SİZ NEYİ SİLMEK İSTERDİNİZ HAYATINIZDAN ?





Bir silgi olsaydın ne silmek isterdin.... ?
Hatalarını mı yoksa kötü anılarını mı.... ?
Yoksa başarısızlıklarını mı ?
Kalem olsaydın kimi eklemek isterdin hayatına.?
Seni dinleyecek birini mi..?
Sana küçük mutluluklar yaşatanları mı..?
Yoksa her daim yanında olanları mı..?
Şimdi durup bir düşün, neler eklemek isterdin....?
Neler silmek isterdin... ?

Nazım Hikmet Ran 

ROMEO VE JULIET

Hiç düşündünüz mü o romanlara konu olan ölümsüz aşk hikayesi Romeo ve Juliet günümüzde yaşansaydı nasıl olurdu diye. Gerçi artık böyle büyük aşklar yaşanmıyor. Aşkın Ömrü 3 Yıldır diye kitap bile yazıldı. Aşka ömür biçildi...3 yıllık diye...

Neyse Romeo ve Juliet günümüzde yaşasaymış işte böyle olurmuş:)))


DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR





"Merdivenlerden çıkarken Ümmü Gülsüm'den Beni Düşünüyor çalmaya başladı. Tırmanışı ağırdan alıp eve şöyle bir göz attım. Bir sürü ayna hepsinin sırrı dökülmüş. O kadar ki insanın kendini bütünüyle görmesi asla mümkün değil. Yüzünün hatırlandığı gibi kalmasını isteyen bir yaşlı kadın için anlaşılabilir bir seçim."


"Üç kadın kahvenin ortasında girişimizle ilan edilen sessizlik yemininin korku filmi ambiansının ortasında duruyoruz. Maryam, ellerini cebine sokuyor ve erkeğe döndürüyor kendini. Amira iyiden iyiye kadınlık timsali. Bir Venüs heykeli, etrafa bakıyor rahat rahat. Ben gözlerimi dikecek emniyetli bir yer buluyorum. Duvardaki dünya saatleri. Ne işi var bu saatlerin bu eski kahvede? Dünyanın bütün zamanını kahvede oturarak geçirebilecek gibi görünen adamların dünya saatlerine niye ihtiyacı olur? Bütün saatler durmuş. Uzata uzata bakıyorum bu Fransız sömürgesi kalıntısına. Londra, Paris, New York...Arkalarına Batı'nın sömürge tarihini almış erkekler son derece Doğulu bir müdanasızlıkla bizi süzüyorlar. Bir zamanlar gözünü  Batı'ya dikmiş olan bir milletin erkek evlatları, artık öyle bir dertleri olmadığı için kadınlara bakıyorlar."

"Bir kadının kalbini fena halde kırmış bir adam...O adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın...Düğümlere Üfleyen Kadınlar bu yolculuğun romanı. Ne kadar sevilse de tamir olmayan o yaralı coğrafyada, Ortadoğu'da geçiyor. Saraylar devrilip meydanlar dolarken sorular kalıyor geriye. Her yola en az bir soruyla çıkılır çünkü: Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir sahiden." diye yazıyor Ece Temelkuran'ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar adlı kitabının arka kapağında. 

Bende bugünlerde güzel bir kitap okumak istiyorsanız kesinle tavsiye ediyorum diyorum ve bol kitaplı keyifli günler diliyorum.








KİTAP KOKMALI EVİM




Güzel kokmalı evim. Vazodaki çiçekten mis gibi kokular yayılmalı salona mümkünse demet demet fulya olmalı. Balkon kapısını açınca güneşin altında rengarenk açmış çiçeklerin kokusu karışmalı evden çıkan fulya kokusuna. 

Günün her saatinde içimi açacak temizliği anımsatacak hafif bir deterjan kokusu yayılmalı etrafa. 

Çiçek kokmalı parfümüm. Öyle yanımdan geçenleri bayıltacak gibi ağır değil hafif baharın her anını anımsatan bir koku. Hem bahar yağmuru olmalı içinde, hem güneşin gülümseyen ışınları. Bir tutam vanilya da katılabilir içine.

Güzel kokmalı odam. Mesela mutfaktan buram buram kahve kokuları gelmeli, kütüphaneden kitap. Ve bir mum yanmalı geceleri bu şölene eşlik eden. Lavanta kokulu olabilir mesela.
Veya kışkırtıcı bir çikolata kokusu...




Ve kitaplarımın içinden dünyanın dört bir yanından toplanmış bin bir türlü koku yayılmalı evin her köşesine. Hint Okyanusundan baharat kokularını, Alpler'den bol oksijenli dağ havasını solumalıyım, öyle ki Taklamakan Çölü'nün kuru havasını bile kabul edebilirim. 

Satırlar arasından çıkan tariflerin kokusu yayılmalı mutfağıma...Mesela Laura Esquivel ceviz soslu biber dolması yapmalı mutfağımda veya Joanna Harris böğürtlen şarabı. Karlı bir kış gecesinde Dostoyevski mis gibi bir çay demleyebilir semaverde. Rengarenk giysili bir şamanın büyülü sözler mırıldanarak kaynattığı şifalı otların rayihası ulaşmalı tüm hastalara. 

İşte böyle olmalı evim. Çiçek, kahve ve kitap kokmalı... Ve ben tüm kokuları satır satır doyasıya içime çekebilmeliyim sağlıkla, huzurla, mutlulukla...