler'in uçsuz bucaksız soğuk durağan kıyılarına götürüyor beni. Kitabın son sayfalarına yaklaşırken ben de bir kaç fotoğraf paylaşmak istiyorum keltlerin mistik topraklarından...






























cam şekerli sevgiler saklardı ninelerimiz
hangi kuytularda sakladıklarını bilmediğimiz
kudururduk onları aşırmaya
en namuslumuz bile yarışırdı
en yavuz hırsız olmaya

-oMeraKlis-

EYVAH EYVAH 3

Uzun süredir vakitsizlikten sinemaya gidememiştim. Görmek istediğim bir çok filmi kaçırdım. Olmadı işlerin arasında araya sıkıştıramadım film keyfini. Koşturmacanın arasına da nefes nefese bir seansa girmek istemedim doğrusu. Sinemaya gideceksem geniş bir zaman lazım bana. Önce film seyredeceğim sonra biraz gezeceğim belki ufak tefek bir şeyler atıştırıp belki de film üstüne bir keyif kahvesi içeceğim. O gün bana ait olacak yani öncesi sonrası başka iş olmayacak ve sonuna kadar günün zevkini çıkarmam lazım. Uzun süredir böyle bir gün denk gelmedi sonunda cumartesi günü fırsat kapımı çaldı ve soluğu Eyvah Eyvah 3 de aldım. Neredeyse 3. haftasında...

Eyvah Eyvah 2'nin sonunda Hüseyin Badem hem babasına hem de hayatının aşkı Müjgan'a kavuşmuş düğün sahnesi ile film bitmişti. 

Eyvah Eyvah 3'de kaldığı yerden devam ediyor ve aileye Bayram Badem'in katılması ile başlıyor. Hüseyin Badem ailesini geçindirmek için bölgedeki bir pavyonda çalgıcılık yapmakta Müjgan'da belli etmemeye çalışsa da bu durumdan pek hoşlanmamaktadır. Bebeğin gelmesi ile maddi açıdan dara düşen Hüseyin bir gece pavyonda meydana gelen bir olay sonunda işinden de olunca kayınpederinin ısrarı ve desteği ile belediyeye zabıta olarak girer ama bu işi de ağzına burnuna bulaştırır. Belediyedeki işinden olur ama bir anda kendini büyük bir festival organizasyonu içinde bulur.

Bu arada Firuzan ününe ün katmış İspanyolla evlilik yolunda yürümeye başlamıştır ama ortaya bir engel çıkmış bu da Firuzan'ın tüm moralini alt üst etmiştir. İspanyol evlidir ve karısından boşanmak üzeredir. Bu olay üzerine Firuzan soluğu Badem ailesinin yanında alır. Hüseyin ve Müjgan her zaman olduğu gibi kapılarını açar. Firuzan'ın peşinden İspanyol ve ayrılmak üzere olan karısı da Geyikli'ye gelir ve olaylar başlar. Firuzan ve Hüseyin yine bir maceranın içine atılırlar.  

İlk iki filmden tanıdığımız oyunculara bu kez İspanyol'un karısı rolü ile Serra Yılmaz katılmış. Ferzan Özpetek filmlerinde ve televizyonlarda yaptığı programlarda görmeye  alıştığım ve çok sevdiğim Serra Yılmaz bu filmde biraz harcanmış gibi geldi bana. Tam oturmamış havada kalmış bir şeyler vardı. Öylesine perdenin arasından filme girmiş gibi :) 

Esprileri ile, müzikleri ile yine çok güzeldi Eyvah Eyvah...Defalarca seyretsem bıkmam dediğim filmlerden...Küfürsüz komedinin en güzel örneği. Eh artık Eyvah Eyvah 4'ü bekliyorum. Fazla bekletme seyircilerini Ata Demirer :) Bence şimdiden kolları sıva yeni senaryo için.





