KOKİNALARIN, FULYALARIN VE GEÇMİŞ TEBRİK KARTLARININ MEVSİMİ...

“Bazen kafanızdan geçen belli belirsiz bir fikre, ta uzaktan hatıra gelen silinmiş bir hayale bir kitapta rastlayıverirsiniz. Böylece sanki o kitapta en ince duygularınız ifade ediliyormuş gibi gelir size .”demiş Gustave Flaubert  Madam Bovary adlı eserinde. 

Eskiden bu zamanlarda lapa lapa kar yağardı dedim yılbaşı gecesi arayan arkadaşıma. Evet dedi hatırlar mısın tam da bir yılbaşı gecesi yağmıştı...Hatırlamaz olur muyum dedim ne güzel di...Bembeyaz bir yılbaşı gecesi...

İstanbul'da yaşayanlar için anılarda kaldı beyaz yılbaşıları. Şimdilerde isli puslu, sonbahardan kalma bir havayla karşılıyoruz yeni yılı ya da suni karla...


Kokinaların, fulyaların ve geçmiş tebrik kartlarının mevsimidir kış benim için. Yılbaşının sembolü haline gelmiş yeşil kırmızı kokinalar süsler çiçekçilerin tezgahlarını. Kendini beğenmiş nergislerin mis kokusu eşlik eder onlara ama yinede bir şeyler eksiktir.



Geçmişte günümüze ulaşamadan öylece kalakalmışlar. Artık yağmaktan vazgeçen kar gibi...

Tebrik kartları mesela...Her yılbaşı açılan tezgahlarda satılan rengarenk, pırıl pırıl kartları gönderilecek kişiye göre seçmek ayrı, onları postaneden göndermek ayrı heyecandı. Önce tezgahlar kaldırıldı sonra kartlar yok oldu. Günlerden bir gün internet üzerinden kart göndermek icat oldu. Soğuk, duygusuz...



Bana gönderilen kartlardan bir kısmını saklamışım. Elime geçti geçenlerde. Dizdim masanın üzerine anıları. Arkadaşlardan, kuzenlerden, çocuklardan bir başka çocuğa...

"Hayret, insan birkaç metrecik yürürken bile neler düşünebiliyor. Uhlandstrasse'de büyük bir evin kapısında, davetkar bir şekilde parlayan bakır bir topuz gördü. Topuzun üzerinde bir öbek kar vardı, altın sarısı bir top dondurmanın üzerindeki kaymağa benziyordu. ("Hiç büyümeyeceksin.") Oraya yürüyüp karları temizledi. Kendini bir küre, iki büklüm olmuş bir cüce, Notre_Dame'ın kamburu gibi hissetti.
Biçimsiz şiş burnuna, ayrık gözlerine baktı. Tabii dilini de çıkardı, hayaletleri kovalamanın en iyi yöntemi. Gününü böyle planlamamıştı, yoksa gidip sarhoş olabilirdi. Bu gününün boş kalması gerekiyordu, saçma sapan şeyler yapacaktı, kar da, hikayeleri, gereksiz rastlantıları gizlemeye çalışan büyük bir örtü olarak yardımcı olacaktı."

Bütün kartları bana ortaya döktüren, yıllar önce kar içindeki resimlerimi albümlerden çıkartan işte bu satırlardı. Uhlandstrasse'de değil ama Bağdat Caddesi'ndeki bir cafede yılbaşından bir kaç gün önce arkadaşımı beklerken okumuştum. Romanın kahramanı Arthur'un karlı bir günde Berlin'in caddelerinde yüzü buz tutmuş bir şekilde yürürken düşündükleri, kapı topuzunda yaptığı çocukluklar. Kar beni geçmişteki kartlara götürdü. İyi ki saklamışım dedim. Artık yoklar :(
Okuduğum kitaba gelince hala elimde süründürüyorum. Çok sevdiğim bir kitabı kolay bitiremem ben. Döner döner okurum. İşte bu da onlardan biri :) Hollandalı yazar Cees Nooteboom'un "Bütün Ruhlar Günü"


Karısını ve çocuğunu bir uçak kazasında kaybeden Arthur Daane diğerleri gibi alkol ve müzikle teselli arama yerine düşüncelere sığınır. Yaşam, ölüm,geçicilik ve ölümsüzlük üzerine felsefe yapar, sanat ve felsefe üzerine derin düşüncelere dalıp sohbet eder.
Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Bütün Ruhlar Günü Burcu Duman tarafından çevrilmiş.