FERZAN ÖZPETEK SÖYLEŞİSİNDE İSTANBUL KIRMIZISI VE ROMA




Biliyorsunuz yönetmen Ferzan Özpetek bir roman yazdı. İstanbul Kırmızısı. Annesinin yaş aldıkça gri ve siyah renkleri bir kenara bırakarak kırmızıya yönelmesinden ilham alarak İstanbul Kırmızısı koymuş kitabının adını. İtalyanca basılan eser sonradan dilimize çevrildi ve çok başarılı bir roman olduğu söyleniyor. Kitabı henüz almadım ama bu kadar güzel senaryolar yazıp filmler ortaya çıkaran bir sanatçının da güzel bir kitap yazabileceğini düşünüyorum doğrusu. Okuma listeme aldım ama önce elimdekilerin bitmesi gerekiyor. 

Her cuma takip ettiğim Radikal Kitap'ın 07 Şubat 2014 tarihli basımında Bedia Ceylan Güzelce'nin Ferzan Öztepek'le yaptığı röportajı okudum. Kitap yazma fikrinin nereden çıktığını, romanından, kendi hayatından detaylar veriyor söyleşisinde. Seyretmekten her zaman zevk aldığım Özpetek'in bu söyleşisi de zevkle okudum. Darısı kitabının başına.

Röportajda kentsel dönüşüm ile ilgili bir soru ve Özpetek'in cevabı ilgimi çekti. Tabii ki Roma'da yaşayan ve Özpetek gibi bir sanatçıdan tam da duymak istediğim bir cevaptı. 

"Kentsel dönüşüm ile birlikte İstanbul'un bir çok noktasında evler yıkılıyor, yeniden inşa ediliyor. Siz İstanbul'a her geldiğinizde değişimi karşısında nasıl hissediyorsunuz?"

"Hiç iyi hissetmiyorum. Bir de ben Roma'ya alışkınım ve Roma'da taş kımıldamaz. Otuz yıldır orada oturuyorum ve hiçbir şey değişmedi yaşadığım yerde. Hatta biraz ileride boş arsaya yeni bir bina yapıldığında bir sürü insan gidip onu izlediler, şaşırdılar. Ama onların da yaptığı çok büyük hatalar var, bilhassa güneyde çok güzel yerleri bozmuşlar. Ama şehrin merkezinde tarihi dokuya zarar veremezsiniz."

İşte bu kısmı okuduktan sonra aynı biz dedim. Yıllarca Doğu Roma'ya başkent olmuş daha sonra Osmanlı İmparatorlu'ğuna başkentlik yapmış, dünyanın gözünün üstünde olan İstanbul'da ise taş taş üstünde kalmadı. 

Hani dedim, belki dedim Ferzan Özpetek bu kitabından ve söyleşisinden sonra İstanbul'a yapılan bu zulümle ilgili bir film çeker de biz de seyreder miyiz acaba? Tabii çekecek bir şeyler bulabilirse İstanbul enkazının içinden...

Ferzan Özpetek'in bu güzel röportajını okumak isteyenler için Radikal Kitap 673 sayısı...

http://kitap.radikal.com.tr/Makale/oyun-gibi-roman-yazdim-391308





YENİ CİCİLERİM :)

Cees Nooteboom'un Bütün Ruhlar Günü'nünü oldukça uzun bir süre elimde süründürdükten sonra son sayfanın son satırları da okuduktan sonra soluğu kitapçıda aldım. 

Daha kitap bitmeden gözüme kestirdiğim kitaplar vardı ama elindekini bitirmeden almayacaksın dedim kendime. Çünkü alırsam ister istemez gözüm yeni aldıklarıma da kayıyor ve daha biri bitmeden diğeri başlıyor derken ortaya karışık bir durum çıkıyor. Bir kitabın kahramanı diğerlerine karışıyor romantik genç diğer kitaptaki azılı katile dönüşüyor :) Tamam abarttım belki bu kadar olmasa da o kitaptan diğerine merakımı gidereyim derken ortalık karışıyor bazen okumanın zevki kaçıyor. İşte o yüzden biri bitmeden başka almadım zaten artık kütüphanem isyan halinde...Daha ne kadar kitap sıkıştıracaksın bana diye umutsuz gözlerle bana bakıyor ama her defasında yenileri ekleniyor. 



İlk kitabım okumaktan her zaman zevk aldığım Carlos Ruiz Zafon'dan Cennet Mahkumu. Rüzgarın Gölgesi'nin yazarı bu kez 1957 yılı Barcelona'sını anlatıyor. Cennet Mahkumu" Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı'nın edebiyat evreninde yer alan Rüzgarın Gölgesi ve Meleğin Oyunu adlı romanların üçüncüsüdür." diyerek başlıyor. Birbirinden bağımsız kitaplar karakterlerle ve ana temayla birbirlerine bağlanıp konu olarak bağlantılar yaratıyorlar. Bakalım bu kitabı da diğerleri kadar sevecek miyim? 

Diğer kitabım yine daha önce okuduğum bir yazarın kitabı. İnci Gibi Dişler'in yazarı Zadie Smith'den "NW Londra". Bu kitabında Smith  dört ayrı kişinin gözünden metropol hayatını anlatıyor. İşin içinde Londra olunca arkamı dönüp gidemedim onuda okuma listeme ekledim. 

Üçüncü kitabımda arkeolog Ruth Galloway'ın maceraları var. "Bataklığın Kayıp Tanrıları" Ruth kendi halinde yaşamını süren bir arkeologdur. Dedektif Nelson'un kapısını çalması ile kendini kayıp çocuk davalarının içinde bulur ve bu olayların antik dönemlere ait bazı inanışlarla gizemli bir bağı olduğunu da keşfeder. İlginç bir konuya benziyor. Elly Griffiths tarafından yazılmış kitap Martı yayınlarından çıkmış. 



Ve son kitabım Suat Derviş'ten..."Suat Derviş... Bir Türk Gotiği" olarak başlıyor sunuş yazısı. Yazarın dört romanını bir arada sunmuş İthaki Yayınları okuyucularına. Kara Kitap, Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, Buhran Gecesi Ve Fatma'nın Günahı...Hayaletler, fırtınalı geceler, eski evler ve doğa üstü güçler...Umarım beklediğim gibi çıkar Kara Kitap.

İşte yeni cicilerim. Hangisinden başlayacağıma daha karar veremedim ama Bataklığın Kayıp Tanrıları önce ben diye fısıldıyor galiba...

BUGÜN...



Bugün yaşayacağım her şeyi ben seçeceğim;
Ya kızacağım yağmura etrafı ıslatıyor diye,
Ya da seveceğim onu çiçeklerimi suladığı için...
Ya sıkılacağım param yok diye,
Ya da harcamalarımı planlayıp, müsriflikten uzak kalmaya çalışacağım...
Ya sızlanacağım bozulan sağlığıma,
Ya da hayatta olmayı kutlayacağım...
Ya içli içli sitem edeceğim anne babama, beni büyütürken veremedikleri şeyler yüzünden,
Ya da onları yürekten seveceğim beni dünyaya getirdikleri için...
Ya sıkıntı basacak dikenli güllere katlanmak zorundayım diye,
Ya da dikenlerin gülleri var diyerek umut dolacağım...
Ya kaybettiğim dostlar için yas tutacağım,
Ya da yeni insanlarla yeni dostluklar peşinde koşacağım...
Ya işe gitmek zorunda olduğum için mızırdanacağım,
Ya da gidecek bir işim olduğu için sevinç dolacağım...
Ya ev işleri yapmak eziyet olacak bana,
Ya da işlerini yaptığım o evde aklımı, ruhumu ve bedenimi barındırabildiğim için minnettar olacağım...
Belki yeni şeyler öğrenmek istemeyecek canım,
Ya kızgın olacağım - öğrenmek gereken ne çok şey var - diye,
Ya da ufak tefek de olsa faydalı ne varsa öğrenmeye çalışacağım...

L.Rosten

SELİM İLERİ VE AYHAN SİCİMOĞLU İLE BİR PAZAR SABAHI

Selim İleri ile güzel sohbetle başladı bu pazar günüm. Mis gibi bir Türk kahvesi eşliğinde her zamanki gibi kısacık ama doyumsuz bir sohbetti. 