Kitaptan tadımlık okumak isteyenler için bu kez link vermek istiyorum. Beni İstanbul'un karlı yılbaşılarına, artık gönderilmeyen tebrik kartlarına yolculuğa çıkartan kitap bakalım sizi nerelere sürükleyecek...İşte Bütün Ruhlar Günün'den birkaç satır...

http://www.ykykultur.com.tr/kitap/butun-ruhlar-gunu


Dünya Yaşlılar Günü'nde TENA'dan Huzurevlerine Muhteşem Sürpriz!

Dünyanın önde gelen yaşlı/hasta bezi ve hijyen ürünleri markası TENA, 1 Ekim 2013 Dünya Yaşlılar Günü’nde tüm Türkiye’nin sesini huzurevlerindeki yaşlılara ulaştırmak ve onları hatırlamamızı sağlamak için bir interaktif banner kampanyası gerçekleştirdi.

Gün boyunca www.hurriyet.com.tr'de ve www.herzamangenc.com'da gerçekleştirilen sosyal sorumluluk projesinde; yaşlılarımızı her zaman hatırlayamayan, onları ziyaret edemeyen bizlerin, huzurevlerinde yaşayan yaşlıları bir “tık” ile araması sağlandı. Dünya Yaşlılar Günü’nde yapılan bu sürpriz ile mobil teknolojinin gücü, onu çok fazla kullanmayan yaşlılarımızı mutlu etmek için kullanıldı.

Kampanyanın tanıtım filminin, iç ısıtan ve yüzünüzü güldüren sahnelerine bayılacaksınız:

1 Ekim tarihinde reklam bannerlarına tıklayanlar, açılan ekrana cep telefonu numaralarını girerek, saniyeler içinde çalan telefonlarının diğer ucunda bir huzurevi sakininin sesini duydular. Tüm Türkiye, telefon numaralarını bilmese de ruhu hala genç olan bir çok büyüğümüze anında ulaşarak, onları bu özel günlerinde mutlu etti.

Büyüklerimizi hatırlamak ve onlarla ilgilenmek konusunda ortaya koyduğumuz, iş yoğunluğu, yaşam mücadelesi, trafik gibi tüm bahaneleri ortadan kaldıran bu kampanya, 2013 yılı Mediacat Felis Reklam Ödülleri’nde 2 kategoride ödül alarak, sosyal sorumluluk alanındaki yılın en dikkat çekici projelerinden biri olduğunu kanıtladı.

Siz de bu sosyal sorumluluk kampanyasına destek olmak ve Huzurevlerini aradığımızda yaşlılarımızın yüzlerinde yaratabileceğimiz mutluluğu herkese anlatmak için kampanya videosunu #bukızıgüldür hashtagi ile paylaşabilirsiniz.

                 
Bir boomads sosyal sorumluluk içeriğidir.


“Kitaplarımı tekrar tekrar okuyor ve ara sıra gözlerimi kapatarak, kokularını derin derin içime çekiyordum. Zaten bir kitabın sadece kokusunu duymak ve sayfalarını karıştırmak bile beni mutlu ediyordu.”

Haruki Murakami, İmkânsızın Şarkısı



"Bir yıl daha bitiyor.
Düşlerim, tasalarım,
yarım kalmış onca şey, her yıl
biraz daha kısalıyor bir öncekinden.
Bana mı öyle geliyor yoksa daha mı
hızlı ilerliyor zaman insan yaşlanırken…”

Murathan Mungan

NOEL BABA KAPINIZI ÇALMAYABİLİR BU YIL...



"Önce sevdiler
Sonra dövdüler
Börnüme vurdular
Börnüm ağrıyor
Börnüm ağrıyor..."

Bu yıl Noel Baba bu şarkıyla çalacakmış kapıları. Hatta bir söylentiye göre bu yıl bazı semtlere uğramayacakmış bile, henüz belli değilmiş ama son bir kararla evinden bile çıkmayabilirmiş.

Önce kemiklerini istedik Vatikan'dan, sonra koskoca bir afiş astık mahallenin ortasına Noel Baba bu semtten geçemez diye daha sonra da baktık olmuyor bıçakladık bizim topraklarımızda doğmuş Demre'li Noel Baba'yı.