Ne yalan söyleyim Selim İleri'nin Her Gece Bodrum kitabından başka kitabını okuyamadım. Ne zaman kitaplarını elime alıp okumaya başlasam içime bir hüzün çöküyor ve bırakıyorum. Mesela "Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak" adlı kitabını bir heves alıp bir kaç bölümden sonra kütüphaneme koymuştum. Sonra yazın okumak için bir kez daha baştan aldım ama yine olmadı. "Hepsi Alev" de aynı kaderi paylaşmıştı bir önceki kitap ile. Olmuyor bir yerlerde tıkanıp kalıyorum sonra da gitmiyor roman. Sonra okurum, yarın devam ederim, bir sonraki gün, hafta sonu derken bakıyorum ki kütüphanemde okunmayan kitapların arasına kaldırmışım bile. Hüzünlü yazıyor Selim İleri ya da bana öyle geliyor. Ya da şöyle mi demem lazım acaba; o kadar güzel yazıyor  ve satırlarında ki hüznü o kadar etkili bir şekilde okuyucusuna yansıtıyor ki kalbimin derinliklerinde hissettiğim için okuyamıyorum. Zaten gazete sayfaları insanın içini acıtan haberler dolu iken bir de kitaplarda drama katlanamıyorum çok fazla. 


Kitapları bir yana sohbetine doyum olmuyor Selim İleri'nin. Bir zamanlar pazar günü öğleden sonraları şimdi hangi kanal olduğunu hatırlayamadığım bir programı vardı. Edebiyat söyleşisi yapardı ve ben dört gözle beklerdim o programını. Eski İstanbul'u anlatırdı, kitaplardan pasajlar okurdu ve yanlış hatırlamıyorsam yeni çıkan kitapları tanıtırdı programın sonunda. Zaten İstanbul denince aklıma gelen ilk yazarlardandır İleri. 

Bu sabahta CNN Türk'te Hakan Çelik Hafta Sonu Keyfi programında anlattı eski İstanbul'u. İstanbul'un eski bozulmamış halini ondan dinlemek ayrı bir zevk benim için. Pangaltı Şişli arasındaki alışveriş hattından troleybüslere, dolmuşlara, geçmişin kültür- sanat hayatına,  6-7 Eylül olaylarından, İstanbul'un aldığı göçlere, yitip giden siluetine kadar kısa ama keyifli bir gezinti yaptırdı izleyicilerine. Saatlerce anlatsa saatlerce dinlerdim ama her güzel şey gibi çabuk bitti. Bir daha ki sefere diyerek bir sonraki çok ama çok sevdiğim programa geçtim.

Ayhan Sicimoğlu'nun Renkler programını mümkün olduğunca kaçırmamaya çalışırım. Kendi deyimi ile "hastasıyız" :) Gittiği yerlere kendine özgü anlatımıyla seyircisini de götüren Sicimoğlu bu kez benim çok sevdiğim bir şehirde Prag'ta idi. Prag'ın daracık tarih kokan korunmuş sokaklarında gezerken her zamanki gibi İstanbul'u anmadan geçmedi ve "Biz niye böyle değiliz insan üzülüyor" diye ekledi. Selim İleri'nin İstanbul sohbetinden sonra Sicimoğlu'nun bu sorusu yarama tuz bastı.


Bu soruyu ne zaman yurt dışına çıksam ben de kendime sorarım. Biz niye korumuyoruz? Tek bir cevabı var bu sorunun niyet meselesi. Ama iyi niyet. Tamam tüm dünya değişim yaşıyor bunu kabul ediyorum ama en azından Avrupa'nın hiç bir ülkesinde İstanbul'a yapılan "Vurun Kahpeye" muamelesini görmedim. Doğu Roma İmparatorluğuna ve Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapmış dünyanın gözünün üstünde olduğu bu güzelim şehir bu kadar kötü bir katliamı hak etmiyor doğrusu. Gelişme tabii ki olacak ama tarih korunarak olmalı. AVM yaparak, gökdelen dikerek gelişen bir ülke daha görmedim bu güne kadar. Siz ne dersiniz? Gelişmek bu mudur ?