Önce sevdik, sonra dövdük ve bıçakladık dünyanın sembol haline getirdiği çocukların yüzünü gülümseten kırmızı giysili ton ton ihtiyarı. 

Keşke diyorum o afişi asmadan, Noel Baba'yı meydanlarda bıçaklamadan önce biraz tarihin sayfalarını çevirselerdi de öğrenselerdi üzerinde yaşadıkları toprakların günümüze taşıdığı dünyaya mal olmuş kahramanları. 

Nasrettin Hoca, Keloğlan tamam da bir ben miyim kötü diye soruyor şimdilerde kendi kendine. Bir yandan da haline şükrediyor ya yanında Noel Anne'de olsaydı...Onun başına kim bilir ne gelirdi? 

Umarım 2014'ün gelmesi ile  2013'de yaşadığımız tüm kötülükleri geride bırakmış oluruz. Çevremdeki bir çok kişi gibi benim içinde çok parlak geçmedi 2013. Yine buna da şükür diyorum her zamanki gibi ve tüm olumsuzlukları geride bıraktığımız önce sağlık sonra mutluluk, huzur ve başarı ile dopdolu koskocaman 2014 diliyorum herkese...

NOEL BABA'NIN ÇANTASINDA TÜM İSTEDİKLERİNİZLE KAPINIZI ÇALMASI DİLEĞİ İLE...                                                           YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN :) 






SİZİN KAÇ ADANIZ VAR?



Bir iş nedeniyle adaya gittim bu sabah erkenden. Şehir uyanmış, homurdayarak ağır ağır dönmeye başlayan koca çarkları arasında insanları yutmaya başlamışken süzülüverdi motor İstanbul'un kayıp adası Vordonisi'nin kıyısından Büyükada'sına doğru.Her zaman söylediğim cümleyi bir kez daha tekrarladım içimden : Bu şehri en çok arkamda bırakıp giderken seviyorum. Uzaklaştıkça daha bir sakinlik ve huzur çöktü üstüme. Denizin ortasından İstanbul'un binalardan oluşan siluetine bakınca gördüğüm korkunç manzaranın sabah sabah içimi karartmaması için okuduğum kitabıma geri döndüm. Ada'ya yaklaşırken martıların oynaşmalarını seyretmek için kapadım kitabımı. İndiğimde ise sessizliği dinledim, tertemiz havasını ciğerlerime depoladım. Sessiz, sakin İstanbul'un ötesinde bir cennet. Martıların çığlıkları Can Dündar'ın aşağıda sizlerle paylaştığım yazısını getirdi aklıma ve  "Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve..Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?."  cümlesini...
Sahi kaç adanız var kaçıp soluklandığınız ya da kaç arkadaşınızın adası oldunuz bugüne kadar?
İşte o yazı...


Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu’nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.
Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı.
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez “dinlenme” durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama…
Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç “kendinizi toparlayacağınız” bir adanız oldumu? Yaşamın uzun “göç yolları”nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize… Size gelen, size sığınan…Sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız…Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç adanız var çevrenizde ve…
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç dostunuz için siz bir adasınız?
Can Dündar


MARK TWAIN’DEN YAZMA ÖNERİLERİ


Zamanının en önemli Amerikan yazarlarından olan Mark Twain yazma sanatı ve beceresi üzerine sıklıkla tavsiyelerine başvurulan biriydi. Ünlü mizahçı bu tavsiyeleri bazen ciddiyetle bazen de esprili yaklaşımıyla cevaplardı.
İşte Twain’in mektup, makale, roman ve konuşmalarından yazarlık zanaatı üzerine hatırda kalan görüşleri ve önerileri:
  • Önce hakikatlerinizi ele alın, sonra onlardan dilediğiniz kadar uzaklaşabilirsiniz.
  • Doğru kelimeyi bulun ve kullanın, net olun.
  • Sıfat kullanırken eğer kullandığınız sıfattan emin değilseniz hemen üzerini çizin.
  • İlk seferde kitabınızın kusursuz olması yönünde bir beklenti içine girmeyin. Çalışmaya devam edin, düzeltmeler yapın ve bu doğrultuda yeniden yazın. Sadece Tanrı’nın gösterisinde gök gürültüsü ve şimşeğin mükemmel bir zamanlamayla ve şiddetle buluştuğunu görebiliriz. Bazen düşük bir şiddette çakan şimşek, bazen olağanüstü bir gürültü ve görüntüyle insanları ürkütebilir. Bu gösteri insanların ilgisini daima çekecektir. Bunlar Tanrı’nın sıfatları… Ama siz gök gürültüsü ve şimşeği her defasında çok şiddetli verirseniz, okuyucu yatağın altında saklanmaktan yavaş yavaş vazgeçecektir.
  • Değişiklikler çok lanettir, ama siz her zaman çok yazmaya eğilimlisinizdir ve editörünüz birçok şeyi silecektir ve yazı tam da olması gerektiği gibi olacaktır.
  • İyi bir dilbilgisi kullanmaya özen gösterin.
  • Sade ve yalın bir dil, kısa kelimeler ve cümleler kullanın. Buna olabildiğince sadık kalın; laf kalabalığından ve abartılı anlatımlardan uzak durun.
  • Yazınızı yazmaya başlayacağınız doğru zaman, yazma doyumuna ulaştığınız an başlar. Böylelikle, mantıklı ve anlaşılır bir çerçevede asıl söylemek istediklerinizi yazmaya başlayabilirsiniz.
  • Birileri yazdığınız şeye bir bedel teklif edinceye kadar yazdığınız şeyi fiyatlandırmayın. Eğer üç yıl içinde hiç kimse yazdıklarınıza bir fiyat önermezse, boşa giden bir çaba olduğundan emin olabilirsiniz.
Kaynaklar 1. Quoted by Rudyard Kipling in From Sea to Sea (1899) 2. “Fenimore Cooper’s Literary Offences” (1895) 3. Pudd’nhead Wilson (1894) 4. Letter to Orion Clemens (March 1878) 5. source unknown 6. “Fenimore Cooper’s Literary Offences” (1895) 7. Letter to Will Bowen (1876) 8. Letter to D. W. Bowser (March 1880) 9. Mark Twain’s Notebook: 1902-1903 10. “Mark Twain’s General Reply”

-Alıntı- 

BU HAVAYOLU İLE KİM UÇMAK İSTEMEZ?

Yılbaşı için havaalanına geliyorsunuz ve biraz sonra yolculuğa başlayacağınız havayolu size yeni yılda nasıl bir hediye istediğiniz soruyor. Sizde aklınızda olan bir şeyi söylüyorsunuz. Uçağa binip rahat koltuğunuza kuruluyorsunuz. Keyifli bir yolculuktan sonra bagajınızı beklemeye başlıyorsunuz. Ve sonra.... Sonrası bu havayolu ile kim uçmak istemez? diye bir soru sormanıza neden oluyor :) Neden mi? 

Cevabı aşağıdaki videoda :) İyi uçuşlar dileklerimle...


ÇİLLE'NİZ KUTLU OLSUN :)




Bu gece eski Türk inancına göre yılın önemli günlerinden biri, güz mevsiminin son akşamıdır. Bu gecenin sabahı Kış mevsiminin ilk günüdür. 

Yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık'ta güneş oğlak dönencesinde giriyor.  21 Aralık'ta başlayan Büyük Çille 40 gün,  Küçük Çille  ise 20 gün sürüyor.  Büyük çillenin başlandığı gün, yani astronomik olarak gece ile gündüzün beraberleştiği 22 Aralık günü kutlanan eski Türk bayramı Nardoğan (Nartuğan) doğadaki değişimi yansıtıyor. 

Büyük Çille'nin başladığı günün önceki akşamı, yılın en uzun gecesi Bayram yapılıyor. Her bölgenin iklim ve imkanlarına göre güz mevsiminin son günlerine kadar bulundurulabilen meyvelerden sofra kuruluyor. Kuru ve yaş meyvelerin yanında tatlı, pasta, çörekde sofrada yer alıyor.

Çille akşamının kendine özgü ritüelleride vardır:

Nişanlı kızların ve yeni gelinlere kaynana, kaynata ve diğer birinci derece yakınları tarafından hava kararmadan "çilelik" denilen hediyeler gönderiliyor . 
Çille payı yedi tabağa konuluyor. Bu tabaklara da "Çille tabağı" deniyor. Tabaklar itina ile hazırlanıp ve üzerleri ak ve ya al  şal ile örtülüyor. Tabakların birine karpuz, diğerlerine kavun, nar, kırmızı elma, armut, un ve Düğü ( pirinç ), parça kumaşlar, elbiseler, altın ve gümüş konuluyor.
Kızın ve ya gelinin anne ve babası hediye getirenleri önlerinde üzerlik otu yakarak karşılıyor ve hediyeleri saygı ile alıp konak odasına diziyor.
Hediyeleri getirenlere para, yün çorap gibi hediyeler veriliyor. Kız ve oğlan tarafları birlikte şenlik yapıyorlar. Getirilen hediyelerden, ertesi sabah konu komşuya pay gönderiliyor .
Çille Gecesi ayrıca düğü pilavı pişiriliyor. Pişirilen bu pilavın çilleler süresince mutluluk getireceğine inanılıyor . Gece boyunca türküler okunuyor, şans tutma, kapı dinleme gibi geleneksel köy oyunları oynanıyor.
Dedeler, Nineler çocuklara masallar, hikayeler anlatır, bilmeceler, bulmacalar söylüyorlar :)


Günümüzde halen İran Türkleri ve Azerbaycan'da kutlanan Çilleniz Kutlu olsun:)





SADOKA SASAKİ VE TURNA KUŞU




Sadako Sasaki ile dün akşam tanıştım. Daha önce ne adını ne de dramatik öyküsünü duymamıştım. 

Origami üzerine araştırma yaparken çıktı küçük kız karşıma. Bilirsiniz origami sanatının en ünlü karakteri turna kuşudur. Yıllar önce çıktığım bir gezi sırasında Japon bir kadın bana bu kuşun yapılışını öğretmişti. Dün gece defalarca denememe rağmen başarılı olamadım. Unutmuşum :(
Baktım olmayacak nasılsa internette bulurum diye araştırma yapmaya başladım ve işte o anda Sadako ile karşılaştım. 

11 yaşında bir Japon kızı Sadako. 1943 Japonya doğumlu. 1954 yılına kadar yaşıtları gibi normal bir çocukluğu var. Okula gidiyor, koşuyor, oynuyor, sporu çok sevdiği için hayallerini spor öğretmeni olmak süslüyor. 


1954 yılının Kasım ayında Sadako hastalanıyor. Ailesi ilk önce basit bir soğuk algınlığı zannetse de yapılan testler hiçte öyle olmadığını söylüyor. Küçük kıza o dönem bir çok insanın yakalandığı kan kanseri teşhisi konuyor. Nedeni ise 1945 yılında Hiroşima'ya atılan atom bombası. O dönemde yaşadıkları ev bombanın atıldığı yere sadece 1.7 km uzaklıkta. Sadako evden yara almadan kurtuluyor fakat alevlerden kurtulmak için annesi ile birlikte Misasa Köprüsüne kaçarlarken "black rain" diye adlandırılan radyoaktif serpintiye maruz kalıyorlar ve bu olaydan dokuz yıl sonra Sadako tedavi için hastaneye yatmak zorunda kalıyor. 

Nagoya halkı hastaneye hastalara moral vermek amacıyla binlerce renkli kağıt gönderiyor. Sadoka'da iyileşmek umuduyla bu kağıtlardan rengarenk turna kuşları yapıyor ve odasının tavanına asıyorlar ama maalesef büyük umutlarla yaptığı turna kuşları atom bombasının 
vücudunda yarattığı hastalıkla savaşamıyor ve 1955 yılının 25 Ekim günü Sadako arkasında 1000 tane turna kuşu bırakarak hayata gözlerini yumuyor. 


Her yıl atom bombasının atıldığı 6 Ağustos'da Japonya'dan ve tüm dünyadan çocuklar Sadako'nun hatırasına dünya barışı için turna kuşları yapıp Hiroşima'daki anıta gönderiyorlar ve tüm dünyaya "Savaşlara Hayır" mesajı veriyorlar. 


MİNA URGAN'DAN...





“Daha önce anlattığım gibi, çocukluğumdan beri her koşul altında okurum. Yatılı okulda, yorganların battaniyelerin altında, el feneriyle okuduğum olurdu. Yeterince okuyamayınca,afyondan yoksun kalmış bir esrarkeş kadar tedirgin olurum. Kimisi bir iskemleye oturup kitabı masanın üzerine koyar, eline kalem alır, öyle okur. Çünkü okumak entelektüel bir uğraştır onun açısından. Benim için ise bir keyif olduğundan kendimi divanlara atarak,rahat koltuklara gömülerek ya da yatağıma uzanarak okurum.”

Bir Dinozor'un Anıları - Mîna Urgan